Ayet
-
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِهٖ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُرٖيدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٖيماً خَبٖيراً
﴿٣٥﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Ailede huzur ve düzeni bozan kişi, taraflardan sadece birisi olduğunda “nüşûz”dan söz edilir. Aile düzeni iki tarafın karşılıklı anlaşmazlıklarından, hukuk ihlâlinden ve geçimsizlik çıkarmalarından ileri geliyorsa ve bu durum uzayıp gittiği için ayrılmaları, ailenin dağılması ihtimali ortaya çıkarsa “şikâk” hali gerçekleşmiş olur. Bu durumda Kur’an-ı Kerîm’in gösterdiği yol, teklif ettiği çözüm usulü “anlaşmazlığın hakemlere götürülmesi”dir. Âyetin açık ifadesine göre hakem tayin edecek olan merci, karı ve koca veya bunların aileleri değil, devletin ilgili kurumudur (ülü’l-emr). Şikâk durumunda resmî kurum hakem tayin etmekle yükümlüdür, ancak bu yükümlülük karı-kocanın da hakem tayinine engel teşkil etmez. Kurumun (meselâ mahkeme) tayin edeceği iki hakemden birinin kocanın, diğerinin de karının ailesinden olması âyette zikredilmiştir. Bu kaydın bağlayıcı olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Şâfiî gibi “Böylesi daha iyi olur, müstehaptır” diyenler yanında, “Akraba içinde hakemliğe uygun şahıslar bulunduğu müddetçe yabancılardan hakem tayini câiz değildir” diyenler de olmuştur.
Hakem, tarafların rızâsı veya hâkimin tayini ile anlaşmazlık konusunu hükme bağlayan kişidir. Hakemin salâhiyetinin “hâkim” gibi mi yoksa “vekil” gibi mi olduğu da tartışılmıştır. Hz. Ömer, Osman, Ali, İbn Abbas gibi önde gelen sahâbîler yanında Nehâî, Şa‘bî, Mâlik, Evzâî, Şâfiî gibi âlimler hakemlerin salâhiyetlerinin hâkim gibi olduğu; yapacakları araştırma, soruşturma, danışma sonunda evlilik hayatının devamı veya sona erdirilmesinden hangisine hükmederlerse onun geçerli olacağı, karı veya kocadan birinin aksini dilemesinin etkisi olmayacağı hükmüne varmışlardır. Çünkü –bu müctehidlere göre– hakem tayininin mânası ve işlevi bundan ibarettir. Bu ictihad hakemlere, araya mahkeme girmeden aile bağını çözme salâhiyetini tanımakla aile sırlarının mahkemelerde aleniyete dökülüp gözler önüne serilmesi sakıncasını da ortadan kaldırmaktadır. Ebû Hanîfe ve onun gibi düşünen az sayıdaki müctehid ise hakemlerin salâhiyetlerinin vekilin salâhiyeti gibi olduğu, tarafların iradesi dışında bir çözüme gidemeyecekleri kanaatini benimsemişlerdir. Buna göre hakemlerin vazifesi tarafların arasını düzeltmek, kusurlu olan tarafı yola getirmek için uygulanacak yöntem ve müeyyideyi belirlemek gibi hususlardan ibarettir. Osmanlılar’ın son dönemlerinde kabul edilen 1917 tarihli Hukuk-ı Âile Kararnâmesi şikâk durumunda başvurulan hakemlere “aile meclisi” adını vermiş ve meclisin yetkisi konusunda Hanefî mezhebinin değil, çoğunluğun ictihadını kanunlaştırmıştır (md. 130).
İslâm hukukunda boşama (tatlik, talâk) hakkı kocaya aittir. Bu hükmü ya anlamayan veya kötüye kullanmak isteyenler “kadın hakkına aykırı” olarak değerlendirmişler, “İslâm hukukuna göre kadın evlilik hayatında zarara uğrasa, zulüm görse, mutlu olmasa dahi kocası boşamadıkça bunlara katlanmak mecburiyetindedir” demişlerdir. Âyetin açık ifadesiyle bunun ışığında yapılmış ictihadlar bu anlayışa kesin olarak yol vermemektedir. Evlilik hayatı içinde zarar ve zulüm gören, mutlu olmayan kadın, kocası boşamak istemediği halde hâkime veya hakemlere başvurarak evlilik hayatını sona erdirebilir. Ayrıca yine kadının irade ve teşebbüsüyle devreye girecek olan “bedel vererek boşanma” (muhâlaa) yolu da açıktır.
Âyetin asıl muhatabı ümmet olduğundan, kocanın boşama hakkını kötüye kullanmak suretiyle kadını mağdur etmesi halinde aile meclisi veya toplumun devreye girmesi, tayin edecekleri hakemler aracılığı ile anlaşmazlıkları çözüme bağlaması gerekir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 61-62