Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Yûsuf Suresi
248
13 . Cüz
104

Meal

Halbuki sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. O (Kur'an) âlemler içinde ancak bir öğüttür. 104﴿

Tefsir

Halbuki sen bunun karşılığında onlardan bir ücret de istemiyorsun. Kur’an herkes için ancak bir hatırlatma ve öğüttür.
105

Meal

Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler. 105﴿

Tefsir

Sözlükte âyet kelimesi “bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını gösteren işaret, açık alâmet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mûcize ve topluluk” anlamlarına gelir. Terim olarak, Kur’an-ı Kerîm’in bir veya birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada âyet kelimesi alâmet, delil ve ibret veren şey mânalarında kullanılmıştır. Yani gerek insanın kendisinde gerekse dış dünyada, göklerde ve yerde Allah’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetinin üstünlüğüne delâlet eden, insanların görüp ders ve ibret almasını gerektiren nice delil vardır. İnsanoğlu ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı karşıyadır. Bu tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim olan ilâhî kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken o, düşünmeden, ibret almadan bunlara sırt çevirip gider. Halbuki insanoğlu bunları düşünüp dikkatli bir şekilde incelese hem dünyada başarılı olacak hem de imanını taklitten tahkike çıkararak kâmil insan (has kul) olma yolunda ilerleyecek ve âhirette mutlu olacaktır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 261
106

Meal

Onların çoğu Allah'a ancak ortak koşarak inanırlar. 106﴿

Tefsir

İnsanların çoğu, göklerdeki ve yerdeki delilleri ibret gözüyle incelemedikleri ve akıllarını doğru kullanmadıkları için, Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde O’na çeşitli yollarla ortak koşarlar. Nitekim Câhiliye döneminde Arabistan halkı da Allah’a inanmakla birlikte (Lokmân 31/25) çeşitli şekillerde O’na ortak koşuyorlardı. Meselâ, bazı putperest Araplar meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanırken (Nahl 14/57), bir kısmı da kendilerini tanrıya yaklaştırsınlar diye putlara tapıyorlardı (Zümer 39/3). Hıristiyanlar, Hz. Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ederken, yahudilerin bir kısmı, “Üzeyir Allah’ın oğludur” diyorlardı (Tevbe 10/30). Ayrıca cinleri Allah’a ortak koşanlar da vardı (En‘âm 6/100).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 261
107

Meal

Yoksa Allah tarafından kendilerini kuşatacak bir azabın gelmeyeceğinden veya onlar farkında olmadan kıyametin ansızın gelip çatmayacağından emin mi oldular? 107﴿

Tefsir

Allah tarafından onlara kuşatıcı bir azabın gelmesi veya onlar farkında olmaksızın kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini güvende mi hissediyorlar?
108

Meal

De ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." 108﴿

Tefsir

“Ne yaptığımı bilerek” diye çevirdiğimiz basîret kelimesi sözlükte, “delil, kesin kanıt, inanç, bilgi, ibret alınacak şey, zihinsel olarak görmek, kestirmek, sezmek, idrak etmek, anlama ve kavrama yeteneği” gibi anlamlara gelmektedir. “Akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayış” şeklinde de çevrilmiştir (Esed, II, 480). Âyette Hz. Peygamber’e, yolunun İslâm dini olduğunu, insanları sadece Allah’a çağırdığını, dolayısıyla kendisi ve ona uyanların aydınlık bir yol üzerinde bulunduklarını, Allah’a ortak koşanlardan olmadığını bildirmesi emredilmiştir. İşte Allah’a davet, bu şekilde basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlâs ve samimiyetle, hikmet ve güzel öğütle olmalıdır (ayrıca bk. Nahl 16/125).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 261-262
109

Meal

Biz senden önce de, memleketler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Elbette ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? 109﴿

Tefsir

Bu âyet-i kerîme, müşriklerin Hz. Peygamber’i kastederek, “Ona bir melek indirilseydi ya!” (En‘âm 6/8) meâlindeki sözlerine cevap olarak inmiştir. Bu ve benzeri âyetler, insanlara cin ve melek gibi insandan başka varlıklardan peygamber gönderilmediğini ifade eder. “Kişiler” diye çevirdiğimiz ve sözlükte “erkekler” mânasına gelen “ricâl” kelimesine dayanan müfessirler çoğunluğuna göre, peygamberlerin tamamı erkeklerden gönderilmiştir. Ancak bazı âlimler Hz. İbrâhim’in eşi Sâre’nin, Hz. Mûsâ’nın annesinin ve Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’in de peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Zira bunlara da ya doğrudan veya melek vasıtasıyla vahyedilmiştir (krş. Âl-i İmrân 3/42; Hûd 11/71; Kasas 28/7; Tahrîm 66/11-12). İşte bu âyetlerde adı geçen kadınların peygamber olduklarına işaret bulunmakla beraber çoğunluğa göre bunlar peygamber değil, sadece faziletli hanımlardır (İbn Kesîr, IV, 346).

