Ayet
-
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفٖيظاًؕ
﴿٨٠﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Kur’an-ı Kerîm âyetlerinin bir kısmı özel, parça, detay olan konuları açıklar, bir kısmı da bu âyette olduğu gibi pek çok konuya ve hükme ışık tutan, temel ve kaynak teşkil eden kurallar, genel hükümler getirir. Dinin öğrenilmesi ve yaşanmasında Allah resulünün konumu, rolü ve salâhiyeti hem kelâmcıları hem de fıkıh usulü âlimlerini meşgul etmiştir. Dine davet edilen insanların bunu kabul etmemeleri halinde yapılacak işlem konusu da özellikle “din ve vicdan hürriyeti” bakımından önem arzetmektedir. Âyet, bu iki konuda önemli kurallar getirmektedir.
Allah resulünün işi, görev ve yetkisi vahyi tebliğ etmekten ibaret değildir. Onun ümmete örnek olmak, vahyi açıklamak, gerekli görülen yerlerde boşlukları doldurmak ve yeni oluşan İslâm toplumuna (ümmet) liderlik etmek gibi vazife ve selâhiyetleri vardır. O bir söz söylediğinde veya bir şey talep ettiğinde Allah’ın irade ve rızâsına uygun bir söz söylüyor –karîneler aksini göstermiyorsa– O’nun kullarına bildirmek istediğini bildiriyor, yapmalarını istediğini talep ediyordur. Aynı mânada birçok âyetin kesin delâleti sebebiyle fıkıh usulü âlimleri, dinin ikinci kaynağının sünnet (Resûlullah’ın sözü, fiili ve tasvibi) olduğunda ittifak etmişlerdir. Onun aynı zamanda diğer insanlar gibi bir insan (beşer) olduğunu bildiren âyetlerle (meselâ Kehf 18/110) her davranışının bağlayıcı olmayacağını bildiren hadisler, uygulama ve vâkıalar göz önüne alındığında sünnetin “bağlayıcı delil olma” özelliğinin mutlak olmadığı, bazı kayıt ve şartlara (en önemlisi dinî kural getirmediğine dair bir delil ve karinenin bulunmamasına) bağlı olduğu da anlaşılmaktadır. Böyle bir delil bulunmadıkça Hz. Peygamber’in davranışlarını –onun örnekliğinin tabii bir sonucu olarak– dinî kural getiren, irşad eden, yol gösteren, izlenmesi gerekli veya faydalı olan davranışlar olarak almak ve değerlendirmek gerekir.
“Dinde zorlama yoktur” kuralının (Bakara 2/256) bir başka delilini teşkil eden “Seni onlara bekçi göndermedik” meâlindeki cümle, din ve vicdan hürriyeti konusunda önemli bir dayanaktır. Resûlullah tebliğ eder, tebliğ ettiği dini mükemmel örnek olarak kendinde ve örnek kılmak istediği toplum (ilk nesil) hayatında uygular; böylece dini hem söz hem de fiil halinde muhataplarına ulaştırınca onun vazifesi bitmiş olur. İnsanları zorla dine sokmak ve imanlarının bekçiliğini yapmak onun sorumluluk çerçevesine dahil değildir. Allah’ın cenneti de cehennemi de vardır. Her ikisine gidecek olan müminler ve kâfirler, iyiler ve kötüler olacaktır. Hz. Peygamber’in ve ümmetinin savaşları, mücadeleleri başka dinleri ve inançları ortadan kaldırmaya, insanları zorla İslâm’a sokmaya yahut imha etmeye yönelik değildir; tam aksine mücadelenin hedefi, her çeşit zulmü ve bu arada din konusunda baskıyı ortadan kaldırmak, herkesin inancına göre serbestçe yaşamasını sağlamaktır.
Müslüman olduğu halde alenî olarak dinin emirlerine itaat etmeyen, yasakları çiğneyen kimselere uygulanan yaptırımlar, onları baskı altında ibadete sevketme, zorla dindar kılma amacına yönelik olmayıp, kamu düzenini, asayişi ve genel ahlâkı korumak içindir. İbadetin özünün ihlâs (onu yalnızca Allah rızâsı için yapmak) olduğunu bildiren, niyeti ibadetlerin şartı kılan bir dinin, insanları, zorla, baskı altında, korkutarak ibadete sevkedeceği düşünülemez; bu sebeple İslâm’da –imanlı ve dindar kılmak için– ne kâfire baskı yapılır ne de mümine.
Allah Teâlâ’nın, peygamberini, bütün dinlerin üstünde yer alsın diye “bir hidayet ve hak din” ile gönderdiğini bildiren âyetlerle (Tevbe 9/33; Fetih 48/28; Saf 61/9); “dinde zorlama olmadığını” bildiren âyetler arasında bir çelişki yoktur; çünkü Hz. Peygamber İslâm’ın üstünlüğünü, diğer dinleri ve mensuplarını yok ederek veya onlara baskı yaparak değil, bir yandan akla ve sağduyuya hitap eden delillerle, bir yandan da İslâm’ın güzelliklerini yaşayıp yaşatarak ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca bu meâldeki âyetler böyle bir sonucu talep etmekten ziyade hedef göstermeye yöneliktir. Aradan asırlar geçtiği halde hâlâ yeryüzünde birçok din vardır ve bunların mensuplarının sayısı müslümanların beş katına yakındır. Hz. Peygamber’i örnek alan müslümanların yaptığı, daha doğrusu yapmaları gereken şey, asrın dili ve mantığı ile İslâm’ın ve yalnızca onun hak din olduğunu diğer din mensuplarına açıklamak ve onu yaşayarak göstermektir. Üstünlüğün ortaya konmasını talep eden âyetlerin uluslararası siyaset bakımından mânası, hak dini temsil eden müslümanların diğer din ve ideoloji mensuplarından zayıf olmamaları, bağımsızlıklarını gözleri gibi korumaları, dünya düzeninde söz sahibi olmaları, dünyada hakkın ve adaletin hâkim kılınmasını bir vazife olarak üstlenmeleridir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 99-101