Sebe' Suresi - 13 . Ayet Tefsiri

Ayet


  • يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَارٖيبَ وَتَمَاثٖيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍؕ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْراًؕ وَقَلٖيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
    ﴿١٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾13﴿
Onlar Süleyman’a, isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.

Tefsir (Kur'an Yolu)


“Yüksek ve görkemli binalar” şeklinde çevirdiğimiz mehârîb keli­mesi “korunaklı yüksek mekânlar, kaleler, ihtişamlı yüksek binalar, saraylar, mâbedler” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 253; İbn Atıyye, IV, 409). Meâlde “mâbedler” anlamını vermeyi tercih eden Esed bunu, “yeni inşa edilen mâbedin çeşitli salonları” şeklinde açıklamıştır (II, 873. Mehârîb kelimesinin tekili olan mihrabın anlamları ve İslâm kültüründe camilerde imamın namaz kıldırdığı yere ad oluşu hakkında bilgi için bk. İbn Âşûr, XXII, 160-161). Hz. Süleyman zamanında inşa edilen saray, kale, sarnıç, hamam vb. yapıların kalıntıları araştırmacılar tarafından Filistin, Arabistan ve başka yerlerde gösterilmektedir (bk. J. Walker, “Süleyman [Sulaymân b. Dâvûd]”, İA, XI, 173).

Heykeller” diye tercüme edilen temâsîl kelimesi ile ilgili olarak tefsirlerde genellikle, bunların bakır, cam, mermer gibi maddelerden yapılmış melek, peygamber ve sâlih kişilerin heykelleri olduğu, insanların bu sembolleri görüp onlar gibi kulluk etmelerinin sağlanmasının amaçlandığı belirtilmekte; heykel yapmanın –zulüm ve yalan söyleme gibi– özündeki kötülük sebebiyle yasak bir fiil olmadığı hatırlatılıp bu konuda şeriatlar arasında farklılıkların bulunabileceği, Hz. Süleyman zamanında dinen yasak sayılmayan bu fiilin belirli şartlar altında ve belirli gerekçelerle İslâm’da yasaklandığı üzerinde durulmaktadır; bazı müfessirler ise o dönemdeki heykellerin de insan heykeli olmayabileceğinden söz ederler (meselâ bk. Zemahşerî, III, 253-254; İbn Atıyye, IV, 409; Kitâb-ı Mukaddes’te konuya ışık tutan bazı bilgiler için bk. II. Tarihler 3/10-13, 4/1-22).

Âyette “şükredin” denmeyip “Şükür için çaba gösterin” şeklinde çevrilebilecek bir ifade kullanılmış olması, İslâmî anlayışta şükrün davranışlara yansıtılmasının esas olduğuna işaret eder (bu hususta bilgi için bk. İbrâhim 14/7’nin tefsiri). Gramer açısından yapılan izahlar dikkate alınarak (meselâ bk. Şevkânî, IV, 363) âyet metnindeki ilgili cümleyi, “Size verdiklerinden ötürü O’na şükür olmak üzere Allah’a itaat kapsamında ameller yapın”, “Şükür mahiyetinde ameller yapın” veya “Hakkıyla şükredin” şeklinde de çevirmek mümkündür. Hz. Peygamber’in minbere çıkıp bu âyeti okuduktan sonra şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Şu üç haslet kime verilmişse –âyetteki ifadesiyle– ‘şükür davranışı göstermek’ de kendisine nasip olmuş demektir: Kızgınlık ve sükûnet halinde adaletli davranmak, yoksulluk ve zenginlikte itidalli harcama yapmak, gizli ve açık durumlarda Allah korkusunu korumak” (İbn Atıyye, IV, 410).

Hakkıyla şükredenler” diye çevirdiğimiz şekûr için “şükrü edâ edebilen; sağlam bir inançla, aczini ve kusurluluğunu itiraf ederek bütün kalbini, dilini, bedenini ve vakitlerinin çoğunu şükrün ifasına veren ve bunun için âzami çabayı sarfeden kişi; içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun bütün durumlarda şükretme tavrını koruyabilen kişi” gibi açıklamalar yapılmıştır. Bazı müfessirlerin “Bundan maksat, şükretmekten âciz olduğunu anlayan kişidir” (Zemahşerî, III, 253-254) şeklindeki yorumu, bu gibi kişilerin “pek az” olduğu bilgisinin izahını da kolaylaştırmaktadır, nitekim bir âyette (İbrâhim 14/34) belirtildiği üzere insanlar Allah’ın nimetlerini adet değil tür olarak bile saymaya kalksalar başaramazlar; dolayısıyla belirtilen âyet ışığında burada şükürden âciz olduğunu idrak edebilenlerin çok az olduğuna işaret edildiği söylenebilir. Bu temayı destekleyen bir rivayete göre Hz. Dâvûd şöyle münâcâtta bulunmuştu: Ey rabbim! Sana şükretmemi sağlayan ilham ve güç de senin nimetlerin olduğuna göre, ben senin nimetlerine şükre nasıl güç yetirebilirim! Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Dâvûd! İşte şimdi beni hakkıyla tanıma mertebesine erişmiş bulunuyorsun” (İbn Atıyye, IV, 410).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 421-422
Sesli ve Görüntülü Yayınlar
  • Diyanet TV

  • Diyanet Kur'an Radyo

  • Diyanet Radyo

  • Diyanet Haber

  • Diyanet Yayınları