Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Sebe' Suresi
434
22 . Cüz
49

Meal

De ki: “Hak gelmiştir; bâtıl ne yeni bir şey var edebilir, ne de eskiyi geri getirebilir.” 49﴿

Tefsir

De ki: “Hak gelmiştir; bâtıl ne yeni bir şey var edebilir, ne de eskiyi geri getirebilir.”
50

Meal

De ki: “Şayet ben yanlış yolda isem bunun vebali banadır. Eğer doğru yolda isem bu da rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O her şeyi işitmektedir, çok yakınımızdadır.” 50﴿

Tefsir

De ki: “Şayet ben yanlış yolda isem bunun vebali banadır. Eğer doğru yolda isem bu da rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O her şeyi işitmektedir, çok yakınımızdadır.”
51-54

Meal

Korkuya ve telâşa kapıldıklarında onları bir görsen! Artık kaçış-kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır. 51﴿ “Artık ona inandık” diyecekler; ama (dünyaya) bu kadar uzak bir yerden (kurtarıcı bir imana) kavuşmak ne mümkün! 52﴿ Daha önce onu inkâr etmişlerdi, gayb hakkında da körü körüne atıp tutuyorlardı. 53﴿ Artık kendileriyle arzuladıkları arasına bir set çekilmiştir; tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar sürekli şaşkınlığa iten bir kuşku içindeydiler. 54﴿

Tefsir

Sûrenin başında kıyametin kendilerine gelmeyeceğini iddia edenlerden söz edilmişti; bu âyetlerde de, o inkârcıların kaçışı, kurtuluşu olmayan güne yakalanmanın telâşı içindeki halleri tasvir edilerek sûre tamamlanmaktadır.

51. âyette geçen “yakın bir yerden yakalanma”, bazı müfessirler tarafından, yeryüzünden, kabirlerden, mahşerde hesap görülen yerden veya bulundukları yerden alınıp cezalandırılma şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XXII, 107-109; Şevkânî, IV, 384). Diğer bir yoruma göre ise burada, o kişilerin çepeçevre kuşatılmaları kastedilmektedir (İbn Atıyye, IV, 426). Muhammed Esed bunu “kendi içlerinden, kişiliklerinden, can damarından” şeklinde yorumlar (II, 883). 52. âyette geçen ve “Ama bu kadar uzak bir yerden (kurtaracak bir imana) kavuşmak ne mümkün!” şeklinde çevrilen cümle, imanın fayda vermesi ve kurtuluşa erme fırsatının çoktan kaçırılmış olduğunu veya tövbe etme ve tekrar dünyaya döndürülme isteğinin kabul edilmeyeceğini belirten temsilî bir anlatımdır (Taberî, XXII, 110-111; Şevkânî, IV, 384). 53. âyetin “körü körüne” şeklinde çevrilen kısmı lafzan “uzak yerden” anlamına gelmekte olup, bununla hiçbir sağlam delile dayanmadan ve bilinçsizce ortaya atılan iddialar kınandığı için (Şevkânî, IV, 384) böyle tercüme edilmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 443-444

Fâtır Sûresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. Furkan sûresinden sonra, Meryem sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Adı/Ayet Sayısı

         İlk âyetinde “yaratan” anlamına gelen fâtır kelimesi geçtiği için bu adı almıştır; aynı âyette “melekler” mânasına gelen kelimenin yer alması sebebiyle “Melâike sûresi” olarak da isimlendirilmiştir.

Konusu

Allah’ın yaratıcılığı, O’ndan başka tanrı bulunmadığı ve şirkin çarpık düşüncelere dayalı bir zihniyet ve tutum olduğu, Hz. Muham­med’in önceki peygamberler gibi Allah katından mesaj getirmiş hak peygamber olduğu, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceği ve dünyadaki amellerin karşılığının âhirette mutlaka görüleceği açıklanmakta, Cenâb-ı Allah’ın kudretinin delillerinden örnekler verilmektedir.

