Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Yûnus Suresi
213
11 . Cüz
34

Meal

De ki: "Allah'a koştuğunuz ortaklarınızdan, başlangıçta yaratmayı yapacak, sonra onu tekrarlayacak kimse var mı?" De ki: "Allah başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. O halde nasıl oluyor da (haktan) çevriliyorsunuz?" 34﴿

Tefsir

Müşriklerin öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkâr etmelerine karşı bir cevap teşkil eden âyette yaratılışın başlangıcından itibaren, herkesin görüp gözlediği tabiattaki sürekli canlanmaya, yenilenmeye dikkat çekilerek bunları gerçekleştiren yaratıcının insanları yeniden diriltmeye ve dolayısıyla âhiret hayatını gerçekleştirmeye de muktedir olduğu kanıtlanmak istenmiştir. Evrendeki her şey gibi hayat da ilk defasında yoktan var edilmiştir; sürekli olarak da yenilenmektedir. İnsanların, tanrısal güçler yükleyip Allah’a eş tuttukları varlıklarda bu muhteşem olayı düzenleyecek, gerçekleştirecek ilim, irade, güç var mıdır, böyle bir şey olabilir mi? Âyet, bu sorunun tek cevabı olduğunu bildiriyor: “İlkten yaratan da yaratmayı tekrar eden de Allah’tır.” Şu halde insanların sahte tanrılara yönelmesi anlamsızdır. Başka yönlerden olduğu gibi yaratıcı güç olarak da Allah birdir ve ortaksızdır. İslâmî literatürde buna rubûbiyyet tevhidi denilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 100
35

Meal

De ki: "Allah'a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?" De ki: "Hakka Allah iletir." Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" 35﴿

Tefsir

“Gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” gibi anlamlara gelen hak kelimesi genellikle bâtılın zıddı olarak gösterilir. Râgıb el-İsfahânî, âyetlerden örnekler vererek hakkın Kur’an’da başlıca dört mânaya geldiğini belirtir: 1. Bir şeyi hikmete uygun olarak icat eden; buna göre hak, Allah’ın ismi veya sıfatıdır. 2. Hikmete uygun iş; Allah’ın bütün fiilleri buna göre haktır. 3. Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma; bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi. 4. Gerektiği şekilde, gerektiği ölçüde ve uygun zamanda yapılan iş (el-Müfredât, “hkk” md.). Bu tariflerden de anlaşılacağı gibi hak kelimesi hem doğru bilgi ve inancı hem de düzgün ve erdemli yaşayışı ifade eden bir terimdir.

Bir önceki âyette Allah’tan başka yaratıcı tanımamak gerektiği ifade buyurulduktan sonra burada da insanların fikirde, inanç ve yaşayışta hakka yani doğru ve iyi olana ulaşma hususunda Allah’ı dışlayarak O’ndan başkasının rehberliğine bel bağlamalarının kesinlikle yanlış olduğu belirtilmektedir. Çünkü “Hakka götüren yalnız Allah’tır.” O’nu inkâr ederek yahut O’na ilgisiz kalarak nihaî hakikate, en iyi yaşayışa ulaşılamaz. Bu sebeple Allah Teâlâ, Fâtiha sûresinde bize, “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet!” diyerek kendisine dua etmemizi öğütlemiştir. Son noktada hidayet de bu anlama gelir. Şu halde insanın hayatını hatta insan olarak varlığını anlamlı kılan bu temel amaca ulaşma hususunda kendisine hiçbir şey kazandırmayan sıradan varlıkları izlemesi yani onları tanrı yerine koyup kul olması ona yaraşır mı? Sonuç olarak Allah, yaratıcı güç olarak bir olduğu gibi kendisine kulluk edilmeye lâyık olması bakımından da ortaksızdır, birdir. Bu inanca da ulûhiyet tevhidi denilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 100-101
36

Meal

Onların çoğu ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak namına hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir. 36﴿