Müfessirler, “şehir halkı içinden” diye çevirdiğimiz min ehli’l-kurâ ifadesini dikkate alarak peygamberlerin göçebe kesimden değil, yerleşik medenî toplumlardan seçilmiş oldukları kanaatine varmışlardır (Râzî, XVIII, 226; Şevkânî, III, 69). Ehli’l-kurâ tamlamasına, “yeryüzünde yaşayan insanlar” mânası veren İbn Abbas’a göre ise bundan maksat, peygamberlerin müşriklerin istediği gibi göklerdeki varlıklardan değil, yeryüzünde yaşayan insanlardan gönderilmiş olduğunu ifade etmektir (İbn Kesîr, IV, 346).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 263
110

Meal

Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hale gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez. 110﴿

Tefsir

Hz. Âişe, âyeti şöyle yorumlamıştır: “Sıkıntılar uzayıp da yardım gecikince peygamberler kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin iman edeceklerinden ümitlerini kesmişler, inanmış olanların da kendilerini yalanlayacaklarını sanmışlardır. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelmiştir” (Buhârî, “Tefsîr”, 12/6).

Peygamberler de insan oldukları için birtakım olaylar karşısında bazı duygulara kapılabilirler. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de müminlerin çektikleri sıkıntı ve geçirdikleri sarsıntılar karşısında peygamberlerin buradakine benzer davranışlar sergiledikleri ifade buyurulmuştur. Ancak peygamberlerin, Allah’ın vaadinden dönmesini, söz verdiği yardımı yapmayarak onları yalancı çıkarmasını düşünmeleri mümkün değildir. Bu, onların peygamberlik vasıflarına aykırıdır. Nitekim onlar, en şiddetli sıkıntılar karşısında bile insan gücünün dayanabileceği en son merhaleye kadar dayanmışlardır. Sıkıntı ve ıstıraplar dayanılmaz bir hale geldiği, Allah’tan başka hiçbir ümit kalmadığı anda Allah’ın yardım ve zaferi yetişmiş; peygamberler ve onlara inanan müminler kurtuluşa ermiş, suçlular ise cezalandırılmışlardır.

Meâlinde “yalancı sayıldıklarını” diye çevirdiğimiz küzibû fiilindeki kıraat farklarına göre, âyetin ilk bölümünden şu mânalar anlaşılabilir:☼a) “Küzibû” şeklinde şeddesiz okunduğu takdirde: ☼1. Nihayet peygamberler insanların, kendilerine inanacağından umudu kestikleri, halkın da peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini sandıkları an, onlara yardımımız gelir. ☼2. Nihayet peygamberler, Allah tarafından kendilerine vaad edilen yardımın geleceğinden ümitlerini kesip, insanlar karşısında yalancı durumuna düşeceklerini sandıkları sırada onlara yardımımız gelir. İnsan olmaları sebebiyle, peygamberlerin de bu tür davranışlarının olabileceğine dair İbn Abbas’tan bir rivayet aktarılmakla birlikte, bazı müfessirler, Allah’ın sözünden dönebileceğini, değil peygamberler, herhangi bir müminin bile düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir düşünce kişiyi imandan çıkarır derler (Râzî, XVIII, 226).

☼b) “Küzzibû” şeklinde şeddeli okunduğu takdirde: ☼1. Nihayet peygamberler insanların inanacaklarından umut kestikleri ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını kesin olarak anladıkları zaman onlara yardımımız gelir. ☼2. Nihayet peygamberler, kavimlerinin iman edeceğinden umut kestikleri, inanmış olanların da inkârcılar tarafından yalanla itham edildikleri sonucuna vardıkları an onlara yardımımız gelir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 263-264
111

Meal

Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir. 111﴿

Tefsir

Peygamberlerin kıssaları gönül eğlendirici hikâyeler değil, ibret alınacak olaylardır. Buradaki “onların kıssaları”ndan maksat, ya genel olarak peygamberlerin kıssalarıdır veya bu sûrede anlatılan Hz. Yûsuf ile babası ve kardeşlerinin kıssasıdır. Gerçekten de Hz. Yûsuf’un yaşadığı sıkıntılardan kurtulup Mısır’da yüksek bir makama gelmesinde akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. Ancak birinci mâna daha kapsamlıdır.

