Ayet
-
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ
﴿٩﴾
-
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّٖيؕ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ
﴿١٠﴾
-
اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِؕ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَبٖيرٌ
﴿١١﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Ümitsiz” diye tercüme ettiğimiz yeûs kelimesi, “ümitsizlik, çöküntü, devamlı üzüntü, gayretsizlik” gibi anlamlara gelen ye’s kökünden türemiş olup “herhangi bir güçlük, sıkıntı veya engel karşısında aşırı derecede ümitsizliğe kapılan kimse” anlamına gelir. Kur’anî bir terim olarak yeûs, geçmişteki mutlu, müreffeh durumunu Allah’ın bir lutfu olarak değil de kendisinin bir kazancı ve şansı olarak gören, musibetler karşısında ise ümidini yitiren kimseyi ifade eder.
İlk iki âyette genel olarak insan türünün doğal yapısının bencilliğine ve sıkıntılar karşısındaki dayanıksızlığına; 11. âyette ise sabır erdemi kazanmış ve güzel işler yapmayı ilke haline getirmiş insanların bu doğal kusurlarını düzeltmeyi başardıklarına dikkat çekilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de, hayatta karşılaşılan bütün zorluklara rağmen insanın, işlediği günahlar ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa olsun, ümitsizlik ve karamsarlığa düşmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Allah’ın gücü her şeyin üstünde, acıması ve yardımı da sonsuzdur. Buna göre ümitsizlik ve karamsarlık, ancak Allah’a iman ve güveni olmayan insanlar için söz konusudur (bk. Âl-i İmrân 3/160; Yûsuf 12/87; Ankebût 29/23; Mümtehine 60/13).
“Nankör” diye tercüme ettiğimiz kefûr kelimesi küfr kökünden türemiş olup verdiği nimetlerden dolayı Allah’a minnettarlık duymayan, O’na inanmayan, O’na karşı kulluk ve şükran borcunu yerine getirmeyen, hamd ve senâda bulunmayan, çok nankör ve çok inkârcı kimseyi ifade eden Kur’anî bir terimdir. Allah Teâlâ burada olduğu gibi başka âyetlerde de çeşitli nimetlere mazhar oldukları halde şükretmeyip nankörlük eden kullarını kınamış (meselâ bk. A‘râf 7/10; Nahl 16/78; Gafir 40/61); şükredenler için nimetini arttıracağını, nankörlük edenler için de şiddetli azap hazırlamış olduğunu haber vermiştir (bk. İbrâhim 14/7). Kula yakışan, Allah’ın azabından korktuğu için değil, verdiği nimetten dolayı O’na şükretmek ve kulluk görevini yerine getirmektir.
10. âyette insanın bir başka özelliğine dikkat çekilmekte, başına gelen sıkıntıların yok olması, sonra da nimetlere mazhar olması karşısında göstereceği şımarıklık ve hafifliklere değinilmektedir. Meselâ insan hasta iken sağlığa, fakir iken zenginliğe, zelil iken azizliğe kavuştuğunda kendisini bu sıkıntılardan kurtarıp nimetlere kavuşturan yüce Allah’a şükretmesi gerekirken, artık sıkıntıların bittiğini, bir daha sıkıntılarla karşılaşmayacağını sanarak şımarmaktadır.
Sonuç olarak insan kendisini yaratan kudret tarafından bazan varlık ve huzurla bazan yokluk ve sıkıntıyla imtihan edilmektedir. İnsanın her iki halde de Cenâb-ı Allah’ın hikmet ve iradesinin tecelli ettiğini, darlığın, bolluğun, hatta hayatın ve ölümün birer imtihan vesilesi olduğunu düşünüp darlığa sabretmesi, bolluğa şükretmesi gerekir. Şükür nimetin artmasına, nankörlük ise azalmasına sebep olur. Nitekim 11. âyette sıkıntılı hallerde ümitsizliğe kapılmayıp sabreden, bollukta ise şımarmayıp şükreden, yani nimetin hakkını verip amel işleyenlerin bağışlanacakları ve kendilerine büyük bir mükâfat verileceği bildirilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 152-153