Ayet
-
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
﴿٩٥﴾
-
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهٖ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ لٖي نَفْسٖي
﴿٩٦﴾
-
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَࣕ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذٖي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًؕ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً
﴿٩٧﴾
-
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذٖي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَؕ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً
﴿٩٨﴾
-
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ
﴿٩٩﴾
-
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ
﴿١٠٠﴾
-
خَالِدٖينَ فٖيهِؕ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ
﴿١٠١﴾
-
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمٖينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ
﴿١٠٢﴾
-
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً
﴿١٠٣﴾
-
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَرٖيقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماًࣖ
﴿١٠٤﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
85, 87 ve 95. âyetlerde Sâmirî diye sözü edilen şahsın kökeniyle ilgili olarak klasik tefsir kitaplarında değişik bilgilere yer verilmiştir; kimi rivayetlere göre o İsrâil kökenlidir, hatta Hz. Mûsâ’nın dayısının oğludur, kimilerine göre komşusu bir Kıptî olup kendisiyle birlikte Mısır’dan çıkanlar arasında yer almıştır, kimilerine göre aslen Kirmanlıdır (bk. İbn Atıyye, IV, 57-58; Zemahşerî, II, 443-444; Râzî, XXII, 101; bunlar hakkında değerlendirme için bk. Derveze, III, 84-85; Esed, II, 635).
96. âyette geçen ve “elçi” diye tercüme ettiğimiz resul kelimesi müfessirler tarafından genellikle Cebrâil olarak anlaşılmış ve âyetin diğer kısımlarına da buna göre mâna verilmiştir. Bu açıklamaların özeti, Sâmirî denen şahsın Cebrâil’i gördüğü ve onun bineğinin ayak bastığı yerden bir miktar toprak alıp attığı şeklindedir. Bu yoruma göre “Onların görmediklerini gördüm” cümlesinin anlamı, Sâmirî’nin Cebrâil’i gördüğünü ileri sürmüş olmasıdır. Râgıb el-İsfahânî’nin açıklamalarına göre ise basura fiilinin Arap dilinde kalbî (zihnî) bir idrak anlamıyla birlikte olmaksızın sırf görme organının algılamasını belirtmek için kullanımı nâdirdir. Bu fiil daha çok “bir şeyin künhüne vâkıf olmayı, bilinçli bilgiyi” ifade eder (el-Müfredât, “bsr” md.). Râzî, İsfahânî’nin bu izahından yola çıkarak Cebrâil merkezli yorumları eleştirir ve burada “elçi” kelimesi ile Hz. Mûsâ’nın kastedilmiş olduğu yorumunu yapar. Râzî’nin yorumuna göre Sâmirî’nin âyette aktarılan sözünün anlamı şudur: “Ben onların göremediklerini gördüm yani sizin izlediğiniz yolun doğru olmadığını anladım ve ey elçi senin dininden ve sünnetinden bir kısmını çıkarıp attım” (XXII, 111). M. Esed, Râzî’nin bu yorumunu esas alan açıklamalarında önce Sâmirî’nin, müteâl ve görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığına ve halkın ‘görünen, elle dokunulabilen somut’ bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğüne dikkat çekmekte, “Elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım” ifadesini de “Resulün öğretisinden bir tutam (yani onun bir kısmını) aldım ve onu (öğretinin muhtevasından) çıkarıp attım” şeklinde izah etmektedir. Kur’an’da yer alan bu kıssanın teması ile ilgili olarak Esed’in daha sonra ortaya koyduğu şu açıklama da dikkat çekicidir: “Kanaatimizce, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, onun putperestliğe ve Allah’tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin bilinç altı eğilimlerini açığa vurmaktadır: Tanrısal varlığın yahut en azından onun ‘tecellisi’ olarak tasarlanabilen şeyin somut bir imajını ortaya koyarak (koymaya kalkışmak) kavranamaz, tasarlanamaz olanı insanın sınırlı algı ve duyu alanına yaklaştırmayı amaçlayan boş ve aldatıcı bir hayalcilikten ibarettir, bu yoldaki bütün çabalar insanın Allah’a ilişkin kavrayışını aydınlatacağına daha da bulanık bir hale soktuğundan, bu yönde atılan her adım en başta kendi amacını baltalamakta ve böylece çıkmaz bir yola sokulmuş olan dindar eğilimli kişinin mânevî potansiyeli büsbütün ziyan edilmektedir: Kur’an’daki veriliş tarzı itibariyle, altın buzağı kıssasıyla anlatılmak istenen gerçek de, şüphesiz budur” (II, 638).