Kur’an-ı Kerîm insanlar tarafından uydurulabilecek bir söz değil, kendisinden önce peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, Zebur ve İncil gibi kitapları tasdik eden ilâhî bir kitaptır. Kur’an’ın her şeyi açıklamasından maksat, dünyada var olan her şeyi açıklaması değil, insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-günah gibi dinî ve ahlâkî konulara dair gereken ayrıntıları vermesidir. O, hükümleriyle amel edenler için hem bir hidayet hem de rahmettir.

Yûsuf kıssası, iyilerle kötülerin mücadelesinde iyilerin başarılı olacağını anlatan, insanlığa iyimserlik aşılayan somut bir örnektir. Bu sebeple kıssada ders almak isteyenler için güzel ibretler vardır. Nitekim Allah Teâlâ kıssanın başlarında Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler için ibretler olduğunu ifade buyurmuştu (âyet 7). Burada da bütün peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için alınacak ibret olduğunu bildirmektedir. Hz. Yûsuf’un kıssasından alınacak dersler şöyle özetlenebilir:

Sûrede Hz. Ya‘kūb’un Allah’a imanı ve bu iman sayesinde musibetlere karşı gösterdiği sabır ve tevekkülü anlatılmıştır. Sevgili oğlu Yûsuf’u kurtların parçaladığı yalan haberi kendisine söylendiği zaman dahi metanetini yitirmemiş, sabretmiş ve Allah’ın yardımına sığınmıştır (âyet 18). Diğer oğlu Bünyâmin’i kardeşleriyle birlikte Mısır’a gönderdiği zaman da en hayırlı koruyucunun Allah olduğunu vurgulamıştır (âyet 64). Yûsuf hakkındaki aşırı derecede üzüntüsünden dolayı oğullarının, “büsbütün helâk olacaksın” şeklindeki uyarıları karşısında o, gam ve kederini sadece Allah’a arzettiğini ifade etmiş ve oğullarına, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini, gidip Yûsuf’u ve kardeşi Bünyâmin’i aramalarını emretmiştir (âyet 86-87).

Yine Hz. Ya‘kūb, oğullarına “Mısır’a ayrı ayrı kapılardan giriniz” diye nasihat edip gelebilecek tehlikelerden korunmaları için tedbir almalarını tavsiye ettikten sonra, “Ama, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam; hüküm sadece Allah’ındır” diyerek Allah’a olan tevekkülünü göstermiştir (âyet 67).

Hz. Yûsuf, zindandaki arkadaşlarını tevhid dinine çağırmış ve Allah’ın birliğine dair onlara çeşitli aklî deliller getirmiştir. Onun bu üslûbu güzel bir davet örneğidir.

Nitekim Aziz’in karısının sık sık Hz. Yûsuf’la baş başa kalması kadının ona âşık olmasına yol açmıştır. İslâm, bu gibi sakıncalı durumları önlemek için kadının, halvet sayılabilecek şekilde yabancı erkeklerle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. Fıkıhta halvet, aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının başkalarına kapalı olan bir yerde baş başa kalmalarını ifade eden bir terimdir (geniş bilgi için bk. Orhan Çeker, “Halvet”, DİA, XV, 384).

Hz. Yûsuf, kendisiyle birlikte olmak isteyen kadının çekiciliğine ve ortamın elverişli olmasına rağmen, velinimetine ihanet etmekten Allah’a sığınarak bir iffet ve sadakat örneği sergilemiştir. Daha sonraki tehditler karşısında da “Rabbim! Zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir” diyerek günah işlemektense zindana atılmayı yeğlemiştir (âyet 33).

Hz. Yûsuf, karşılaştığı sıkıntı, zulüm ve haksızlığa rağmen sarsılmamış, Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemiş, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemiştir (âyet 90). Allah Teâlâ da sabrının karşılığında ona ilim, hikmet vermiş ve Mısır’da geniş yetkilerle donatılmış bir makam nasip etmek suretiyle onu ödüllendirmiştir (âyet 56).

Bu kıssa, Allah’ın takdirini hiç kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından da ibret vericidir. Nitekim, kardeşlerinin Hz. Yûsuf’u kıskanmaları ve ona bunca kötülük etmeleri, onun yükselmesine engel olamamış, tam tersine buna zemin hazırlamıştır.

