Ayet
-
وَالّٰتٖي يَأْتٖينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَبٖيلاً
﴿١٥﴾
-
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَحٖيماً
﴿١٦﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Fuhşun çeşitlerine göre cezalarını belirleyen Nisâ ve Nûr sûrelerinin ilgili âyetleri birbirini tamamlamış; âyetlerin açıklamaya muhtaç kısımlarını da hadisler açıklamış, böylece cinsel suçlarla ilgili cezaların kaynağını sünnet ve buna dayalı sahâbe icmâı teşkil etmiştir.
“Çirkin fiil” diye tercüme ettiğimiz fâhişe kelimesi Kur’an’da, hemcinsler arasındaki cinsel ilişki için de kullanılmıştır (Ankebût 29/28). Buradan hareketle âyetler lafızlarına uygun olarak yorumlandığında 15. âyette kadınların kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (sevicilik, lezbiyenlik), 16. âyette de erkeklerin kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (livâta, homoseksüellik) bahsedildiği anlaşılmaktadır. Nûr sûresinin 2. âyetinde ise kadınlarla erkekler arasında yapılan fuhuş (zina) suçunun hükmü açıklanmıştır; şu halde suçların cezalarıyla ilgili hükümlerde bir değiştirme (nesih) söz konusu değildir. Nitekim İsfahanlı müfessir Ebû Müslim (ö. 323/935) âyetleri böyle anlamış, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ da el-Menâr’da (IV, 438-440) bu anlayışı desteklemişlerdir. Buna göre:
a) Seviciliğin cezası kadınları evlerde hapsetmektir; “Allah’ın onlara bir yol açması” ise hallerini düzeltmeleri ve erkeklerle evlenmeleridir.
b) Livata suçunun cezası, bunu yapanlara söz ve fiille eziyet çektirmek, onlara maddî ve mânevî olarak acı vererek canlarını yakmak, böylece bu iğrenç fiili işlemekten vazgeçmelerini sağlamaktır. Ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı âyette açıklanmamış, ictihad ve uygulamaya bırakılmıştır. (Ayrıca bk. A‘râf 7/80-81)
c) Kadınla erkek arasında yapılan fuhuşun cezası ise Nûr sûresinde (24/2) açıklandığı üzere yüzer sopadır.
Bu anlayış ve yorum, âyetlerin lafzî ifadesine uygun olmakla beraber konuyla ilgili hadisler ve uygulama göz önüne alınınca birçok cevapsız soru ve çözülmemiş problem doğmaktadır. Yukarıdaki anlayışı ortaya koyanlar ve onu destekleyenler bu problemleri, ilgili hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek veya “Hadisler daha önceki dinlere veya örfe dayalı uygulamayı aksettirmektedir, âyetler gelince bu uygulamalar terkedilmiştir” şeklinde te’viller yaparak (Ateş, II, 229) çözme yoluna gitmişlerdir. Ancak gerek homoseksüel ilişki ve gerekse evli erkeklerin ve kadınların zinası için öngörülen ağır cezaların –Nûr sûresi geldikten sonra da– asırlar boyunca uygulandığı, yüz sopa cezasının ise evlilik hayatı yaşamamış (muhsan olmayan) erkekle kadının zinasına tahsis edildiği bilinmektedir. İlgili hadislerin sahih olmadığını söylemek, hadis ve usul ilminde yerleşmiş kaidelere göre kolay ve isabetli değildir. Bu hadislerde geçen ifadeler de bu hükümleri açık biçimde içermektedir. Şöyle ki:
a) İbn Abbas, “Allah’ın açtığı yol”un, yani bununla kastedilen çözümün “Evlilerin zinası için recim (taşlayarak öldürmek), bekârların zinası için ise yüz sopa” olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 4/1 vd.).
b) Hz. Peygamber “Allah’ın açtığı yol”un evli zânîler için recim, bekâr zânîler için ise yüz sopa olduğunu açıklamıştır (Müslim, “Hudûd”, 12-14).
c) Yine Resûlullah, Allah’tan başka tanrı olmadığına ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğuna iman eden kimseler arasında sadece üç büyük suçtan birini işleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacağını belirterek bunlardan birinin de zina eden “evlilik yaşamış” kadın ve erkek olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Diyât”, 6; Müslim, “Kasâme”, 25-26). Bu hadis evlilik hayatı yaşamış bulunan kimseler için zina cezasının ölüm olduğunu açıkça ifade etmektedir.
