Ayet
-
اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَادُوا وَالصَّابِـٖٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذٖينَ اَشْرَكُواࣗ اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَهٖيدٌ
﴿١٧﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Farklı inanç grupları arasındaki gerçek hükmün kıyamet günü Allah tarafından verileceği hatırlatılmaktadır. Bir dinin inanç esasları ve öğretilerinin, rasyonel olmayan, akla ve bilime aykırı olan taraflarını ortak akılla bilmek ve belirlemek mümkündür. Ancak, din konusu bilim konularından farklı olduğu ve her dinde iman belirleyici bir role sahip bulunduğu için dünya hayatında, bir dinin hak olduğunu bilimsel kesinlikle ispat eden ve ortak aklın kabule mecbur olacağı bir ölçüt, bir kanıt, bir ispat aracı bulunamayacak, nihaî ve kesin hüküm âhirette Allah tarafından açıklanacaktır.
Kur’an’ın sadece bu âyetinde anılan Mecûsîlik, İslâmî kaynaklarda Zerdüştîliğe verilen addır. Arapça’da çoğul anlam taşıyan mecûs kelimesinin tekili mecûsîdir. Bu kelimenin eski İran dilindeki aslı maguştur. Yunancası magos olan kelime Ârâmîce yoluyla Arapça’ya geçmiştir. Mecûsîlik ile Zerdüştîlik arasındaki ilişki hakkında farklı görüşler bulunmakla beraber, Zerdüşt’ün getirdiği doktrin ile Mecûsîlik özde birbirinden farklıdır. Milâttan önce VI. yüzyılda yaşayan Zerdüşt tek tanrılı bir inanç telkin ettiği için onun bir peygamber olduğu kanaatini taşıyanlar da vardır. Eski İran’a tevhid inancını getiren Zerdüşt, İslâmî kaynaklarda Hürmüz olarak anılan Ahura Mazda’ya ibadeti telkin etmiştir. Ahura Mazda “hakîm, her şeyi bilen rab” anlamına gelir. Zerdüşt’ün doktrininde, evrendeki maddî ve mânevî düzeni yaratan, doğa yasalarını koyan Ahura Mazda’dır. Bu sebeple bu din Mazdaizm diye de anılır. Kötülüklerin kaynağı ise Ehrimen’dir (Ehriman). İyi güçlerle kötü güçler arasında devamlı bir mücadele vardır; evrenin yaratılış amacı, yalanın ve kötülüğün hakikat tarafından yenilmesidir. Bir tarafta sağduyu, iyilik ve aydınlıktan oluşan nizam, diğer tarafta suç, kötülük ve karanlığı içinde barındıran anarşi ve fesad bulunur. İnsanın bunlar arasındaki seçimi öteki dünyada sonuç verecektir. Zira ölümden sonra diriliş ve yargılama vardır. Zerdüştîler’in kutsal kitabı, milâttan sonra V. yüzyıl civarında yazıya geçirilmiş bulunan Avesta’dır. “Hikmet, bilgi” anlamına gelen Avesta’nın dili Pehlevîce (Eski Farsça) olup ifade ve içerik bakımından anlaşılması oldukça zor bir kitaptır. Bu sebeple ona “ilim” anlamına gelen ve “Zend” adı verilen şerhler yazılmıştır. Zamanla bunların birleşmesiyle Zend-Avesta meydana gelmiştir. Bu dindeki anlayışa göre aydınlığın efendisi Ahura Mazda ile karanlığın efendisi ve şer kuvvetlerin başı şeytan Angra Mainyu (Ehrimen) arasındaki mücadeleyi Ahura Mazda kazanacak ve onun mutlak hâkimiyeti güneş gibi aydınlık olacaktır. Bu sebeple Mazdaistler (Mecûsîler) ideal temizlik ve aydınlığın sembolü olarak ateş yakarlar ve onlara “ateş yakan” anlamına “Asravan” denirdi. Onların bu geleneği müslümanların dikkatini çekmiş ve onları “ateşperest” olarak nitelendirmişlerdir. Zerdüşt’ten sonra insanlar, onun karşı çıktığı çeşitli ilâhlara tapınmaya başlamışlar, böylece çok tanrılı inançlar yaygınlık kazanmıştır. Zerdüştîlik batıya doğru yayılırken, Tahran yakınındaki Ragha merkez olmuştu. Burada Zerdüştîlik, Mecûsî (Maci) denilen bir rahip sınıfınca yönetiliyordu. Bu dönemde Zerdüşt’ün doktrininden oldukça uzaklaşılmış, kabile dinlerine ait Yazata’lar tanrı kabul edilmiş, Zerdüşt’ün yasakladığı birçok fiil işlenmeye başlamıştı. Sâsânîler devrinde (226-650), mücadele halindeki İran dinleri içinde, Zerdüştîliği yaşatan Mecûsî rahipler (mobat) üstünlük kazanınca, bu inanç Sâsânî İmparatorluğu’nun devlet dini oldu. Bu imparatorluk müslümanlar tarafından ortadan kaldırıldıktan sonra da, Mecûsî geleneğinin mobatları (din adamları) varlıklarını korudular. Mecûsîliği günümüzde yaşatmaya çalışan gruplardan İran’daki dağınık ve küçük azınlığa “Gabriler”, Hindistan’daki daha derli toplu gruba ise “Parsîler” adı verilir. Mecûsîler’in günümüzdeki sayısı 300.000 civarında tahmin edilmektedir (bilgi için bk. Kürşat Demirci, “Mecûsîlik”, İFAV Ans., III, 155-156; Günay Tümer – Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, s. 107-114; Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s. 103-111; İbn Âşûr, XVII, 223-224).
Tefsirlerde âyetteki mecûs kelimesi, genellikle “ateşe tapanlar” şeklinde açıklanmıştır; fakat bunu güneşe ve aya tapanlar, hıristiyanlardan ayrılan yahut Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bazı kısımlarını birleştirip alan dinî bir grup gibi mânalarla açıklayanlar da olmuştur (Şevkânî, III, 499). Klasik kaynaklarda Yemen, Bahreyn ve Arap yarımadasının kuzeydoğu bölgelerinde bazı Arap kabilelerinin Mecûsî olduklarına dair rivayetler bulunmaktadır (bk. Derveze, VII, 83; Yahudilik, Hıristiyanlık, Sâbiîlik ve bu dinlere mensup olanların İslâmî açıdan değerlendirilmesi hakkında bk. Bakara 2/62).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 720-722