1-4

Meal

Hamd, gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O dilediği kadar fazlasını da yaratır. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir. 1﴿ Allah’ın insanlar için açtığı rahmeti kısabilecek yoktur, O’nun kıstığını da O’ndan başkası açamaz. O mutlak izzet ve derin hikmet sahibidir. 2﴿ Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırınızdan çıkarmayın. Allah’tan başka gökten ve yerden size rızık veren yaratıcı var mı? O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyse niçin haktan dönüyorsunuz? 3﴿

Tefsir

1, 2, 3, 4 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.
Fâtır Suresi
435
22 . Cüz
4

Meal

Sana yalancı diyorlarsa (bilesin ki) senden önceki peygamberler de yalancılıkla itham edilmişlerdir. Bütün işler sonunda Allah’a döndürülecektir. 4﴿

Tefsir

Mekke döneminin ilk yıllarında inen sûrenin bu ilk âyetlerinde, tek tanrı inancını zedeleyen telakkilerin yıkılması ve bu konudaki muhâkeme ârızalarının onarılması hedeflenmekte; yüce Allah’ın mutlak kudret ve egemenliği ile ilgili uyarılar yapılmaktadır. Bunları şöyle özetlemek mümkündür: 1. Hamd, evrendeki bütün varlıkların yegâne yaratıcısı ve sahibi olan yüce Allah’a mahsustur (dilimizdeki övme ve teşekkür kelimeleriyle hamd arasındaki farklar için bk. Fâtiha 1/2; Râzî’nin Kur’an’da “el-hamdü lillâh” diye başlayan beş sûre bulunmasından hareketle yaptığı bir yorum için bk. XXV, 238-239). 2. Melekleri yaratan, onlara dilediği yapıyı veren ve görevlerini belirleyen O’dur. 3. Hayır kapılarını açma ve kapama O’nun irade ve kudretine bağlıdır; kula yaraşan, başkalarından değil yalnız O’nun lutfundan istemektir. 4. Nimetlerin asıl kaynağı O olduğuna göre, şükre lâyık olan da O’dur. 5. Tevhid mücadelesinde en ağır yükleri taşıyan peygamberlerin karşılaştığı ortak tavır, yalancılıkla itham edilmek olmuş, fakat bu önyargılı tutum iman nurunu söndürmeye yetmemiştir. 6. Yüce Allah olup bitenlerden haberdardır; her işin inceden inceye hesabının görüleceği bir gün mutlaka gelecektir. “Yoktan var eden” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki fâtır kelimesinin kök anlamı “yaratmak, yoktan var etmek, bir şeyi yapmada ilk olmak, icat etmek”tir. Yüce Allah, evreni ve evrendeki bütün varlıkları ilk olarak yaratması, her varlığa aslî (fıtrî) özelliklerini vermesi sebebiyle kendi zâtını “fâtır” olarak nitelemiştir (Zemahşerî, III, 266). Âyetin “melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan” şeklinde çevrilen kısmını “ikişer, üçer, dörder kanatlı melekleri elçiler kılan” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 249). Büyük ve küçük melekler, vahyi iletmek, Allah’ın kulları ve evren ile ilgili emirlerini yerine getirmek gibi görevleri sebebiyle O’nun elçileridir. “Kanatlar” şeklinde çevrilen ecniha kelimesi (tekili: cenâh), bir şeyin kol, kanat gibi cüzlerini veya yönlerini ifade eder. Kanat kelimesinin bu âyette ve Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde hakikat anlamında mı yoksa meleklerin engelleri süratle ve kolayca aşma gücüne sahip olduklarını ifade etmek üzere, mecaz yollu mu kullanılmış olduğunu kesin olarak ortaya koyan bir delil bulunmamaktadır (İbn Âşûr, XXII, 249). Hakikat anlamında kullanılmış olsa da bunun mahiyet ve biçimini Allah bilir. Tefsirlerde değişik açıklamalar yapılmış olmakla beraber, buradaki sayıların muayyen bir miktar bildirmeyip çokluğu belirttiği söylenebilir. Âyetin devamında Allah Teâlâ’nın yaratma veya yaratılmışlarda dilediği arttırmayı yapma gücüne sahip olduğunun belirtilmesi ve Hz. Peygamber’in Cebrâil’i altı yüz kanatlı olarak gördüğüne dair rivayet bu anlayışı destekleyen delillerdendir (Zemahşerî, III, 266; Elmalılı, VI, 3973). Âyette, bir yandan meleklere inanmanın İslâm’ın iman esasları arasında önemli bir yer tuttuğuna, diğer yandan da onları yaratan ve görevlendirenin yüce Allah olduğuna, yani