Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Sâffât Suresi
446
23 . Cüz

Sâffât Sûresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli al­tın­cı sûredir. En‘âm sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Adı/Ayet Sayısı

         Bütün kaynaklarda sûre Sâffât adıyla anılmış olup 1. âyette geçen ve “sıra sıra dizilenler, saf tutanlar” anlamına gelen bu kelime, ağırlıklı yoruma göre melekleri ifade etmektedir.

Konusu

Sâffât sûresinde Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkârcıların âhiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Mûsâ ve Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikâyelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin bâtıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur’an tilâveti ve duaların sonunda okunması âdet haline gelen ve “Sübhâne rabbike...” diye başlayıp “ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” diye biten âyetlerle son bulmaktadır.

1-5

Meal

Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır. 1-4﴿ O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir. 5﴿

Tefsir

İlk üç âyette hangi varlık topluluğundan bahsedildiği ve bunlara yüklenen işlevlerle ilgili ifadelerin ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu ifadelerle ya melek veya insan topluluklarının kastedilmiş olabileceğini belirten Râzî’nin açıklamalarından da (XXVI, 114-117) yararlanarak bu husustaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz:

a) Yaygın yorum, burada meleklerden söz edildiği yönündedir. Şevkânî’ye göre “sıra sıra dizilmiş olanlar”la dünyada insanların (ibadet için) saf tutmaları gibi semada saf tutan melekler kastedilmiştir. İbn Mes‘ûd, İbn Abbas, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde bu görüştedirler (IV, 442). İbn Âşûr da, Arap putperestlerinde putların emrinde melekler bulunduğu şeklinde bir inancın yer almadığını, meleklerin, buyruğu altında görev yaptığı tek gerçek Tanrı’nın Allah olduğunu, dolayısıyla aşkın âlemin en değerli yaratıkları olan melekler üzerine yemin edilmekle sûrenin temel amacı olan ve 4. âyette altı çizilen Allah’ın birliği inancına dikkat çekildiğini söyler (XXIII, 82). Buna göre bu âyetlerde dolaylı olarak putperestlere hitaben şöyle denilmektedir: “Allah’ın huzurunda sıra sıra dizilip ibadetle meşgul olan, buyruğunun yerine getirilmesine hizmet eden ve zikir okuyan melekler bulunmaktadır. Tanrı yerine koyup taptığınız putların böyle hizmetçileri bulunmadığını siz de kabul ettiğinize göre onları Allah’a nasıl ortak koşabilirsiniz!”

Meleklerin sıra sıra dizilmesi, çoğunlukla saf tutarak ibadet etmeleri şeklinde yorumlanmıştır. Ancak bunun mecazi bir ifade olup meleklerin Allah katındaki farklı derecelerine işaret ettiği de belirtilmektedir (Râzî, XXVI, 114).

“Engellemeye çalışanlar” diye çevirdiğimiz 2. âyet, meleklerin gök cisimlerini, en küçük bir sapmaya izin vermeksizin ilâhî buyruk ve yasalara itaat ettirmeleri, sevk ve idare etmeleri veya bütün kozmik ve dünyevî varlıkların ilâhî hüküm ve kanunlara boyun eğmelerini sağlamaları şeklinde açıklanır (İbn Atıyye, IV, 465) . Bunlar, ilk âyetteki meleklerden ayrı, özellikle bu işle görevlendirilmiş ayrı bir melekler topluluğu da olabilir (Taberî, XXIII, 34).

“Anmak için okuyanlar”la da meleklerin Kur’an’ı, ilâhî kitapları (Zemahşerî, III, 295) veya ilâhî kitaplar da dahil olmak üzere Allah’ı zikir mahiyetindeki sözleri okumaları kastedilmiştir (Şevkânî, IV, 442).

b) Bu âyetlerde bazı insan topluluklarından söz edilmiş olması da mümkündür. Bunlar, Râzî’nin ifadesiyle “Kendilerini Allah’a ibadete adamış olan ve bu özellikleriyle âdeta yer yüzünün melekleri sayılmaya değer bulunan yüce ve tertemiz beşerî ruhlar olabilir. Bu insanlar, Allah’ın huzurunda saf tutup namaz kıldıkları, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek şeytanın kalplerine zararlı dürtüler vermesini önledikleri ve namazda okudukları âyetlerle Allah’ı zikrettikleri için burada belirtilen niteliklerle Allah tarafından takdir edilmişlerdir. Ayrıca burada, insanları Allah’ın dinine davet eden, dinî ve ahlâkî bakımdan sakıncalı davranışlardan alıkoyan, Allah’ın hükümlerini yaşayan ve yaşatan âlimler topluluğu veya düşmana karşı saf tutup savaşan, harp meydanlarında yiğitçe haykırarak düşmanlarının kalplerine korku salan, Kur’an okuyup tekbir getirerek düşman üzerine saldıran mümin savaşçılar kastedilmiş olabilir.