Tefsir

Zan kelimesini, “kesin delile dayanmayan görüş; aksi de muhtemel olan kanaat” gibi değişik şekillerde tarif edenler olmuştur (bk. Râzî, XVII, 92; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “Zan” md.). Taberi, âyetteki hak kelimesini “kesin bilgi” (yak^n), zannı da “kuşku” (şek) olarak açıklamıştır (XI, 114). Buna göre müşriklerden çoğunun dinî konulardaki inançları, kesinlikten uzak, ihtimalli ve kuşkulu kanaatlerden ibaretti. Halbuki imanda kuşku ve ihtimale yer olamaz. Âyetten anlaşıldığına göre bazı müşrikler aslında Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, âhiret hayatı gibi temel itikadî konularda Peygamber’in bildirdiklerinin doğruluğunu; putlarının işe yaramaz nesneler olduğunu biliyorlardı; ne var ki, mevki ve itibarlarının sarsılacağı, menfaatlerinin zedeleneceği gibi kaygılarla bunları muhafaza ediyor, İslâm’a ve Resûlullah’a karşı düşmanlık besliyorlardı.

Âyetteki “Zan hiçbir şekilde hakkın yerini tutamaz” sözü, genel ve evrensel bir ilmî kuralı ifade etmektedir. Bu ifadeyle dolaylı olarak Kur’an yolundan gidenlerden inanç, düşünce, bilgi ve hayatlarını her türlü safsatadan, hurafeden vb. temelsiz anlayışlardan arındırarak gerçekler üzerine kurmaları istenmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 101
37

Meal

Bu Kur'an, Allah'tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Fakat o kendinden öncekileri doğrulayıcı ve Kitabı (Allah'ın levh-i mahfuzdaki yazısını) açıklayıcı olarak, indirilmiştir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. (O) âlemlerin Rabbi tarafındandır. 37﴿

Tefsir

İlk âyetlerinden de anlaşılacağı üzere sûrenin asıl maksadı, inkâr-cıların Kur’an’a itirazlarını cevaplamak, onun vahiy eseri olduğunu ortaya koymaktır. Bunun için –diğer bazı konular yanında– özellikle yüce Allah’ın nelere muktedir olduğunu anlatan açıklamalar yapıldıktan, hatta bu hususu bizzat putperestlerin de kabul ettikleri hatırlatıldıktan sonra, aynı yüce kudretin, olağan üstü bir yolla peygamberine Kur’an’ı göndermesinin de imkânsız olmadığını anlatmak üzere tekrar vahiy konusuna dönülmüş; konumuz olan âyette, vahiy fikrine bir türlü akılları yatmayan veya statülerini ve menfaatlerini korumak için öyle davranan müşriklerin, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in uydurduğu şeklindeki iddialarına cevap verilmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’in “kendisinden önceki ilâhî kitapları doğrulama­sı”ndan maksat, insanlığın gelişmelerine paralel olarak yeni hükümler içermesi yanında, zamanla kısmen tahrife uğradığı için kuşkulu hale gelmiş olan Tevrat, İncil gibi kutsal kitapların kusurlarını gidererek onların doğru olan asıllarını onaylaması ve yeni ifade kalıpları içinde tekrar insanlığa sunmasıdır. Bazı müfessirler, “konulmuş olan hükümler” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki kitap kelimesini de eski kitaplar olarak anlamışlardır; ancak Taberî (XI, 117) ve Zemahşerî (II, 191) gibi müfessirler –muhtemelen bu anlayışın, âyette lüzumsuz bir tekrar bulunduğu kanaatine yol açacağını düşündükleri için– buradaki kitap kelimesini “Allah’ın Muhammed ümmetine yazdığı, onlara farz kıldığı hükümler” şeklinde açıklamışlardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 103-104
38

Meal

Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. 38﴿

Tefsir

Kur’an-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’in sözü olduğunu iddia edenlere karşı yer yer onun hiç olmazsa bir bölümünün benzerini kendilerinin de ortaya koymaları yönünde meydan okuyan çeşitli âyetler vardır (Bakara 2/23-24; Hûd 11/13; Kasas 28/49; Tûr 52/34). Kur’an-ı Kerîm’in bir sûresinin, hatta bir âyetinin bile benzerinin yapılamaması özelliğine onun “i‘câz”ı denir (bilgi için bk. Bakara 2/23).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 104
39

