Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Mü'min Suresi
471
24 . Cüz
34-35

Meal

Andolsun ki, (Musa'dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince «Allah ondan sonra peygamber göndermez» dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır. 34﴿ Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler. 35﴿

Tefsir

Kur’an-ı Kerîm’de 12. sûrenin hemen tamamı Hz. Yûsuf’la ilgili olup onun ismini taşımaktadır. Orada görüldüğü üzere Hz. Yûsuf, kardeşlerinin bir ihaneti sonucunda Mısır’a götürülüp köle olarak satılmış, iftiraya uğrayarak hapse atılmış, Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet sayesinde rüyaları yorumlamadaki maharetiyle ismini Mısır hükümdarının sarayına kadar duyurmuş, hükümdarın rüyasını yorumlayarak onun ilgisini kazanmış ve hazine işlerine bakmakla görevlendirilmişti.

Hz. Yûsuf’a özel bir kitap indirilmediği bilinmektedir. Ayrıca Yûsuf sûresinde (12/55) onun, kendisinin dürüstlüğünden söz ederek hazinenin yönetimine atanmasını talep ettiği bildirilmekle beraber açık bir dinî tebliğde bulunduğuna dair bilgi verilmemektedir. Bununla birlikte daha hapishanedeyken yanındakilere Allah’ın kendisine özel bir bilgi öğrettiğini söylüyor; ayrıca Mısır halkının Allah’a ve âhiret gününe inanmadıklarını belirtip bunu eleştiriyor; kendisinin, ataları İbrâhim ve İshak ile babası Ya‘kub’un dinî geleneğine tâbi olduğunu açıklıyordu (Yûsuf 12/37-38). Bu şekildeki beyanlarını hapishaneden çıktıktan ve önemli devlet görevine getirildikten sonra da devam ettirmiş olabilir. Bu durumda konumuz olan 34. âyette Yûsuf’un Mısırlılar’a getirdiği bildirilen “açık kanıtlar” (beyyinât), muhtemelen onun, bir peygamber olarak Mısır yöneticilerine ve halkına İbrâhimî gelenekteki temel dinî inançlara dair zaman zaman yaptığı açıklamalar ve bu konularda verdiği açık seçik bilgiler, gösterdiği kanıtlar olmalıdır. Ne var ki Mısırlılar, dünya işleri konusunda Yûsuf’un bilgisinden ve dürüstlüğünden istifade ederken, 34. âyetten anlaşıldığına göre dinî meselelerde ortaya koyduğu bu açık gerçekleri kuşkuyla karşılamışlar; Hz. Yûsuf vefat ettikten sonra da âdeta ondan kurtulduklarına şükrettikleri anlamına gelen sözler söylemişlerdi.

İşte konumuz olan âyetlerde sözleri nakledilen mümin kişi, Mûsâ dönemindeki Mısırlılar’a yüzyıllar önce atalarının Yûsuf karşısında takındıkları olumsuz tavrı hatırlatıyor ve atalarının yaptıkları yanlışları tekrar etmemeleri gerektiği yönünde onları uyarıyordu.

Bu âyetlerde, peygamberler karşısında inkârcı ve isyankâr tutumlar sergileyenlerin niteliklerini ifade etmek üzere seçilmiş olan kelimeler özellikle dikkat çekicidir. Bunlardan müsrif, gerçeklik, adalet ve dürüstlük ölçülerini aşan her türlü inanç, düşünce ve eylemin sahibini ifade eder. Kur’an’da bu kelime yoğun olarak, peygamberler ve onların ortaya koydukları ilâhî hakikatler karşısında sağduyulu, adaletli ve gerçekçi davranış ölçüsünden sapan; çıkar kaygılarının veya öfke ve şiddet duygularının etkisine kapılıp tepkisel davranışlar sergileyen, taşkınlık yapan putperest ve inkârcılar için kullanılır. Meâlde “kuşkulara boğulmuş” diye çevirdiğimiz mürtâb kelimesi, müsbet anlamda hakikati arayıp bulmaya yönelik iyi niyetli kuşkuculukla ilgisi olmayan; aksine, vicdanen doğruluğuna kani olsa bile çıkar kaygılarının, bencil duygu ve tutkularının etkisinde kalan kimsenin ilâhî gerçekler hakkında kuşku uyandırmaya yönelik kötü niyetli çabalarını gösterir. “Büyüklük taslayan, kendini beğenmiş” anlamına gelen mütekebbir de saçma ve küstahça bir benlik duygusuyla Allah, peygamber ve vahiy karşısında bile gurur ve kibir taslayan, bu sebeple de peşin bir red ve inkâr tavrına kendini kaptıran inkârcı kişiyi ifade eder. “Zorba” diye çevirdiğimiz cebbâr ise bu bağlamda anılan üç olumsuz ruh halinin bir bakıma sonucu olmak üzere zalim, baskıcı ve despotça davranış ve uygulamalar sergileyen kişi ve yönetime işaret eder. Böylece gizli olarak Mûsâ’ya inanmış olan mümin kişinin ifadesini aktaran bu âyetler, dolaylı olarak tam da Firavun’u hatırlatan bir tiran tipinin yanında, bir toplumsal zihniyeti, sınıf ve zümre psikolojisini tanımlamaktadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658-660
36-37