c) Burada Kur’an âyetlerinin bazı özellikleri de kastedilmiş olabilir. Buna göre ilk âyette Kur’an’ın konularının zenginliğine, tertip ve düzenine, âyetler arasındaki uyuma; 2. âyette insanların kötü fiilleri işlemelerini yasaklayan, 3. âyette de iyi işler yapmalarını emreden âyetlere işaret edilmiştir (Zemahşerî, III, 295; Râzî, XXVI, 116). Muhammed Esed, Kur’an âyetlerini aklîleştirme yönündeki temel eğiliminin bir sonucu olarak, Râzî’ye nisbet ettiği, aslında diğer tefsirlerde de geçen (meselâ bk. Taberî, XXIII, 33-34; İbn Atıyye, IV, 465) bu şıktaki görüşü tercih ederse de bu yaklaşımın “melekler” anlamını vermekten kaçınma saikine dayandığı anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’ın başka yerlerinde de gerek meleklerin gerekse ay, güneş gibi kozmik varlıkların Allah’ı tesbih ettikleri, buyruğuna göre hareket ettikleri yönünde sarih ifadeli birçok âyet bulunmaktadır.

Bize göre bu âyetleri belli bir varlık türüne veya bir tür içindeki belli bir gruba hasretmek yerine, –ifadelerinin mutlaklığını da dikkate alarak– ilâhî yasalara boyun eğen bütün kozmik varlıklar yanında; aynı inanç ve kulluk bilincinde buluşup birleşerek Allah’a yönelen, ona kul olan; varlık düzeninde, ahlâkî ve dinî hayatta O’nun yasalarının egemen olması için çalışan; dilinde, gönlünde ve hayatında O’nun âyetlerini yaşatan, meleğiyle insanıyla bütün görünür ve görünmez varlıkların kastedildiğini düşünmek daha isabetlidir.

Böylece bu âyetlerde başlıca özelliklerine işaret edilen varlıklar üzerine yemin edilerek Tanrı’nın birliğine vurgu yapılmakta ve bu suretle Araplar’ın benimsediği putperestlik yanında bütün çok tanrıcı inançlar kesin bir dille reddedilmekte; Allah, “göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin rabbi, doğuların rabbi” olduğuna göre, O’ndan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyip kulluk etmenin anlamsızlığı dile getirilmektedir.

“(Güneşin) doğuş yerleri” diye çevirdiğimiz 5. âyetteki meşârık, meşrık kelimesinin çoğulu olup bu bağlamda mevsimlere, hatta yılın her bir gününe göre güneşin farklı doğuş noktalarına işaret etmektedir (bk. Taberî, XXIII, 35; İbn Âşûr, XXIII, 86-87). Muhammed Esed, âyetle ilgili olarak –bizim de katıldığımız– notunda şöyle demektedir: “Muhtelif gündoğumu noktalarının (meşârik) vurgulanması, yaratılmış fenomenlerdeki sonsuz çeşitliliğin, yaratıcının birliği ve benzersizliği ile karşıtlığını sergiler” (II, 910); yani yaratılanların çeşitliliğini ve yaratanın tekliğini ortaya koyar. Aynı yazarın, Rahmân sûresinin 17. âyetine düştüğü notta (III, 1097) belirttiği görüşe de katılıyoruz; orada olduğu gibi bu âyeti de Esed’in ifadesiyle, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade” olarak düşünmek yerinde olur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 519-521
6

Meal

Biz en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. 6﴿

Tefsir

“Yakın sema”dan maksat, arzdan bakıldığında gözlenen gök yüzüdür. Burada gökyüzünün, özellikle ay ışığının olmadığı berrak gecelerde çıplak gözle izlenen, yıldızlarla donatılmış muhteşem güzelliği hatırlatılarak bunu yaratan gücün mükemmellik ve eşsizliğine dikkat çekilmektedir. Gökyüzünün bu estetik manzarası başka âyetlerde, “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” şeklinde tasvir edilmektedir (Fussılet 41/12; Mülk 67/5).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 521
7-10