Hz. Mûsâ, Sâmirî’yi yanından uzaklaştırırken İsrâiloğulları’nın onunla aynı ortamı paylaşmalarını yasaklamış, böylece Sâmirî’ye toplumdan tecrit (bir çeşit aforoz) edilme şeklinde çok ağır bir ceza verilmişti. 97. âyette bu hususa işaret edildiği anlaşılmaktadır (Taberî, XVI, 206). Bunun yanı sıra, Allah tarafından Sâmirî’nin insanlardan uzak durmaya mecbur eden veya zürriyet sahibi olmasını engelleyen fiziksel bir hastalık verilerek cezalandırıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXII, 112).
102. âyetin “gözleri göğermiş olarak” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, günahkârların o günün dehşeti karşısındaki durumunu tasvir etmektedir. Bunu, onların gözlerinin korku ve şaşkınlıktan donuklaşmış bir halde olacağı şeklinde anlamak mümkündür. Bazı müfessirler burada, böyle kimselerin gözlerinin haşir günü şiddetli susuzluk sebebiyle mavimtrak bir renk alacağına işaret bulunduğunu, diğer bazı müfessirler de –İsrâ sûresinin 97. âyetinden hareketle– bunların kıyamet günü kör olarak haşredileceklerinin kastedildiğini belirtmişlerdir (Taberî, XVI, 210; “sûr” ve sûra üfürülmenin anlamı hakkında bk. En‘âm 6/73).
103 ve 104. âyetlerde, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin mahşerde kendi aralarındaki konuşmalarına dair bir anlatım yer almaktadır. Kur’an’da başka pek çok yerde rastlandığı gibi burada da, insanın “zaman” algısının aldatıcı karakterine ve buna bağlı olarak böyle bir “zaman” kavramının izâfîliğine işaret edilmektedir (Esed, II, 640). İbn Âşûr, müfessirlerin “Hayır, ancak bir gün kaldınız” sözünü söyleyen kişinin âyette en aklı başında olan şeklinde nitelenmesine dair doyurucu bir açıklama yapamadıklarını ifade ettikten sonra, bunun gerek hakikat gerekse mecaz anlamına göre anlaşılabileceğini belirtir ve kendi görüşünü şöyle açıklar: Hakikat mânası esas alınırsa, bahse konu olan inkârcıların yaptıkları hata için mazeret üretme çabası içinde oldukları, anılan sözün sahibinin de isabetli bir tahmin yaptığına değil mazeret üretmede başarılı olduğuna işaret edildiği söylenebilir. Zira onlar kendi hallerini gözden geçirirlerken paradoksal bir durumla karşı karşıya bulunmaktadırlar: Bir taraftan yeniden dirilişin yeryüzünde cesetlerin çürüyüp yok olacağı bir süre kaldıktan sonra gerçekleşeceği anlayışı, diğer taraftan da bedenlerinin aynen dünyada olduğu gibi durduğunu görmeleri. Böyle bir durumda “On günden fazla kalmadınız” tarzında bir izahla kendilerini avuturlarken, –bu kadar bir sürede de vücutta değişikliklerin olabileceği dikkate alınınca– “Hayır, ancak bir gün kaldınız” sözünü söyleyen kişi daha iyi bir mazeret üretmiş olmaktadır. Bunun mecazi bir anlatım olduğu kabul edilirse, her iki tahminin gerçeklerden ne kadar uzak olduğuna dikkat çekilmek istendiği, “Hayır, ancak bir gün kaldınız” sözünü söyleyenin ise özel biçimde hicvedildiği yorumu yapılabilir (XVI, 305-306). Bir başka açıdan bakılarak, bu sözün diğerleriyle alay etme amacı taşıdığı da düşünülebilir.
Kaynak :