Meal

Hayır öyle değil. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara indirilen kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu. 39﴿

Tefsir

Müşriklerin, Kur’an-ı Kerîm’i yalanlamaları yani onun Allah kelâmı olmadığını iddia etmeleri, Kur’an hakkında yeterli bilgiye sahip olmalarından kaynaklanmıyordu; tam tersine onlar her yönüyle inceleyip üzerinde gerektiği kadar düşünmeden, mahiyeti hakkında kuşatıcı bilgiye ulaşmadan, Kur’an’ın ilerisi için bildirdiği şeyler henüz vuku bulmadan onu yalanlamaya kalkışıyorlardı ki bu bir cahillik örneğidir. Bu şekildeki bir yalanlamanın aslı ise küstahlık ve düşmanlık duygusudur (İbn Âşûr, XV, 171). Zemahşerî (II, 191) bu âyeti şöyle açıklamaktadır: “Onlar, Kur’an’ı anlamadan, mahiyeti hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan, üzerinde düşünmeden, nihaî yorumunu ve anlamlarını yeteri kadar kavramadan onun asılsızlığını ileri sürmeye kalkışıyorlardı; bunun sebebi de kendi dinlerine uymayan şeylerden nefret etmeleri, atalarının dinini terketmekten korkmalarıdır. Onların durumu taklitçi olarak yetişmiş haşvîlerin durumuna benzer. Nitekim bunlar da içinde yetiştikleri, alışageldikleri telakkiye uymayan küçük bir söz dahi duysalar, –isterse bu söz, güneş ışığından daha açık bir gerçeği, şaşmaz hakikati ifade etsin– onun doğruluğu veya yanlışlığı üzerine düşünüp taşınmadan, daha duyar duymaz reddederler, çünkü taklitçinin aklı, sadece kendi yolunun doğru olduğu, diğer bütün inançların asılsız olduğu kanaatinden başka bir şeyi düşünemez.”

Zemahşerî’nin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere bu âyet bize, müşriklerin Kur’an karşısındaki ön yargılı tutumlarını bildirmesi yanında, daha genel olarak şunu öğretmektedir: Bir görüşü, düşünceyi, iddiayı kabul veya reddederken onun mahiyeti, anlamı, amacı hakkında yeterli ve kuşatıcı bir bilgi birikimine sahip olmak; onu bütün derinliğiyle iyi kavrayıp yorumlamak; onun bizi nereye götüreceğini, zihnî ve amelî yönden, dünya ve âhiret hayatımız açısından bize ne sağlayacağını iyice ölçüp tartmak gerekir. Arap putperestlerinin Kur’an ve İslâmiyet karşısındaki cehaletten, taassuptan ve ön yargıdan kaynaklanan olumsuz tutumları, tarihin sonraki dönemlerinde, daha çok din adamlarının ve siyasetçilerin kışkırtmalarıyla hıristiyan dünya tarafından da yüzyıllarca sürdürülmüştür. Batı’da objektif ve bilimsel düşünme alışkanlığının gelişmesine paralel olarak Kur’an karşısındaki bu önyargılı tutumun da zayıfladığı gözlenmektedir. Âyet, eski çağlarda da ilâhî dinler karşısında böyle bilgi ve insaf temeline dayanmayan olumsuz davranışların sergilendiğini belirttikten sonra “...ama bak zalimlerin sonu nice oldu!” ifadesiyle son noktada doğrunun yanlışa, adaletin haksızlığa galip geleceğine işaret etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 104-105
40

Meal

İçlerinden öylesi var ki ona (Kur'an'a) inanır; yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları daha iyi bilendir. 40﴿