Meal

Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. 7﴿ Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. 8-9﴿ Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder). 10﴿

Tefsir

“Yüce topluluk” diye çevirdiğimiz 8. âyetteki mele-i a‘lâ, dünyaya göre yücelerde bulunduğu kabul edilen, ayrıca mânevî mertebeleri de yüksek olan melekler için kullanılan bir deyimdir. Burada, şeytanların bu yüce topluluğa kadar ulaşarak onların sahip olduğu bilgileri öğrenmelerinin önlendiği, nâdiren yanlarına kadar yaklaşıp bir bilgi kırıntısı kapanların olabileceği, ancak onların da isabet ettiği şeyi delip geçecek kadar etkili olan ateş toplarıyla kovalanıp uzaklaştırılacağı bildirilmektedir. Bugün sahip olduğumuz bilgilerle anlamlarını tam olarak kavramamız imkânsız veya son derece güç olduğu için “müteşâbihât” grubu içinde değerlendirilmesi gereken bu âyetler hakkında klasik tefsirlerde o dönemlerin bilgi birikimine ve doğruluğu kuşkulu rivayetlere dayanarak bazı yorumlar yapılmaya çalışılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 36-39). Fakat burada Allah’ın meleklere verdiği bilgilerin ve özellikle vahyin korunmuşluğunu, bu bilgilere herhangi bir şeytanî gücün vakıf olup gerçekliğini bozmasına veya ehliyetsiz olanların açıklamasına izin verilmeyeceğini belirten kısmen sembolik bir anlatımın yer aldığı düşünülebilir (benzer bir anlatım ve açıklaması için bk. Hicr 15/16-18). Bu âyetlerde, olağan üstü niteliklere sahip olduklarına inanılan kâhinlerin semavî güçlerden bilgi aldıkları yolundaki inançların asılsız olduğuna dikkat çekildiği de belirtilmektedir (Kurtubî, XV, 66-67; İbn Âşûr, XXII, 92).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 521-522
11-12

Meal

(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. 11﴿ Hayır, sen (onların haline) şaştın onlar ise alay ediyorlar. 12﴿

Tefsir

Yukarıdaki âyetlerde bazılarına değinilen melekler, yer ve göklerle bunlarda bulunanlar, semayı bezeyen yıldızlar da dahil olmak üzere görünen ve görünmeyen varlıklarıyla bütün evrenin yaratılışı ile evrenin son derece karmaşık yapısı içinde kozmik bakımdan anılmaya bile değmeyecek kadar önemsiz bir yer tutan insanın yaratılışı arasında bir karşılaştırma yapılması, bu suretle ilâhî kudretin mükemmellik ve ihtişamına dair bir fikre varılması istenmektedir. Bu karşılaştırmanın bir amacı da böylesine yüce bir kudretin insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak, dolayısıyla putperest muhatapların bu konuyla ilgili 16-17. âyetlerde özetlenen inkârcı yaklaşımlarının temelsizliğini ortaya koymaktır.

İnsanların atası olan Hz. Âdem “yapışkan çamurdan”, dolayısıyla toprak ve su unsurlarından yaratıldığı için âyet, Âdem’in bu aslî yaratılışını, soyundan gelenlere de genellemiştir. Râzî, bu yorumun yanında özetle şöyle bir yorum da getirmektedir: “Yapışkan çamur” toprak ve suyu ifade eder. Aslında her insan, sperm halinden dünyaya gelmesine, büyüyüp gelişmesine kadar hayatının her aşamasında toprak ve suya bağımlıdır; besinler, bu iki hayat kaynağına dayanır, diğer canlılar gibi insanlar da onlarla beslenir. Şu halde âyet, sadece Hz. Âdem’in değil, bütün insanların yaratılışının ve fizikî varlığının özünü dile getirmektedir (XXVI, 124). 12. âyette varlığın yaratılışı üzerine bu şekilde derinden düşünen ve oradaki ilâhî kudretin tecellilerini gören Hz. Peygamber’in hissettiği, şaşkınlık derecesine varan hayranlık duygusu; buna karşılık tefekkür derinliğinden yoksun oldukları için varlığa derinden bakmaktan âciz bulunan, üstelik uyarı ve aydınlatmalardan yararlanmaya da yanaşmayan müşriklerin alaycı tavırları bağlamında bir zihniyet ve fikir düzeyi mukayesesi yapılmaktadır (12. âyetle ilgili değişik yorumlar için bk. İbn Atıyye, IV, 467; Râzî, XXVI, 126-127; Kurtubî, XV, 69-71; İbn Âşûr, XXIII, 96).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 524-525
13-15

