Ayet
-
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْؕ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
﴿٣١﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Birçok âyette genel olarak peygamberlerin, özel olarak da son dinin tebliğcisi Hz. Muhammed’in bildirdiklerine teslimiyet gösterip uymanın önemi vurgulanmıştır (Kur’an’da Resûlullah’a uymanın gerçek imanı belirlemede temel bir kriter kabul edildiği hakkında bk. Bakara 2/143).
Burada da Peygamber’e ittibâ (uyma) Allah sevgisinin ayrılmaz bir parçası olarak nitelenmiş, Peygamber’in gösterdiği yolu gönülden benimsemeyen kişinin Allah’ı sevdiğini iddia edemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Resûlullah’a uyma iradesinin ortaya konması, Allah’ın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın ön şartı sayılmıştır. Sadece “elçi” sıfatını taşıyan temsilciyi dahi tanımamanın onu yollayan makamı tanımama anlamına geleceği mâlûmdur. Hz. Muhammed ise, dar anlamıyla bir elçi olmaktan öteye şâri‘ (din sahibi, yüce Allah) tarafından Kur’an’ı açıklama ve bu çerçevede Kur’an’da özel düzenlemeye tâbi tutulmamış hususlarda bağlayıcı bildirimlerde bulunma yetkisiyle donatılmıştır (bk. Nahl 16/44).
Bu sûrenin, Ehl-i kitabın ve özellikle hıristiyanların bazı inanç ve tutumlarının yanlışlığını ortaya koyma konusuna ağırlık verdiği göz önüne alınırsa, bu âyette Allah inancı ve peygamberlik müessesesinin mahiyeti hakkında önemli hususlara dikkat çekildiği farkedilir. Şöyle ki: Allah sevgisi ve Allah’a itaatle O’nun peygamberine uyma ve getirdiklerine teslim olma arasında sıkı bir bağ vardır. Fakat bu konudaki önemli bir incelik, “Allah gibi sevmek”le “Allah için sevmek” arasında büyük fark bulunduğudur. Bu fark göz ardı edilirse söz konusu bağın anlamı tersine çevrilmiş olur. Nitekim yahudiler Hz. Mûsâ’nın, hıristiyanlar da Hz. Îsâ’nın peygamberlik sıfatından ziyade şahsında ısrar ederek bu büyük hataya düşmüşlerdir. Böylece hıristiyanlar Hz. Muhammed’i, yahudiler hem Hz. Îsâ’yı hem de Hz. Muhammed’i inkâr yolunu tutmuşlar; esasen tahrife uğramamış haliyle bütün ilâhî dinlerin ortak noktalarından olan ve Kur’an-ı Kerîm’de “Allah’ın elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız” (Bakara 2/285) şeklinde ifade edilen ilkeyi ihlâl etmişlerdir. Öte yandan hıristiyanlar Hz. Îsâ’ya olan sevgilerini onun peygamberlik sıfatı üzerine kurmadıkları için, başka bir anlatımla bu sevgi ve saygının Allah’ın ona elçilik görevi vermiş olmasından kaynaklanması gerektiği halde onun şahsını esas aldıklarından, Allah’a şirk koşmaya kadar varan sapkın bir inanca kaymışlardır. Bu durum tevhid inancını zedelememek için peygamberlik görevinin mahiyetini iyi kavramak gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim kelime-i tevhidde ve kelime-i şehâdette sadece Allah’tan başka tanrı bulunmadığının ifade edilmesiyle yetinilmemiş, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğu da belirgin bir biçimde ortaya konmuştur (Elmalılı, II, 1076-1079).
Bu âyetin, a) sûrenin başında sözü edilen Necran heyetindekilerin “Bizim Îsâ’yı ululayan ifadelerimiz onu sevdiğimizi belirtmek içindir” demeleri, b) bazı müslümanların, “Ya Resûlallah! Gerçekten biz rabbimizi seviyoruz” demeleri, c) yahudilerin “Allah’ın evlâtları ve asıl sevdiği kişiler bizleriz” demeleri, d) müşriklerin putlara secde etme gerekçelerini açıklarken “Biz bunlara sırf Allah’a olan sevgimizden ötürü ve bizi Allah’a daha çok yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz” demeleri üzerine nâzil olduğuna dair rivayetler vardır (Allah sevgisi hakkında bk. Bakara 2/165; “Allah’ın kullarını sevmesi”nin anlamı için bk. Mâide 5/54).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 542-543