Tefsir

İnkâr ve kötülüğe saplanmış başka birçok toplulukta olduğu gibi putperest Araplar arasında da –bir önceki âyette belirtildiği üzere– yeterince bilgi edinmeden Kur’an’a inanmayanların veya onun doğruluğundan şüphe edenlerin yanında, Kur’an’ın gerçekleri ifade ettiğini vicdanen kabul ettikleri halde sosyal statülerinin, menfaatlerinin sarsılacağı gibi psikolojik sebeplerle onu reddedenler de vardı. Müfessirlerin çoğu âyeti bu şekilde anlarken Taberî (XI, 118) gibi bazı müfessirler şöyle açıklamışlardır: “O müşrikler arasında bu Kur’an’a ileride inanacak olanlar bulunduğu gibi ebediyen inanmayacak olanlar da var.” Râzî, âyetten her iki anlamın çıkarılabileceğini belirterek bir tercih yapmadan bu iki anlayışı aktarmıştır (XVII, 99). Bununla birlikte meâlde tercih ettiğimiz anlam, insanların tercihlerini yaparken sadece zihinsel olarak ulaştıkları doğru-yanlış yargılarına göre davranmadıklarını, çeşitli duygusal zaaflarının da tesirinde kaldıklarını, hatta putperest Araplar gibi gelişmemiş toplumlarda çoğunlukla duygusal zaafların aklî yargıları bastırdığını ifade etmesi bakımından daha anlamlı ve Kur’an’ın maksadına daha uygun görünmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 105-106
41

Meal

Eğer onlar seni yalanlarlarsa, de ki: "Benim işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım (sorumlu değilim)." 41﴿

Tefsir

Peygamber’in dinle ilgili sorumluluğunun, Allah’ın hükümlerini insanlara duyurup bu hususta onları yeteri kadar aydınlatmaktan ibaret olduğunu bildiren âyet, sorumluluğun ferdîliği ilkesini ifade etmesi bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Bu âyetin, cihadı emreden âyetlerle neshedildiğini söyleyenler olmuşsa da Râzî’ye göre (XVII, 100) bu görüş isabetli değildir. Çünkü nesihten söz edilebilmesi için nesheden nassın, nesh edilendeki hükmü kaldırması gerekir. Halbuki bu âyet için böyle bir durum söz konusu değildir; zira burada herkesin eyleminin kendisini bağladığı ve ister mükâfat ister ceza şeklinde olsun, sonucunun da kendisine ait olacağı bildirilmektedir. Bu ilkenin mevcudiyeti savaşa karşı olmayı gerektirmez; savaş âyeti de bu ilkeyi ilga etmiş değildir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 106
42-43

Meal

Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin? 42﴿

Tefsir

42, 43 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.
Yûnus Suresi
214
11 . Cüz
43

Meal

İçlerinden sana bakanlar da vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi doğru yolu göstereceksin? 43﴿

Tefsir

Putperest Araplar’ın bir kısmı Hz. Peygamber’in tebliğini bizzat dinliyor; tutum ve davranışlarını, neler yaptığını, nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu gözleriyle görüyorlardı. Buna rağmen onun tebliğ ettiği vahyi Allah kelâmı olarak kabul etmeyip kendisini yalancılıkla suçlamaları kalplerinin hidayete kapalı olduğuna işaret eder. Onlar, Hz. Peygamber’i dinledikleri halde hakikati kavrama niyeti taşıyıp bu yönde gayret göstermemişler, bu maksatla akıllarını kullanmamışlardır; kezâ basiretli davranarak gördüklerinden ders alıp hidayete yönelmemişlerdir. Şu halde insan için asıl büyük kayıp görme ve işitme duyularından mahrum kalmak değil, akıl ve basiretini kullanmamaktır; nitekim gözleri görmediği veya kulakları işitmediği halde akılları ve basiretleri sayesinde inanç, düşünce ve davranış olarak doğru yolu bulmuş nice insan vardır (Zemahşerî, II, 192). Bazı insanların bizzat kendilerinde iyi niyet, irade ve gayret olmayınca yalnızca Peygamber’in çabası da onların hidayete kavuşmaları için yeterli olmamıştır. Şu halde bu iki âyetten çıkan sonuca göre insanların doğru bilgi ve inanca, güzel ve erdemli yaşayışa ulaşabilmeleri için hem iyi eğitimci, rehberlerden yararlanmaları; hem de kendilerinin iyi niyetle, akıl ve basiretlerini de devreye sokarak gerçeği, iyi olanı kabul edip uygulama iradesine sahip olmaları gerekmektedir. Böylece bu iki âyette doğru kaynaktan edinilen doğru bilgi ve iyi niyet, hakikate ulaşmanın vazgeçilmez şartları olarak ortaya konmaktadır.
44