Meal

Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar. 13﴿ Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar. 14﴿ (Dediler ki:) "Bu bir büyüden başka bir şey değildir." 15﴿

Tefsir

Verilen öğütlerden maksat, Kur’an’ın doğru inanç ve düzgün yaşayışla ilgili olarak muhataplarına yaptığı açıklamalar, inkâra sapmaları halinde dünya ve âhirette başlarına geleceklere dair uyarılar, geçmişteki inkârcı toplulukların uğradıkları felâketler hakkındaki ibret verici bilgiler; kısaca onların ıslah olup yollarını düzeltmeleri için Allah’ın âyetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yer alan öğütler, uyarılardır. Alaya aldıkları “ilâhî işaret” (âyet) ise Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler veya öğüt ve uyarı amacı taşıyan Kur’an âyetleri ya da Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği gibi konulara dair vahyin ortaya koyduğu kanıtlar olarak açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 44; Râzî, XXVI, 127-128). 15. âyette inkârcılar, bütün bu öğütlere, uyarılara rağmen Resûlullah’a gelen vahyin, onun sergilediği mûcizelerin “apaçık bir sihir” olduğunu söylüyorlardı.

“Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa varlık alanına çıkardığımız başkalarını mı?” anlamında inkârcılara yöneltilen 11. âyetteki sorunun bir amacının da evreni ve ondaki varlıkları yaratan ulu kudretin, insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak olduğunu belirtmiştik. İbn Âşûr’a göre putperestlerin sihir olduğunu söyledikleri şey, Allah’ın çürümüş bedenlere hayat verileceğini bildiren açıklamalarıdır. Onlara göre bu, anlamsız bir iddia olup bununla dinleyenin büyü yoluyla etkilenmesi amaçlanmıştır (XXIII, 98).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525
16-20

Meal

"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?" 16﴿ "Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?" 17﴿ De ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz)." 18﴿ O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler. 19﴿ Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür." 20﴿

Tefsir

Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’an-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir.

Bir önceki sûrede (Yâsîn 36/77-83) putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir.

Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır (Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525-526
21

Meal

Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir. 21﴿

Tefsir

Zemahşerî (III, 299), İbn Âşûr (XXIII, 101) gibi müfessirlere dayanarak “yargı günü” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki yevmü’l-fasl (ayrım günü) deyimi, âhirette kurulacak mahkeme-i kübrâda kusursuz bir âdil yargılama sonunda haklıyla haksızın, iyilerle kötülerin birbirinden ayırt edileceğine, herkese hak ettiği karşılığın verileceğine işaret eder (Kurtubî, XV, 72; Şevkânî, IV, 447).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 526-527
22-23

Meal

Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. 22-24﴿

Tefsir

“Zalimler”den maksat inkârcılardır. Nitekim Bakara sûresinde de (2/254), “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurulmuştur. “Eş (karı / koca) anlamındaki zevc kelimesinin çoğulu olan ezvâc, “bir kişi veya grupla aynı inancı, eylemi paylaşan, diğerlerine uyan, onların yolundan, peşinden giden” anlamına da gelir. Bu bağlamda ise özellikle putperest önderlerin peşine takılıp onların uydusu olan, onların sapkın inançlarını ve kötü işlerini paylaşan taklitçi kesim için kullanılmıştır; şeytanların kışkırtmasına uyan inkârcıları veya kocalarının yolunu izleyen kadınları ifade ettiği de söylenmiştir (bk. Taberî, XXIII, 46-47; Zemahşerî, III, 299). Kısaca Râzî’nin Vâkıdî’ye atfen belirttiği gibi (XXVI, 132) burada, “zalimler”den maksat, inkârcıların liderleri, “ezvâc”dan maksat da onların buyruğuna girip uydusu olanlardır; bu uydu kesimi, diğerlerinin eşleri de başka insanlar da olabilir. “Allah’ın dışında taptıkları” ifadesiyle inkârcıların, peşine takıldıkları şeytanların kastedildiğini ileri sürenler varsa da burada putperestlerin, tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle Allah’a ortak koştukları putlardan söz edildiği yorumu daha mâkul görünmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 527
24