bu inancın Allah’a ortak koşma sınırına vardırılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Böylece –özellikle Araplar arasında yaygın bulunan– bazı putları melekleri sembolize eden, melekleri de insanları Allah’a yaklaştırmada aracılık eden varlıklar olarak görme telakkisi eleştirilmiş olmaktadır. Burada şöyle bir inceliğe işaret edildiği söylenebilir: Cenâb-ı Allah’ın bazı işler için melekleri görevlendirmesi veya vasıta kılması, insanların kulluklarını ifa ederken onları aracı kılmasına haklılık kazandırmaz; kulluk yalnız Allah’a yapılır. Meleklerin varlık sebebini de tam olarak yalnız, onları yaratan bilir. Fakat bunun hikmetleri üzerinde İslâm âlimleri bazı açıklamalar yapmaya çalışmışlardır. Bu hikmetlerden, tefsir etmekte olduğumuz âyet kümesi ile yakından ilgili olanı şudur: Melek inancına sahip olan kimse, kendisini iyiliğe çağıran her sese kulak verir; çünkü bunun meleğin sesi olduğuna, –5 ve 6. âyetlerde belirtildiği üzere– kötülüğe çağıran sesin de şeytana ait olduğuna inanır. Nitekim Hz. Peygamber bu konuda şöyle bir uyarıda bulunmuştur: “Şeytan da melek de insana sokularak kalbine bir şeyler getirir. Şeytanın işi kötülüğü telkin edip hakkı yalanlamaktır. Meleğin işi ise iyiyi tasvip edip hakkı doğrulamaktır. İçinde böyle bir duyguyu bulan kimse onun Allah’tan olduğunu bilsin ve O’na hamdetsin. Şeytanın telkinini hisseden ise şeytandan korunması için Allah’a sığınsın” (Tirmizî, “Tefsîr”, 3. Melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Ahmet Saim Kılavuz, “Melek”, İFAV Ans., III, 187-190). “O dilediği kadar fazlasını da yaratır” diye çevrilen cümle, “O yarattıklarında dilediği arttırmayı yapar” şeklinde de anlaşılmıştır. Bazı müfessirler bu ifadeyi, Allah Teâlâ’nın meleklerin kanatlarını dilediği kadar arttırabileceği şeklinde açıklamışlardır. Bazılarına göre ise bunu daha genel bir bakışla yorumlamak mümkündür. Onlara göre burada, meleklerle ilgili ifadenin uyandıracağı hayret sebebiyle muhataplara âdeta şöyle denmektedir: Evrende gördüğünüz mükemmel düzen ve denge ilâhî kudretin son sınırı gibi düşünülmemelidir. Allah dilerse müşahede veya tesbit ettiğiniz güzellik ve mükemmelliklerin, akıl, güç, ilim, sanat gibi imkân ve donanımların daha nicelerini yaratır (Zemahşerî, III, 267; Şevkânî, IV, 387). 2. âyetin ilk cümlesinde söz konusu edilen “ilâhî rahmetin kısılması”yla ilgili olarak dua, tövbe, başarı veya hidayetin nasip edilmemesi gibi açıklamalar yapılmışsa da sınırlandırıcı bir yoruma gitmeden, “Allah’ın insanlar için rahmeti açması”nı, O’nun rahmet hazinelerinden değişik nimetler lutfetmesini, “kısması”nı da bu nimetlerden mahrum bırakmasını içine alacak şekilde anlamak uygun olur (Şevkânî, IV, 387). Taberî de âyetin bu kısmını şöyle açıklamıştır: Hayır kapılarının anahtarları da kilitleri de Allah’ın elindedir; onu kime açarsa artık kimse onu kapayamaz, kime de kapatırsa kimsenin onu açmaya gücü yetmez (Taberî, XXII, 115).
5-8

Meal

Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, o aldatma ustası da Allah hakkında sizi kandırmasın. 5﴿ Şüphe yok ki şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. Çünkü o kendisine uyacaklara yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur. 6﴿ İnkâr edenler için çetin bir azap vardır; iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara ise bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. 7﴿ Kötü işleri hoşuna gidip de onları güzel bulan kimse (ile böyle olmayan bir) mi? Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helâk etme. Allah onların yaptıklarını elbette biliyor. 8﴿

Tefsir

İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette, “aldatma ustası” diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir (Taberî, XXII, 117). Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye “Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 268).