Hz. Yûsuf, kendisini öldürmek isteyen ve kuyuya atan kardeşlerinden istediği gibi intikam alma güç ve imkânına sahip olduğu halde bunu yapmamış, kötülüğü iyilikle karşılamıştır. Kardeşleri onun huzurunda suçlarını itiraf ettikleri zaman, “Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” diyerek peygambere yakışır bir yücelik göstermiştir. Hz. Peygamber de Mekke’yi fethettiği zaman kendisine yıllarca kötülük eden, en sonunda şehri terketmek zorunda bırakan Mekkeliler hakkında Hz. Yûsuf’u örnek almış ve onun 92. âyette aktarılan sözünü tekrarlayarak onları affetmiştir.Özü itibariyle kıssa, insanlığın serüvenine hâkim olan, insanın öz benliğinde ve sosyal hayatta sürüp giden iyi ile kötünün mücadelesinden ilginç ve etkileyici bir kesit vermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 265-267
Ra'd Suresi
249
13 . Cüz

Ra'd Sûresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada on üçüncü, iniş sırasına göre doksan altıncı sûredir. Muhammed sûresinden sonra, Rahmân sûresinden önce nâzil olmuştur; Mekke’de mi Medine’de mi indiği hakkında farklı rivayet ve tesbitler vardır. Mushaftaki tertibe göre sûrenin Mekke’de inmiş olan ve hurûf-i mukattaa ile başlayan sûrelerin arasına yerleştirilmiş olması, üslûbunun Mekkî sûrelere benzemesi, muhtevasında tevhid ilkeleri, müşriklerin kınanması ve yerilmesi gibi konuların yer alması sebebiyle Mekke’de inmiş olduğu rivayeti tercih edilmiştir; 31-32. âyetlerinin Mekke’de, diğerlerinin ise Medine’de indiğini, ayrıca tamamının Medine döneminde geldiğini söyleyenler de vardır.

Adı/Ayet Sayısı

         Sûre, adını 13. âyette Allah’ı tesbih ettiği bildirilen ve “gök gürültüsü” anlamına gelen ra‘d kelimesinden almış ve sahâbe döneminden itibaren sadece bu adla anılmıştır.

Konusu

Ra‘d sûresinde Allah’ın varlığı, birliği, ilmi ve kudretinin aklî delillerle ispatı; evrenin sahibi ve ondaki tasarruf hususunda tek yetkili oluşu, bu sebeple ibadete lâyık ve müstahak tek mâbud oluşu, peygamberlik ve peygamberlerin doğrulukları, evlenme, çocuk sahibi olma gibi bazı nitelikleri, vahiy ve Kur’an-ı Kerîm’in hak oluşu, Kur’an’ın özellikleri, öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem, samimi müminlerin özellikleri, müşriklerin ortaya attığı şüpheler ve bunlara verilen cevaplar, Ehl-i kitabın Kur’an karşısındaki tutumu ile toplumların kaderini etkileyecek derecede önemli birçok ahlâkî konu, tabiat olayları ve gök cisimleri arasındaki ilâhî nizam vb. konular ele alınmıştır.

1

Meal

Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar Kitabın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar. 1﴿

Tefsir

Başında hurûf-i mukattaanın bulunduğu sûrelerde (Bakara 2/1) bu harflerden sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilir. Nitekim burada da aynı üslûp kullanılarak “İşte kitabın âyetleri” buyurulmaktadır. “Kitap”tan maksadın hangi kitap olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte müfessirlerin çoğunluğu bunun Kur’an olduğu, âyetlerin de Kur’an âyetleri veya sadece bu sûredeki âyetler olduğu kanaatindedir (İbn Kesîr, IV, 350; İbn Âşûr, XIII, 78; Elmalılı, IV, 2942). Bazı müfessirlere göre buradaki kitap bu sûreyi, âyetler de bu sûrenin âyetlerini ifade eder (Zemahşerî, II, 348). “Kitaptan maksat Kur’an’dan önceki kitaplardır” veya “Tevrat ve İncil’dir” diyenler de vardır (bk. Taberî, XIII, 91-92). Âyetleri okuyup anlayarak kitabın hak olduğu sonucuna varmayı teşvik amacıyla önce âyetlere dikkat çekilmiş, sonra kitabın hak olduğu söylenmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 270-271
2

Meal

Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş'a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız. 2﴿

Tefsir

“Gökler” anlamına gelen semâvât kelimesi yıldızların, güneş sistemlerinin ve galaksilerin kendi yörüngelerinde seyrettikleri uzayı ifade eder. Yüce Allah burada bir tabiat kanununa işaret etmekte, gökyüzündeki bu cisimleri bizim görebileceğimiz bir direk olmaksızın kudretiyle yükseltip yönettiğini haber vermektedir. O, bu büyük kütleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirine çarpmamalarını sağlamak için bu kütlelere merkezkaç kuvveti ve kütlesel çekim gücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak suretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin (22) 65. âyetinde Allah Teâlâ “Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur” buyurarak bu cisimler arasındaki ilâhî nizama işaret etmiştir (bu konuda bk. Bakara 2/22, 29, 164; Allah’ın arşa istivâ etmesi konusunda bilgi için bk. A‘râf 7/54).