Meal

Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. 24﴿

Tefsir

“Durdurun” buyruğu genellikle “hapsedin” şeklinde açıklanmıştır. “Sorguya çekilme” ile ilgili farklı açıklamalar yapılmışsa da bunun, inkârcılara dünyada yaptıklarının hesabının sorulacağı şeklinde yorumlanması isabetli görünmektedir. 23. âyette inkârcıların cehenneme sürülmesi yönünde bir buyruk yer almakta, 24. âyette ise sorgulamadan söz edilmektedir. Mantıkî olarak önce onların sorgusunun yapılması yani yargılanmaları, suçlulukları kesinleştikten sonra da cezalandırılacakları yere sevkedilmeleri gerektiği düşünülerek ilk bakışta 23. âyetle 24. âyetin sıralamasıyla ilgili bir tereddüt hatıra gelebilirse de (bk. Râzî, XXVI, 132), 23. âyet, yargılama öncesindeki genel bir itham ve tehdidi, 24. âyet ve devamı ise yargı sürecindeki gelişmeleri ifade ettiğinden böyle bir tereddüt ­yersizdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 527-528
Sâffât Suresi
447
23 . Cüz
25-26

Meal

Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir. 25﴿ Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir. 26﴿

Tefsir

Mekkeli putperestler, 22. âyette “zalimler” diye anılan lider kesiminin öncülüğünde İslâm’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı tam bir yardımlaşma ve dayanışma halinde mücadele veriyorlar; özellikle bu sûrenin indiği Mekke döneminin ortalarından itibaren bu baskı ve zulümleri giderek şiddetleniyordu. İşte 25. âyette, onların aralarındaki bu dayanışma ve yardımlaşmanın hem haksız olduğuna hem sonuç vermeyeceğine hem de ağır bir cezayı gerektirdiğine işaret edilmiş; 26. âyette de İslâm’a ve müslümanlara karşı amansız bir baskı ve zulüm için yardımlaşanların âhirette Allah’ın hükmüne teslim olmaktan başka çarelerinin kalmayacağı belirtilmiştir. Böylece bu âyetler, –22. âyetle de bağlantılı olarak– başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere, bâtıl inanç ve ideolojiler, haksız ve adaletsiz uygulamalar uğruna dayanışmaya girişenlere, bu yolda öncülük edenlere ve onları destekleyenlere yönelik veciz bir uyarı değeri taşımakta, uğrayacakları nihaî hezimeti dile getirmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 528
27-34

Meal

Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler). 27﴿ Şöyle derler: "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz." 28﴿ Diğerleri de onlara şöyle derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz." 29﴿ "Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz." 30﴿ "Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız." 31﴿ "Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik." 32﴿ Artık onlar o gün azapta ortaktırlar 33﴿ İşte biz suçlulara böyle yaparız. 34﴿

Tefsir

Militan örgüt mensuplarının, yaşadıkları hezimet ve dağılma sürecinin ardından birbirine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları gibi inkârcıların da dünyadaki sapkınlık ve haksızlıklarının bedelini ödeme noktasına geldiklerini görünce birbirlerini nasıl suçlayacakları anlatılmaktadır.

Taberî (XXIII, 48-49), İbn Atıyye (IV, 469) gibi bazı müfessirler, burada suçlayanların inkârcılar, suçlananların da onları hak yoldan saptıran görülmez varlıklar (cinler, şeytanlar) olduğunu ileri süren rivayetlere itibar etmişlerdir. Ancak çoğunluğun yorumuna göre suçlayanlar sıradan inkârcılar, suçlananlar da onların liderleri konumunda olan­lardır.