6. âyetin “Siz de onu düşman belleyin” diye çevrilen cümlesi için, “Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın” gibi izahlar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430). Aynı âyetin “Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur” şeklinde çevrilen kısmını, “Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah’a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A‘râf 7/17; Hicr 15/39).

8. âyetin “kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse” şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir: a) Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b) Bunlar, Allah’ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? (Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388). Bu âyette Hz. Peygamber’e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, “Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir” cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah’ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O’nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah’ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah’ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 450-451
9

Meal

Rüzgârları gönderip bulutları harekete geçiren Allah’tır. Böylece onu ölü bir bölgeye sevkeder, ölümünden sonra yeryüzüne onunla hayat veririz. İşte öldükten sonra dirilme de böyle olacaktır. 9﴿

Tefsir

Peygamber efendimizin, bu hayatın ardından yeni bir hayatın geleceği ve herkesin burada yaptıklarından sorguya çekileceği yönündeki uyarılarını mantıksız bulan ve çoğu zaman alayla karşılayan inkârcılara, insanlara öldükten sonra tekrar hayat vermenin yüce Allah’ın kudret ve azametini kavrayanlar için hiç de yadırganacak bir şey olmadığını anlatan bir örnek verilmektedir. Rüzgârların oluşturulması, onların bulutları harekete geçirmesi, bulutların yağmura dönüşmesi, yağmurun kurumuş toprağı canlandırması şeklinde sıralanan ve ilim, hikmet, kudret gerektiren bu olaylar dizisi üzerinde birazcık düşünmek, bunları gerçekleştiren gücün sahibi için insanları öldükten sonra diriltmenin kolaylığını anlamaya yetecektir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 453
10

Meal

Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur. 10﴿

Tefsir

İzzet kelimesi “onur, saygınlık ve güçlü olma” anlamlarına gelir. “Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir” şeklinde çevirdiğimiz cümleye, bazı müfessirler, “Kim o sözde tanrılara ve putlara taparak bir izzet elde etmek istiyorsa bilsin ki izzet tümüyle Allah’a aittir”, bazıları “Kim izzet istiyorsa Allah’a itaat etsin, izzet bulsun”, bazıları da “Gerçek anlamda izzetin kime ait olduğunu öğrenmek isteyenler bilsinler ki, her yönden izzet Allah’a mahsustur” mânasını vermişlerdir (Taberî, XXII, 119-120). Şeref, onur, güç, pâye, üstünlük gibi anlamları olan “izzet”in bütünüyle Allah’a ait kılınması, bu kavramın insanlar açısından asla kullanılamayacağını değil, insanların elde edebilecekleri her türlü onur ve pâyenin Allah’tan olduğunu ve ancak O’nun hoşnutluğuna uygun olması halinde değer taşıyacağını ifade etmektedir. Nitekim başka bir âyette bu kavram Allah’a, resûlüne ve müminlere izâfe edilmiştir (bk. Münâfikūūn 63/8). Âyetin devamında yer alan ve “Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur” şeklinde çevirdiğimiz cümle ile de, izzetin şeytanî düşünceleri geliştirmekle elde edilemeyeceğine bir telmihte bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Birçok müfessir “güzel söz”den maksadın, başta kelime-i tevhid olmak üzere Allah’ı anma ve yüceltme mânası içeren her türlü tesbih, tehlil, Kur’an tilâveti, dua, istiğfar vb. sözler olduğunu kaydeder (meselâ Zemahşerî, III, 270). Fakat bunu belirli sözlerle sınırlandırmayıp iyiliği teşvik, kötülüğü engelleme gibi “iyi, temiz, güzel” vasfına uyan başka sözleri de bu kapsamda düşünmek uygun olur (Şevkânî, IV, 390). “O’na yükselir” ifadesinden maksat, Allah’ın bunları kabul etmesi, Allah katında makbul olması veya yazıcı meleklerin yazdıklarıyla yükselmeleridir (Şevkânî, IV, 390).