Âyette Allah’ın güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdiği, bunları kullarının hizmeti için yarattığı, her birinin belirlenmiş bir vakte yani kıyamete kadar akıp gideceği bildirilmektedir (güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Yukarıda da belirtildiği üzere bu cisimler durağan değil hareket halinde bir sisteme bağlı bulunmaktadır. Ay dünya çevresinde, dünya güneş çevresinde, güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye kadar akıp gidecektir. Bu ifade dünyanın hatta yaratılmış âlemin sonlu olduğuna işaret eder. Ayrıca âyet bütün olarak evrendeki oluşum ve değişimlerin, bunlarla ilgili “tabiat kanunları” denilen yasaların tabiatın özünden kaynaklanmayıp Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve hikmetinin eserleri olduğunu da gösterir. “İşleri Allah düzenliyor” meâlindeki cümle bunu açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar Allah’ın kudretini gösteren alâmetlerdir. Allah bunları açıklıyor ki insanlar onun kudretini tanısın ve evreni yaratıp yöneten Allah’ın insanları öldükten sonra diriltip huzurunda toplayabileceğine ve dünyada yaptıklarından hesaba çekebileceğine kesin olarak iman etsinler.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 271
3

Meal

O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah'ın varlığını gösteren) deliller vardır. 3﴿

Tefsir

Bir önceki âyette Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren gökyüzündeki delillere değinilmişti. Burada da aynı konularla ilgili olarak yer küresindeki deliller ele alınmaktadır.

Yeryüzünün enine boyuna uzatılmasından maksat, yer küresinin çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya, korunmaya, ziraat yapmaya ve beşerî ihtiyaçların gereği olan başkaca faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insan gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir.

Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaşamaya elverişli olarak yaratmış olması, bunun için yer küresinin dengesini sağlayacak dağlar, tarım ve hayvancılığa elverişli ovalar, vadiler, yaylalar, nehirler, çeşit çeşit meyveler meydana getirmiş olması, O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren delillerdir. Allah canlı varlıkları erkekli dişili yarattığı gibi bitkileri de erkekli dişili yaratmıştır. Bitkiler de erkek ve dişi tohumların birleşmesiyle ürün verir. Bazı türlerde erkek ve dişi organlar ayrı bitkilerde olduğu halde çoğunda aynı çiçekte olur. Bunlar Allah’ın kudretini gösteren delillerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 272
4

Meal

Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah'ın varlığını gösteren) deliller vardır. 4﴿

Tefsir

Bunlar yeryüzündeki birbirine komşu, bitişik veya birbirinden uzak kıtalar ve bölgeler olup her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Şekilleri, renkleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, verimlilikleri farklı olduğu gibi üzerinde yaşayan canlılar ve bitkiler de farklıdır. Bir tek kökten bazan bir tek gövdeli (çatalsız) ağaç meydana gelirken bazan da çatallanarak veya ayrı sürgünler vererek çatallı veya birden fazla ağaç meydana gelmekte, dal budak salarak büyümekte ve ürün vermektedir. Her bir ağaç aynı suyu gövdesine aldığı halde ondan kendisine yüklenen programa uygun olarak farklı yararlanmakta ve şekli, rengi, tadı farklı meyveler vermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 272
5

Meal

Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, "Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?" demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. 5﴿

Tefsir

Bunca deliller bu evreni yaratan bir gücün varlığını göstermesine rağmen, Allah’ın inkâr edilmesi nasıl şaşırtıcı ise öldükten sonra dirilmeye inanmamak da o kadar şaşırtıcıdır. Şüphe yok ki evreni ve hayatı yaratan Allah, ölümden sonra hayatı yeniden yaratacak güce sahiptir. Âyet-i kerîme Allah’ın kudret ve hikmetini inkâr eden o kâfirlerin mantıkî tutarsızlığına işaret ve âhiretteki durumlarını tasvir etmekte, boyunlarına takılan halkalarla güdüleceklerini ve cehenneme sürüleceklerini haber vermektedir. Âyet mecaz olarak alındığı takdirde inkârcıların, tabuların ve şartlanmışlıkların tutsağı olduklarını ifade eder. Bu anlamı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. Yâsîn 36/8).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 273-274