Ayet
-
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّؕ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمٖيلَ
﴿٨٥﴾
Meal (Kur'an Yolu)
Tefsir (Kur'an Yolu)
Yukarıda, geçmiş kavimlerin haksız, inkârcı ve isyancı tutumlarıyla bunların sonuçlarına dair ibret alınmaya değer bazı bilgiler verildikten sonra burada da gökler, yer ve bunlar arasındaki varlıkların, olayların ontolojik veya gaî değerine ve anlamına işaret edilmektedir. “Hak ve adalet temelinde” diye çevirdiğimiz metnindeki bi’l-hakkı deyimine bağlı olarak bu âyet, tefsirlerde (meselâ bk. Taberî, XIV, 50; Zemahşerî, II, 318) genellikle iki değişik anlamda açıklanmıştır:
a) Âyetteki hak kelimesi “adalet ve insaf” anlamında da yorumlanmıştır. Buna göre Allah, âlemi ve onda olup bitenleri, bu arada insanlığın tarihini de bir haksızlık ve zulme göre değil, insaf ve adalet ölçülerine göre yaratıp yönetmektedir, yaratılışın yasası adalettir. Şu halde geçmişteki bazı kavimler yaratılmış, sonra onların başına çeşitli felâketler gelmişse bunun sebebi, Allah’ın onlara haksızlık yapmayı istemiş olması değildir. Çünkü “O’nun sözü (hüküm, yasa), hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır” (En‘âm 6/115). Allah ve kendilerine gönderilen peygamber, o kavimlere, iman edip hallerini düzeltmeleri için gerekli bütün uyarıları yapmışlar, olabilecek bütün fırsatları tanımışlar, fakat onlar yine de bildiklerinden şaşmamışlardır. Bu durumda ceza günü geldiğinde onların cezalandırılması da haktır, adaletin gereğidir.
b) Hak kelimesi, bâtılın zıddı olarak ontolojik gerçekliği ifade eder. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: Evren ve onda bulunan varlıklar, akıp giden olaylar, bazı aşırı şüpheci filozofların yahut bir kısım mutasavvıfların iddia ettiği gibi bir hayal, bir serap, bir vehim değil (bk. Âl-i İmrân 3/191; Sâd 38/27), birer gerçek olarak var kılınmıştır. Varlık gibi varlığa ilişkin bilimsel bilgiler gerçektir ve bunlara güvenilmesi gerekir, kuşkular yersizdir. Bu cümleden olmak üzere Allah’ın geçmişe dair yukarıdaki âyetlerde özet olarak verdiği bilgiler de hakikaten yaşamış olan toplumların hayat ve gidişatına, hak ettikleri için başlarına gelen belâlara dair gerçek bilgilerdir. Eğer Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği toplumlar o eski milletlerin yanlış tutumlarını tekrarlarsa onlar da bir şekilde bunun cezasını görürler. Nihayet bir gün gelecek, kıyamet saati de akıp giden gerçekliğin bir devamı olarak kesinlikle vuku bulacaktır.
Âyetin sonunda Hz. Peygamber’e ve onun şahsında eğitim, irşad ve aydınlatma görevi yapan herkese –muhatabın tutumu olumsuz, sert ve kırıcı da olsa– bu tür faaliyetlerini ümitsizliğe veya öfkeye kapılmadan, mümkün olduğunca yumuşak davranarak, kırmadan, incitmeden, güzellikle, hoşgörülü bir tarzda sürdürmeleri öğütlenmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 366-367