Meal

Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler. 44﴿

Tefsir

Hidayet de dalâlet de hayır da şer de ceza da mükâfat da Allah’tandır. Fakat âyet bunun, asla Allah’ın insanları haksız yere sapkınlığa sevkettiği veya zarar verdiği, cezalandırdığı anlamına gelmediğini açık bir ifadeyle ortaya koymaktadır. Yukarıdaki iki âyette de işaret edildiği üzere yüce Allah insanlara hem peygamberler göndererek hem de onları akıl ve basiret gibi yüksek melekelerle donatarak doğru yolu bulmaları için gerekli olan imkânları bahşetmiştir. Buna rağmen yanlış yolda ısrar edenler, artık kendilerine –başkası değil– yine kendileri kötülük etmiş olurlar. Her ne kadar bazı âlimler, ısrarla Mu‘tezile mezhebinin bu âyete dayanarak savunduğu kadercilik karşıtı görüşünü çürütmeye çabalamışlarsa da onların getirdiği cebirci yorum âyetin lafzına da maksadına da aykırı düşmektedir (meselâ bk. Râzî, XVII, 102-103; krş. Zemahşerî, II, 192). Buna karşılık Taberî (XI, 120), Şevkânî (II, 509) gibi bazı Ehl-i sünnet mensubu müfessirler, âyeti Mu‘tezile’nin görüşüyle uyuşacak şekilde açıklamakta sakınca görmemişlerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 107
45

Meal

Onları yeniden diriltip hepsini bir araya toplayacağı gün, sanki gündüzün bir saatinden başka kalmamışlar (yeni ayrılmışlar) gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar ziyana uğramış ve doğru yolu bulamamışlardır. 45﴿

Tefsir

Allah’ın huzurunda hesap vermek üzere mahşerde toplanan insanlar, kıyametin dehşetini ve âhiret hayatının sonsuzluğunu anladıkla­rında dünyadaki hayatlarının veya –daha zayıf bir görüşe göre– kabirde kaldıkları sürenin (bk. Zemahşerî, II, 192) “sadece günün bir saati kadar” kısa sürmüş bir hayat olduğunu (krş. Nâziât 79/46), hâlâ birbirlerini tanıdıklarına göre uzun bir süre ayrı kalmadıklarını, dolayısıyla kabirde bulundukları sürenin de çok fazla olmadığını düşüneceklerdir. Fakat daha sonra insanların dünyada yakınlığı bulunanlarla bağı kopacak, herkes başının derdine düşecek, dünyadaki iman ve ameline göre ya mutlu ve sevinçli olacak ya da kederlere boğulacaktır (bk. Abese 80/34-42); Allah’ın huzuruna çıkartılacaklarına, dünyada iken yapıp ettiklerinin hesabını vereceklerine inanmayan ve bunun sonucunda doğru yolda yaşama sorumluluğunu duymayanlar o gün en büyük hüsranla karşılaşacaklardır. Allah onları mahşerde topladığı vakit, kendilerine öyle gelir ki sadece gündüzün görüşüp tanışacakları bir saati kadar (dünyada) kalmışlar.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 108
46

Meal

Onları tehdit ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) seni vefat ettirsek de sonunda onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir. 46﴿

