Ayet
-
اِنَّ الَّذٖينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّٖنَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذٖينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلٖيمٍ
﴿٢١﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Önceki âyette insanlar ilâhî mesajdan yüz çevirmiş olsalar da artık Hz. Peygamber’in görevini yapmış olacağı ve kulların durumundan yüce Allah’ın haberdar olduğu belirtilmişti. Burada ilâhî bildirimden yüz çevirenlerin birbiriyle bağlantılı üç temel özelliğine işaret edilerek Resûlullah’tan bu tutumlarının karşılığının ne olacağını kendilerine bildirmesi istenmektedir.
Bu özellikler şunlardır: 1. Allah’ın âyetlerini inkâr etmek, 2. haksız yere peygamberleri öldürmek, 3. adalet isteyen insanları öldürmek. Âyet-i kerîme bu sıfatları taşıyan herkesi kapsayan bir ifadeye sahiptir. Bununla birlikte, peygamberlerin canlarına kıyma hususunda yahudilerin çok ileri gittiklerini belirten başka âyetleri ve bazı hadisleri de dikkate alan tefsir bilginleri burada özellikle yahudileri mahkûm eden bir ifade bulunduğu kanısındadırlar. Asıl konusu hıristiyanların yanlış telakkilerini ortaya koymak olan sûrenin burada özellikle yahudilerden söz etmesinin sebebi ise şöyle açıklanmaktadır: a) 20. âyette hem yahudilere ve hıristiyanlara (Ehl-i kitap) hem de Ehl-i kitap’tan olmayan müşriklere (ümmiyyîn), yani İslâm inancına karşı çıkan bütün inkârcılara çağrı yapılmıştır; bu âyette de bu çağrıya sırt çevirenlerin âkıbetinden söz edildiği için yahudilerin en belirgin ve şiddetle kınanan özelliklerine değinilmiştir.
b) Hz. Muhammed’in çağdaşı olan yahudiler, bizâtihî peygamberleri öldüren kişiler olmamakla beraber, seleflerinin bu fiillerini tasvip ediyorlardı; yine gerek Mekke müşrikleri gerekse Medine’deki yahudiler Hz. Muhammed’i öldürmeyi şiddetle arzuluyorlardı.
Âyette anılan üç özelliğin birbiriyle bağlantısını şöyle açıklamak mümkündür: Hak ve adalet duygusunu yitiren kişi gerçeği ve doğruyu aramak yerine kendi düşünce, saplantı, hırs ve menfaatlerine uymayan her şeyi ortadan kaldırmaya yönelir, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışır. Bu yol öyle bir bataklıktır ki, hareket edeni daha çok dibe çeker. Nitekim hakikatlere karşı durmakta ve menfaatlerini her şeyin üstünde tutmakta direnen yahudiler bu taşkınlıkta o kadar ileri gitmişlerdi ki, kendilerini aydınlatmak, yanlışlarını düzeltmek ve mutluluk yolunu göstermek üzere gönderilmiş peygamberleri bile öldürmekte tereddüt göstermemişler, kendilerini iman ehli, hatta dindar gibi göstermeye çalışsalar da Allah’ın âyetlerini, elçilerini, mûcizelerini inkâr ettikleri ve hakikatleri örtbas etmeye çalıştıkları için küfre girmişler ve elîm azabı hak etmişlerdi. Yahudilerin çok sayıda peygamberin canına kıydığına dair bilgiler Kitâb-ı Mukaddes’te de yer almaktadır (meselâ bk. I. Krallar, 18/4 vd.; Matta, 14/10).
Âyette yahudilerin bu azabı hak etmelerinin sebebi açıklanarak, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği hakikatler karşısında inatla direnen ve içlerinden iman yolunu seçenlere baskı uygulayan, onları ve Hz. Peygamber’i ortadan kaldırarak menfaatlerini güvence altına alabileceklerini düşünen bütün inkârcılar sert bir dille uyarılmaktadır. Bakara sûresinin 61 ve 91. âyetlerinde münhasıran yahudilerden söz edilirken sadece “peygamberleri öldürme” suçuna değinildiği halde bu âyette ayrıca “adalet isteyen insanları öldürme” fiilinin anılıp kötülenmesi, sûrenin özellikle hıristiyanları diyaloga çağıran bir içerik taşımasıyla irtibatlandırılabilir. Çünkü diyalogun ön şartı peşin fikirle hüküm vermeden karşı tarafı dinleyebilmektir. Adalet isteyen yani tarafsız davranılması talebinde bulunan insanları dinlemek şöyle dursun, onları imha etmeyi bile düşünen bir muhatabın diyalog sürecine razı olması düşünülemez. Bu zihniyetin ve tutumun tabii bir sonucu, peygamberlerin katledilmesini de onaylamak ve peygamberlerin uyardıkları konulara ilişkin delilleri göz ardı ederek Allah’ın âyetlerini inkâr etmektir.
Günümüzde insan hakları konusuna özel emek veren çevrelerin, ülkelerin saygınlığını bu konudaki duyarlılıklarına göre ölçen bir kamuoyunun ve değerlendirme kurumlarının oluşmasının altında adalet arayışının ve gücü elinde tutanların keyfî, ön yargıya dayalı hak ihlâllerine karşı tavır koyma iradesinin bulunduğu dikkate alınırsa, âyet-i kerîmenin bu tür çabalara övgüde bulunduğunu söylemek mümkündür. Zira Kur’an-ı Kerîm’in bu tasvirine göre, adaleti aramak yerine, güç kullanmakla inkârcılık (küfür) arasında sıkı bir bağ vardır. Esasen âyet-i kerîmede geçen “kefere” fiili de sözlükte “perdelemek, örtmek, gizlemek, yalanlamak” anlamlarına gelmektedir. Öte yandan bazı hadislerde zulüm ve baskı ortamlarında hakikatleri savunabilenler, peygamberler makamını izleyen mertebede gösterilmiştir.
Âyette peygamberleri öldürme fiili için “haksız yere” kaydının konmuş olması tefsirlerde genellikle şu iki şekilde açıklanır: a) Peygamberlerin öldürülmesi zaten haksız yere işlenen bir fiildir; bu kaydın konması işlenen günahın ne büyük ve bu cinayetin ne kötü olduğunu vurgulamak içindir, b) onları öldürenlerin bu fiilleri haklı gerekçelere dayanarak ve adaleti gerçekleştirme uğruna işledikleri iddiasında bulunduklarına işaret edilip bu asılsız iddiayı reddetmek amaçlanmış olabilir. Âyetin bütünüyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, bu kaydın itham edilen tarafı dinlemeden, konuya ilişkin delilleri incelemeden ve tarafsız bir yargı kararına bağlı olmaksızın “hakk”ın yerine “güc”ün ikāme edildiğine dikkat çekmek üzere konduğu söylenebilir (kıst kelimesi için bk. 18. âyetin tefsiri).
Sözlükte tebşîr kelimesi “müjdelemek, sevindirici bir haber vermek”tir. Fakat burada sözlük anlamının zıddı yönünde kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de iman sahibi olup iyi işler yapanlar için bu fiille birlikte hep güzel nimetler ve ödüllerden söz edilirken, inkârcıların çarptırılacağı elem verici azabın müjde ifade eden fiil ile bildirilmesi, bunca cinayet ve haksızlıktan sonra kendilerine verilebilecek müjdenin ancak bu kadar olacağını ima eden bir istiare türü, edebî bir üslûptur.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 526-528