Sözlükte “sağ taraf” ve “and” mânalarına gelen âyet metnindeki yemîn kelimesinin kullanımdaki değişik anlamları nedeniyle 28. âyet farklı şekillerde yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, III, 299). Bizim de tercih ettiğimiz bir yoruma göre eski Arap kültüründe sağ taraf uğurlu, sol taraf uğursuz sayılır, bir şeyin sağdan gelmesi uğur ve hayır olarak yorumlanırdı. Kur’an’da iyilerin amel defterlerinin sağ taraflarından, kötülerin amel defterlerinin de sol taraftan verileceğini bildiren ifade tarzı da (Hâkka 69/19, 25) sağ ve sol kelimelerinin gelenekteki bu simgesel kullanımına dayanmaktadır (Zemahşerî, III, 299; Râzî, XXVI, 134). Dolayısıyla âyetteki “Sağ taraftan gelirdiniz” ifadesi mecazi bir anlatım olup, “Bize hakkımızda hayırlı olacak teklifler getirdiğinizi söyler, bize karşı iyi niyetli, sureti haktan görünürdünüz; ama şimdi anlıyoruz ki gerçekte bizi kandırmış, haktan saptırmışsınız, bize kötülük etmişsiniz” anlamına gelmektedir. Hemen bütün tefsirlerde yemîn kelimesinin “and” mânasından hareketle âyetin, “İnkârcılar, kendilerini saptıran liderlerine âhirette, ‘Siz yeminler ederek bizi ayartıp yoldan çıkardınız’ diye suçlayacaklar” şeklinde anlaşılabileceği veya aynı kelimenin “kuvvet, otorite” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak âyeti, “Bize karşı kuvvet kullanarak, üzerimizde otorite kurarak bizi haktan saptırdınız” şeklinde yorumlanabileceği de söylenmiştir.

Sonuç olarak burada inkârcıların, âhiretteki âkıbetlerini görünce kendilerini saptıran önderleri suçlayacakları; onların da bu suçlamalara karşı 29-32. âyetlerdeki ifadelerle kendilerini savunacakları bildirilmektedir. Kuşkusuz âhiretle ilgili bu tasvirin yapılmasının asıl amacı, toplumların hem yöneten hem de yönetilen kesimlerini uyarmaktır. Buna göre yönetenler böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek despotik ve saptırıcı uygulamalardan kaçınmalıdırlar; yönetilenler de başkalarının güdümüne girmeden, onurlu bir kişilik sergileyerek, Allah’ın karşısında sorumlu tutulacakları inanç ve davranış konularında kendi iradeleriyle özgür ve bilinçli bir şekilde karar verip seçim yapmalıdırlar. 31-33. âyetlerin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, yönetimi altındakileri peygamberin gösterdiği doğru yoldan saptıranlar hem kendi günahlarından hem de başkalarını saptırmalarından dolayı, kezâ sapanlar da yine hem yoldan çıkmalarından hem de başkalarının uydusu olmalarından dolayı ceza göreceklerdir.

Devamındaki açıklamalar, 34. âyetteki “suçlular” (mücrimîn) kelimesiyle inkârcıların kastedildiğini göstermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 528-529
35-37

Meal

Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman inanmayıp büyüklük taslıyorlardı. 35﴿ "Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı. 36﴿ Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir. 37﴿

Tefsir

Bir önceki âyette “suçlular” olarak anılan Mekke putperestlerinin, İslâm’ın tevhid ilkesi olan âyet metnindeki, “lâ ilâhe illallâh” (Allah’tan başka tanrı yoktur) ifadesini duyduklarında gösterdikleri tepkinin mahiyetine dikkat çekilmektedir. Çünkü bu ifade sadece onların tanrı inançlarını değiştirmiyor; asıl bu inanç üzerine kurulu bütün Câhiliye telakkisini, değer yargılarını, toplumsal düzenlerini tehdit ediyordu. Bu sebeple de söz konusu ifadeyi duyduklarında, başka bir yerde (Feth 48/26) “hamiyyetü’l-Câhiliyye” (Câhiliye dönemine özgü büyüklenme kompleksi) denilen duygu onların benliklerini sarıyor ve mâkul gerekçelerle davasını çürütemedikleri Resûlullah hakkında delilik, şairlik, kâhinlik gibi saçma ithamlarda bulunuyor, bu tür içi boş iddialarla onu insanların gözünden düşürüp başarısız kılacaklarını zannediyorlardı. Buna karşı Kur’an, kesin bir dille onun gerçeği getirdiğini bildirmektedir. Hz. Muhammed’in, önceki peygamberleri tasdik ettiğinin özellikle belirtilmesi, onun getirdiği dinin, diğer dinlerde de mevcut olan evrensel gerçekleri, ilkeleri içerdiğini göstermektedir. Bunlar, başta “lâ ilâhe illallah” cümlesinin özetlediği tevhid ilkesi olmak üzere, bu sûrede önemle üzerinde durulan ve putperestlerce reddedilen âhiret inancı ve diğer iman esaslarıyla dürüstlük, adalet, hakka saygı, insanların yaratılıştan eşitliği gibi ahlâk ve hukuk prensipleri; kısaca Kur’an’ın başından sonuna kadar putperestlerle tartışıp onlara kabul ettirmeyi, uzun vadede kalıcı hale getirmeyi amaçladığı temel gerçekler ve değerlerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 531
38-39