Tefsir

Putperest Araplar’ın İslâm’ın gücü karşısında toptan yenilgiye uğrayacaklarını müjdeleyen âyette, Hz. Peygamber’e daha hayatta iken gösterileceği belirtilen inkârcılara yönelik ceza, onların müslümanlar karşısındaki yenilgileridir. Nitekim bu sûrenin gelmesinden sonra Hz. Peygamber, putperestlere karşı Mekke’nin fethedilmesine kadar varan büyük zaferler elde etmiştir. Âyet, putperestlerin yenilgilerinin Resûlullah vefat ettikten sonra da süreceğine işaret etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 109
47

Meal

Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı) zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 47﴿

Tefsir

İnkârcılar, bu dünyevî cezaları tatmakla kalmayacak, inkâr ve isyan­larının hesabını vermek üzere âhirette Allah’ın huzuruna çıkarılıp 45. âyette belirtilen âkıbetle de yüz yüze gelecekler; sonunda ilmiyle her şeyi kuşatan ve bütün olup bitenlerin şahidi olan yüce Allah, herkese hak ettiğinin karşılığını âhirette verecektir. Ancak bu cezalandırmalar keyfî değildir, Allah Teâlâ âdildir; bu sıfatının bir sonucu olarak doğru inanç ve erdemli yaşayış konusunda insanları irşad eden elçiler göndermiştir. Aslında “her ümmetin bir peygamberi olmuş”; yüce Allah, peygamber ile hayattayken onu reddedenler arasında adaletle hükmetmiş, yani peygamberini himaye ederken ona karşı mücadele verenleri dünyada cezalandırmıştır, âhirette de cezalandıracaktır (Zemahşerî, II, 192-193). Fakat bazı peygamberlerden bir süre sonra tebliğ ettikleri din unutulmuş veya değiştirilmiş, bu suretle “fetret dönemi” denilen cehalet dönemleri yaşanmıştır. Böyle dönemlerde yaşayanlarla bulundukları yer ve durum itibariyle peygamberlerin tebliğlerini alamamış olan insan topluluklarına fetret ehli denir (bunların dinî ve ahlâkî sorumlulukları ile ilgili bilgi için bk. Nisâ 4/165; Mâide 5/19).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 109
48-49

Meal

"Eğer doğru söyleyenler iseniz, (söyleyin) bu tehdit ne zaman (gerçekleşecek)?" diyorlar. 48﴿ De ki: "Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler." 49﴿

Tefsir

Hz. Peygamber, âhiretle ilgili âyetleri putperestlere okuyarak onları uhrevî sorumluluk ve diğer âhiret halleriyle, cehennem azabıyla uyardıkça, “Ne zamanmış bu söylediklerin, şunu bir gerçekleştirsen de görsek!” gibi alaylı sözlerle inanmadıklarını ima ederler, gerçekten doğruysa onu gerçekleştirmesini ister, ancak o zaman inanacaklarını söylerlerdi. 49. âyette bu isteğe karşı Resûlullah’ın nasıl bir cevap vermesi gerektiği bildiriliyor. Herkese yaptığının karşılığını verecek olan Allah’tır; peygamberler de dahil olmak üzere hiç kimseye bu yetki verilmemiştir. Allah’ın insanlara imtihan için tanıdığı mühlet tamamlanınca herkes yaptığının karşılığını bulacaktır. Bu mühleti ertelemek veya çabuklaştırmak, peygamberler de dahil olmak üzere, hiç kimse için mümkün değildir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 111
50-54

Meal

De ki: "Söyleyin bakalım, onun azabı size geceleyin veya gündüzün (ansızın) gelecek olsa, suçlular bunun hangisini acele isterler?!" (Bunların hiçbiri istenecek bir şey değildir). 50﴿ (Onlara) "Azap gerçekleştikten sonra mı ona iman ettiniz? Şimdi mi!? Oysa siz onu acele istiyordunuz" (denilecek). 51﴿ Sonra da zulmedenlere, "Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun cezasına çarptırılıyorsunuz" denilecektir. 52﴿ "O (azap) gerçek midir?" diye senden haber soruyorlar. De ki: "Evet, Rabbime andolsun ki o elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah'ı) âciz kılacak değilsiniz." 53﴿

Tefsir

50, 51, 52, 53, 54 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.