d) Hz. Peygamber hayatta iken, onun bilgisi dahilinde ve verdiği hükme dayanan birden fazla recim cezası uygulanmıştır. Bunların bir kısmı müslüman kadınlarla ve erkeklerle, bir kısmı ise –kendi istekleriyle bir hakim olarak Hz. Peygamber’e başvurdukları için– bu konuda onun hüküm vermesini isteyen yahudilerle ilgilidir (Müslim, “Hudûd”, 16-33; el-Muvatta’, “Hudûd”, 2-6). Yahudiler, zina eden bir kadınla erkeğin davasını Resûlullah’a getirdiklerinde o, Tevrat’ta bunun cezasının ne olduğunu sormuş, yahudiler gerçeği gizleyerek sopa cezasından bahsetmişlerdi. Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’ın müdahalesi ve Tevrat’taki yerini göstermesi üzerine yahudiler onu doğrulamak mecburiyetinde kalmışlar, Hz. Peygamber de gereğinin yapılmasını emretmişti (Müslim, “Hudûd”, 26). Bugün elimizde bulunan Tevrat’ta da recim cezasına yer verildiğini görüyoruz (Levililer, 20, 24/16 vd.; Tesniye, 22/13 vd.).
e) Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra Hulefâ-i Râşidîn devrinde evlilere zina cezası olarak recim uygulanmıştır (el-Muvatta’, “Hudûd”, 9-10; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, I, 359).
f) Hz. Ömer recim cezasının Allah Teâlâ tarafından peygamberine bildirildiğini, bunu âyet gibi okuduklarını, ihmal edilmemesi gerektiğini –önem verdiğini gösteren bir tavır ve üslûp içinde– açıklamıştır (Müslim, “Hudûd”, 15; el-Muvatta’, “Hudûd”, 9-10).
Bu açık ifadeler ve uygulama karşısında müctehid ve müfessirlerin kahir ekseriyeti, evli iken zina eden kadınların ve erkeklerin cezalarının recim olduğu hükmünde birleşmişlerdir. Buna göre eziyet etme ve hapsetme cezalarının yerine gelen sopa cezası âyetle, recim cezası ise hadisle belirlenmiştir. Âyetin âyeti neshetmesinin câiz olduğunu benimsemiş bulunan usulcülere göre burada bir problem yoktur. Ancak Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, 15. âyetin getirdiği cezanın muvakkat olduğunu (“Allah bir yol açıncaya, başka bir çözüm getirinceye kadar” buyurulduğunu) göz önüne alarak burada nesihten söz edilemeyeceğini, belli bir müddete kadar geçerli olan hükmün, o müddet dolunca zaten ortadan kalktığını, bundan sonra geçerli olacak hükmün de açıklandığını ifade etmiştir (I, 354). 16. âyete gelince buradaki hükmü değiştiren bir âyet, bir de sünnet vardır. Âyet bekâr suçlular için sopa cezasını koymuştur, sünnet ise bunu teyit ettikten sonra evlilerin zina suçu için recim cezasını getirmiştir. Burada recmi kabul edenler, zaruri olarak sünnetin âyeti neshini de kabul etmiş olmaktadırlar. Usulcülerin büyük çoğunluğu, mütevâtir (başından itibaren yalan üzerinde birleşmelerini aklın kabul edemeyeceği ölçüde çok sayıda kişi tarafından rivayet edilmiş) sünnetin âyeti neshedebileceği kanaatindedir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî recmi bildiren hadislerin mütevâtir geldiğini ileri sürmektedir (I, 361). Bazı usul eserlerinde İmam Şâfiî’nin, sünnetin Kur’an’la neshedilebileceği kanaatinde olduğu belirtilmekle beraber, kendi eserinde sünnetin Kur’an’ı, aynı şekilde Kur’an’ın da sünneti hiçbir şekilde neshedemeyeceğini savunmaktadır (bilgi için bk Şâfiî, er-Risâle, s. 106-117; Muhammed Ebû Zehre, eş-Şâfiî, s. 260-266).
Sopa ve recim cezası gelmeden önce inen 15 ve 16. âyetlerin hükmü “kadınların veya erkeklerin kendi cinsleri arasındaki cinsî ilişkiler içindir” denildiği takdirde nesih problemi ortadan kalkar. Geriye Nûr sûresinin 2. âyetindeki sopa cezasının evli zina suçlularını da kapsamına alıp almadığı konusu kalır. “Bu âyet bekâr zina suçluları içindir” diyenler recmi getiren hadislere dayanıyorlar. Bize göre bu hadislerin uydurma olduğunu söylemek –usule göre– mümkün olmamakla beraber getirdikleri recim cezasıyla ilgili bazı sorular ve problemler de yok değildir:
a) Recim cezası İslâm’dan önce vardır ve uygulanmıştır, İslâm’ın getirdiği, başlattığı bir ceza değildir.