Meal

Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız. 38﴿ Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. 39﴿

Tefsir

Allah âdildir; O’nun mutlak adaleti de âhirette gerçekleşecek; bu da Allah’ın inançta, ahlâk ve yaşayışta doğru yolu izleyenleri ödüllendirirken bâtıl inançları, kötü huyları ve haksız davranışlarıyla yoldan çıkmış olanlara hak ettikleri cezayı vermesi sûretiyle olacaktır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 531-532
40-49

Meal

Ancak Allah'ın halis kulları başka. 40﴿ İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir. 41-42﴿ Onlar Naim cennetlerindedirler. 43﴿ Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar. 44﴿ Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır. 45-46﴿ Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar. 47﴿ Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. 48﴿ Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır. 49﴿

Tefsir

Yukarıda inkârcıların âhiretteki durumları hakkında bilgi verilmişti; burada da müminlerin nâil olacakları nimetlerden örnekler sıralanmaktadır. “Bilinen bir nasip” ifadesiyle ne kastedildiği hususunda şu yorumlar yapılmıştır: a) Vakti bilinen rızıklar. Nitekim başka bir âyette (Meryem 19/62) “Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır” buyurulmuştur; b) Niteliği bilinen rızıklar. Buna göre cennet nimetlerinin tadı, kokusu ve görünüşüyle kendilerine mahsus özellikleri olacaktır; c) Bir görüşe göre cennetteki rızıkların bilinmesinden maksat, dünya nimetlerinin aksine sürekliliğinden emin olunmasıdır; d) Veya herkesin, dünyadaki iyiliklerine göre hak ettiği miktar ne ise o ölçüde rızıklara nâil olmasıdır (bk. Râzî, XXVI, 136). İbn Âşûr, üçüncü yorumu tercih etmiştir (XXIII, 111). Cennet meyveleri, aynı olmamakla beraber, dünya meyvelerine benzerlikler taşıyacağı için bu yönden “bilinen meyveler” denilmiş olabilir. 42. âyetteki “türlü meyveler” ifadesi bir önceki âyette geçen rızıkların ne olduğunu açıklamaktadır. Müfessirlere göre “meyveler” kelimesi, cennet nimetlerinin beslenme amaçlı değil, lezzet amaçlı olduğunu göstermektedir; çünkü orada yaşamak için dünyadaki gibi beslenmeye ihtiyaç duyulmayacaktır.

Taberî’nin 45. âyetin tefsiri münasebetiyle Süddî’den naklettiğine göre Araplar şarap dolu kaba “ke’s” (kadeh), boş olanına da “inâ’” (kap) derlerdi (XXIII, 53). Taberî ve sonraki müfessirler, Süddî’nin verdiği bu bilgi yanında Katâde, Dahhâk gibi başka âlimlere dayanarak bu kelimenin Kur’an’da da özellikle “şarap dolu kâse” anlamında kullanıldığını belirtirler.

“İçenleri sarhoş etmez” diye çevirdiğimiz 47. âyetin ilgili kısmına, kıraat farkından dolayı, “İçilmekle tükenmez” şeklinde de mâna verilmiş; 48. âyetteki “kısa bakışlı, ürkek bakışlı kadınlar” anlamına gelen “kāsırâtü’t-tarf” ise mecazi bir ifade olup “sadece eşlerine bakan, eşlerinden başkasında gözü olmayan kadınlar” şeklinde açıklanmıştır (bk. Taberî, XXIII, 54-56; İbn Atıyye, IV, 472-473).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 532
50-57

Meal

Derken birbirlerine yönelip sorarlar. 50﴿ İçlerinden biri der ki: "Benim bir arkadaşım vardı." 51﴿

Tefsir

50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.