Ayet
-
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّࣕ وَاِنَّ فَرٖيقاً مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ لَكَارِهُونَۙ
﴿٥﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Müminlerin bir kısmı Bedir Savaşı’nda ele geçirilen ganimetin kendilerine verilmesini istemişler, bunun doğru ve haklarında hayırlı olduğunu düşünmüşlerdi. Savaşa karar vermek üzere istişare (danışma) yapılırken de, savaşmak yerine Mekkeliler’e ait kervanı vurmanın faydalı olacağını ileri sürenler olmuştu. Âyetler grubu bu iki tutum ve davranış biçimi arasındaki benzerliğe işaret ederek başlıyor, sonra da Bedir Savaşı’nı vesile edinerek müminler için evrensel mesajlar veriyor.
Bedir Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta, Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yolu ile birleştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Hicretin 2. yılında (624) Kureyşliler’den birçok kimsenin katıldığı bir ticaret kervanı Suriye’ye gitmişti. Hz. Peygamber çeşitli kanallardan kervan hakkında bilgi aldıktan sonra ashabını topladı, kırk civarında muhafız tarafından korunan kervanı Bedir’de kolayca ele geçirebileceklerini söyledi. Müzakere sonunda harekete karar verildi ve 12 Ramazan’da (9 Mart 624) yola çıkıldı. Bu sırada kervan Suriye’den Mekke’ye dönüyordu. Kervan yöneticisi Ebû Süfyân, müslümanların hareketi konusunda bilgi alınca, bir yandan Mekke’ye haber göndererek yardım istedi, diğer yandan da yolunu değiştirdi, Bedir’den uzağa düşen ve nâdiren kullanılan sahil yoluna saptı. Savaşmak için değil, hem düşmana ekonomik açıdan zarar vermek hem de her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye göçen muhacirlerle onlara yardımcı olan ensarın maddî ihtiyaçlarını karşılamak için yola çıkmış bulunan müslümanların hazırlıkları bu amaca göre sınırlı tutulmuştu; 305 kişiden ibaret idiler, yalnızca yetmiş deve ve iki at vardı. Buna karşı gerektiğinde savaşarak kervanı korumak amacıyla yola çıkan Mekke ordusunda yaklaşık 1000 asker, 700 deve ve 100 at vardı. İslâm ve Peygamber düşmanı meşhur Ebû Cehil kumandasında hareket eden ordu Bedir’e gelmeden kervanın yol değiştirerek kurtulduğunu öğrendiği halde müslümanlara ve çevreye güçlerini ispat etmek üzere yollarına devam ettiler. Müslümanlar Bedir’e geldiklerinde henüz Mekke ordusunun hareket yönünü bilmiyorlardı. Hz. Peygamber Zübeyr, Sa‘d ve Hz. Ali’yi kervan hakkında bilgi toplamak için Bedir kuyularına göndermişti. Yakalanan birkaç köleden, müşriklerin Bedir yakınlarına gelip konakladıkları öğrenildi, bu durum müslümanların heyecanlanmasına sebep oldu. Peygamberimiz yeni durumu ashâbı ile müzakere etti, birçoğu çıkış amacını ve hazırlığın zayıflığını ileri sürerek düşmanla savaşa girmeden, mümkün olursa kervanı vurmanın, aksi halde Medine’ye dönmenin daha uygun olduğu görüşünü ileri sürdüler. Böyle bir hareketin getireceği olumsuz sonuçları takdir eden Hz. Peygamber ise düşmanla karşılaşmak fikrinde idi. Genel eğilimin onu üzdüğünü farkeden Sahâbenin ileri gelenlerinden birkaç kişi uygun konuşmalar yaparak Resûlullah’ın arkasında olduklarını, o nasıl uygun görür ve dilerse öyle hareket edeceklerini, heyecanlı ve etkili bir şekilde ifade ettiler. Siyer kitaplarının kaydettiğine göre Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in güzel sözlerinden sonra Mikdâd b. Amr söz almış ve şöyle demişti: “Yâ Resûlellah! Allah’ın sana emrettiği yönde hareket et, biz seninle beraberiz. İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya dediği gibi ‘Sen ve rabbin gidin savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz’ demiyoruz, fakat ‘Sen ve rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız’ diyoruz. Seni gönderene yemin ederim ki bizi dünyanın öbür ucuna götürsen oraya varıncaya kadar seninle beraber olup çaba gösteririz!” Ensar, Hz. Peygamber Mekke’deyken Medine’ye geldiği takdirde kendisini koruyacaklarına dair söz vermişlerdi. Şimdi ise onların kendisiyle birlikte şehir dışında bir harbe girmeleri hususunda ne düşündüklerini bilmek istiyordu. Bunu farkeden Sa‘d b. Muâz, ensarı temsilen şunları söyledi: “Biz sana inandık, seni onayladık, getirdiğin dinin hak olduğuna tanık olduk; bunun üzerine seni dinleyeceğimize, itaat edeceğimize kuvvetli sözler verdik, yeminler ettik. Seni hak din ile gönderene yemin ederim ki bize şu denizi hedef gösterip dalsan biz de seninle dalarız, hiçbirimiz geride kalmaz. Yarın bizi de yanına alarak düşmanla savaşmana bir itirazımız yoktur. Biz savaşta dayanıklı, vuruşmada işin hakkını veren kimseleriz. Allah seni mutlu kılacak olan davranışlarımızı yakında sana gösterecektir” (İbn Hişâm, Sîre, II, 267). Bu konuşmalar beklenen etkiyi yaptı, genel eğilim değişti, harekete karar verildi. Gece olduğunda düşmanın baskın vermesi ihtimali uykuları kaçırmış, tedbirler üzerinde düşünülmeye başlanmıştı. Müslümanların mevzilendikleri yer kumlu olduğundan harekete elverişli değildi. Bu sırada gökten boşanan yağmur düşmanın, kuru iken harekete daha elverişli olan yerlerini çamur deryasına döndürdü, kumlu bölgeyi de harekete uygun hale getirdi. Bu sayede endişe ortadan kalktı, sakin ve huzurlu bir gece geçirildi. Ertesi gün yapılan savaşı müslümanlar kazandı. Bu onların ilk büyük zaferleriydi. Düşman, başta kumandanları Ebû Cehil olmak üzere yetmiş kayıp vermişti, bir o kadar da asker esir alınmıştı. Ayrıca ele geçirilen harp ganimetleri de vardı. Hz. Peygamber, beşte birini belirli sarf yerleri için ayırdıktan sonra geri kalanı, savaşa katılanlar arasında eşit olarak dağıttı.
İşin başında birçok sahâbî, düşmanla karşılaşmak haklarında daha hayırlı olduğu ve Allah, Peygamber’ini bunun için sefere çıkardığı halde savaşmak istememişler; savaş kararı alınıp zafer elde edildikten sonra ise ganimet taksimi konusunda haksız talepler ileri sürmüşlerdi. İşte âyette bu iki tutum arasında bir benzerlik kurulmuş, bu iki olayda kendi düşünce ve takdirlerinin değil, ilâhî takdirin daha ziyade onların lehine olduğu bildirilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 666-668