“İyi iş ve davranışları da O yüceltir” şeklinde yapılan tercümede öznenin Allah Teâlâ olduğu görüşü esas alınmıştır. Burada öznenin güzel sözler olduğu kanaatini taşıyanlar da vardır; buna göre cümleyi şöyle çevirmek gerekir: “Onları da (iyi işleri de) Allah’a güzel sözler yükseltir.” Meâlin böyle olması durumunda cümlenin izahı şöyle olur: İyi işlerin Allah katında değer bulması sağlam bir imana, Allah’ın birliği inancına dayalı olmasına bağlıdır, kelime-i tevhidi benimsemeden yapılan iyi işler O’nun nezdine yükselmez (Zemahşerî, III, 270). Öte yandan bu cümlede öznenin iyi işler ve tümlecin güzel söz olduğu da ileri sürülmüştür. Bu takdirde anlam “Güzel sözleri yükselten iyi işlerdir” şeklinde olur. Bu görüşün İbn Abbas gibi bazı ilk dönem âlimlerine nisbet edilmesini ihtiyatla karşılayan İbn Atıyye şu açıklamayı yapar: Bu görüşte iyi amel olmadan iman sözünün değerinin olmayacağı kastediliyorsa bu Ehl-i sünnet inancıyla bağdaşmaz ve İbn Abbas gibi birinin bunu söylemesine ihtimal yoktur. Ama güzel söz iyi amelle desteklenirse daha değerli olur ve daha yücelere çıkar mânası kastedilirse tutarlı olur (IV, 431). Râzî, insanı diğer canlılardan üstün kılan temel özelliğin söz olduğu ve bunun kalp ile ilişkisi üzerinde durur; âyetin sözün önemine ve değerine bir atıfta bulunduğunu belirtir (XXVI, 9).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 453-454
11

Meal

Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi birbirinize eş kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne doğurur. Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir. Kuşkusuz bunlar Allah için kolaydır. 11﴿

Tefsir

Bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın yaratıcılık sıfatına değinilirken, diğer taraftan da O’nun bütün yaratılmışlara ait ayrıntıların bilgisine sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çerçevede, bir dişinin gebe kalması ve doğurması yani yeni bir canlının dünyaya gelmesinden her bir canlının ömrünün miktarına kadar evrende olup biten bütün olaylar ve incelikleri O’nun nezdinde mâlûmdur. Bir insanın ömrünün uzun veya kısa oluşu tesadüfe yahut kendiliğinden oluşa değil Allah’ın iradesine bağlıdır; bu irade değişmemek üzere levh-i mahfûz diye bilinen özel bir kayıt sistemine de bağlanmıştır. Âyetin “Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir” şeklinde çevrilen kısmı için şu yorumlar da yapılmıştır: a) Herkesin ömrünün ne kadar olacağı tamı tamına kayıtlı olduğu gibi bunun yaşanan her günü, ayı, senesi de kaydedilmektedir. Bu cümlenin “ömründen eksilen, eksiltilen” anlamına gelen ikinci kısmından maksat işte ömrün bu bölümü yani yaşanan ve bu yönde kayda geçirilen miktarıdır; “verilen ömür” anlamına gelen birinci kısmından maksat ise ömrün kalan bölümüdür. b) Bu cümle “Bir canlının ömrünün uzatılması da kısaltılması da mutlaka yazılıdır” anlamına gelmektedir. Hadislerde belirtildiği üzere bazı sebeplerle ömür uzatılabilir veya kısaltılabilir; ama bu da Allah’ın iradesiyle olmaktadır ve O’nun ezelî ilminde mevcuttur (bir kitapta kayıtlıdır). Allah’ın bildikleri insanlar tarafından bilinmediğinden, bu durum dünya hayatının sınav düzenini ve kişinin sorumluluğunu etkilemez (Şevkânî, IV, 391-392; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/20-23; insanın topraktan yaratılması ve nutfe hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/13-14; Rûm 30/20; insanların kendi nefislerinden eşler yaratılması hakkında bk. Nisâ 4/1).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 454-455