b) Zina cezalarının daha hafif olanları Kur’an-ı Kerîm’de yer aldığı halde recim cezasına Kur’an’da yer verilmemiştir. 25. âyette gelecek olan mümin câriyelerle ilgili “Evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir” meâlindeki ifade, hür ve evli kadınların zina cezalarının da yüz sopa olduğuna işaret etmektedir. Çünkü yüz sopanın yarısı uygulanabilir, fakat recim (ölüm) cezasının yarısından söz edilemez.
c) Hz. Peygamber, hayatında uygulanan birkaç recim cezasında hazır bulunmamış, infazı başkalarına havale etmiştir. Suçun ispatı bu vak‘aların tamamında suçlunun itirafıyla hâsıl olmuş ve ceza, müslüman suçluların ısrarla günahtan temizlenmeyi istemeleri üzerine infaz edilmiştir.
d) “Zina ettim, beni cezalandırarak temizle” diye gelen müslümanları Hz. Peygamber önce geri çevirmiş, söylediklerini duymamış gibi davranmış, ısrar etmeleri üzerine kurtarıcı telkinlerde bulunmuş, “Deli mi, içmiş mi, yaptığı zina olmadığı halde öyle mi sanıyor?” demiş, bütün bunlara rağmen ısrar ettikleri için cezalandırma yoluna gitmiştir (Müslim, “Hudûd”, 16, 22).
e) Mâiz isimli sahâbî, infaz başlayınca can acısıyla kaçmaya başlamış; arkasından yetişen infazcılar onu öldürmüşlerdi. Dönünce durumu Hz. Peygamber’e anlatmışlar. O da “Keşke bıraksaydınız! Tövbe ediyor, Allah da onu kabul buyuruyordu” demiştir. Sahâbenin recmedilen müslümanlar hakkında ileri geri konuşmaları karşısında da, “O öyle tövbe etti ki bir ümmete paylaştırılsa her bir ferdine yeterdi” (Müslim, “Hudûd”, 22); başka bir rivayete göre, “O öyle bir tövbe etti ki, Medine halkından yetmiş kişiye paylaştırılsa –bağışlanmaları için– yeterdi” buyurmuştur (Müslim, “Hudûd”, 24). İbn Teymiyye, İbn Kayyim gibi âlimler bu hadislere dayanarak tövbe eden, kendiliğinden gelip suçunu itiraf eden suçlulara cezayı uygulayıp uygulamama konusunda ülü’l-emrin serbest olduğu sonucuna varmışlardır (İ‘lâmü’l-muvakkıîn, III, 79).
f) Recim cezasını içeren hadiste Hz. Peygamber, “... Bekârlar için yüz sopa ve bir yıl da sürgün, evli veya evlilik geçirmiş kimseler için yüz sopa ve recim” ifadesini kullanmıştır (Müslim, “Hudûd”, 12). Müctehidler bu hadiste geçen cezaların ikisi hakkında farklı görüş, anlayış ve değerlendirme ortaya koymuşlardır: 1. Kadının başka bir yere sürülmesi, 2. Recim yanında bir de sopa cezasının uygulanması. Hadiste bu iki ceza da yer aldığı halde bunlar uygulanmaz diyen müctehidler olmuştur. Hatta Ebû Hanîfe’nin, “sürgün cezasının had (değişmez, kanunî ceza) değil, uygulaması yöneticilere bırakılmış ta‘zir cezası nevinden olduğunu” söylediği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, I, 358); yani Kur’an’da olan ceza had, sünnetin getirdiği ilâve ceza ise ta‘zir olarak değerlendirilmiş olmaktadır.
Yukarıdaki altı madde bizi şu sonuca götürmektedir: Recim cezası –mutlaka ve değişmez olarak uygulanacak– hadlerden değildir. İslâm’dan önce de uygulandığı için ilk İslâm topluluğunun tanıdığı, yadırgamadığı, caydırıcı bulduğu bir ceza çeşididir. Bu sebeple Hz. Peygamber çok az da olsa bu cezanın uygulanmasına izin vermiştir. Sonuç olarak evlilerin zina suçlarının had nevinden cezası, bekârlarınki gibi yüz sopadır. Recim ise kamu düzeni ve suçların önlenmesi ilkelerinin gereğine göre uygulanıp uygulanmaması, usulüne göre ümmetin alacağı karara bırakılmış, ta‘zir nevinden bir cezadır. Cezaların çoğu gibi bu cezalar da ispat ve infazdan önce tövbe etmekle (pişmanlık göstermek ve ıslâh-ı hal etmekle) ülü’l-emr tarafından düşürülebilir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 29-33