Meal

Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı. 36-37﴿

Tefsir

“Yollar” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki esbâb (sebepler) kelimesi “kapılar” veya “gök tabakaları” şeklinde de açıklanmıştır (bk. Taberî, XXIV, 64-65). Müfessirlerin çoğu bu âyeti zâhirî ve lafzî anlamıyla yorumlamışlar, yani gerçekten Firavun’un “Mûsâ’nın ilâhını” görebilmek için veziri Hâmân’dan yüksek bir kule yapmasını istediğini belirtmişlerdir. Râzî (XXVII, 65) ve Şevkânî (IV, 563) gibi bazı müfessirler, Firavun’un bu şekilde Allah’ı göklerde aramak için kule yaptırmak istemesinin, onun son derece cahil ve ahmak oluşuna delâlet ettiğini belirtirler.

Ancak Râzî’ye göre Firavun, dağlardan daha yüksek bir kule yapıla­mayacağını bilmeyecek kadar ahmak değildi; dolayısıyla maksadı yüksek bir yer bulmak olsaydı, kule yaptırmak yerine yüksek bir dağa çıkardı. Gerçekte bir materyalist (dehrî) olan Firavun’un asıl amacı şunu kanıtlamaktı: Bir şeyin varlığını kabul etmek için onu görmek gerekir; en yüksek bir yerden bile Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’yı görmek mümkün olmadığına, O’nu görmenin bir yolu bulunamayacağına göre bu Tanrı’nın varlığına dair bilgi edinmek de mümkün değildir. Râzî’ye göre bilgi edinmenin sadece bir yoluna (duyu) dayandığı için Firavun’un bu kuşkusu temelsizdir; çünkü bilginin “haber ve düşünme”den (nazar) oluşan iki yolu daha vardır ve bu yollarla Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’nın varlığını kanıtlamak mümkündür (XXVII, 65-66).

Firavun’un kule yapma talebi, Mûsâ’nın tanrı anlayışıyla alay için söylenmiş boş bir söz de olabilir. Muhtemelen Firavun, alaylı ama gerçekte Allah’ın varlığı gibi insanoğlunun en büyük arayışı konusunda son derece çirkin ve yanlış olan bu tür söz ve davranışlardan zevk de alıyordu. “İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun’a güzel gösterildi” meâlindeki ifadeyle bu hususa işaret edildiği düşünülebilir.

Firavun’un yüksek bir kule yaptırıp oraya çıkarak Allah’ın olup olmadığını anlayacağını söylemesi, halkı kandırmak için bir düzen, bir hile de olabilir. Halk (avam tabakası), Tanrı’nın yukarıda olduğuna inanır. Plana göre Firavun, kimsenin çıkamayacağı bir yüksekliğe ulaşmış, fakat Tanrı’yı görememiş olacak; inince de “Baktım, göremedim, şu halde Tanrı yok” diyecekti.

Firavun’un tuzağı”, onun kule yaptırma tasarısı olarak açıklanmış ve bu tasarının başarısızlıkla sonuçlandığı, yaptığı harcamaların da boşa gittiği belirtilmiştir (Taberî, XXIV, 66). Onun tuzağı, Râzî’nin belirttiği yanlış akıl yürütme metodu veya alaylı ifade ve davranışlarla Mûsâ’nın etkisini azaltma planı da olabilir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 660-661
38-40

Meal

O iman eden kimse: Ey kavmim! dedi, siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim. 38﴿ Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur. 39﴿ Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir. 40﴿

Tefsir

Buradan itibaren 44. âyete kadar devam eden sözlerin Hz. Mûsâ’ya ait olabileceği ileri sürülmüşse de (bk. Şevkânî, IV, 560-561), müfessirlerin çoğunluğunun da kabul ettiği üzere, ifadenin akışından bu sözlerin, Mûsâ’ya inandığını gizli tutmaya çalışan kişiye ait olduğu anlaşılmaktadır.

Önceki âyetlerde bildirildiğine göre söz konusu kişi, Firavun ve adamlarını, Mûsâ’ya karşı şiddete başvurmalarının kendileri için yanlış olduğu ve tehlikeli sonuçlar doğuracağı hususunda uyararak Mûsâ’nın söyledikleri üzerinde sabır, teenni ve sağduyu ile düşünüp sağlıklı karar vermeye çağırmıştı. Burada ise bu çağrısına uymaları halinde doğru yolu bulacaklarını bildirmektedir. “Doğru yol”dan maksat, dünyanın gelip geçici menfaatlerini aşıp “ebedîlik yurdu” olan âhiret kurtuluşuna götüren yoldur. Bu kurtuluşa ise ilâhî gerçekleri inkâr edip kötülükler yaparak değil, inanıp iyi ve yararlı işler yaparak ulaşılabilir. Bu âyetlerde özellikle şu hususlar dikkat çekmektedir: a) Dünya hayatı ve ondaki menfaatler geçici, âhiret hayatı ve oradaki nimetler ise süreklidir; şu halde dünyayı âhirete tercih ederek yalnız dünya için yaşamak akıllı bir seçim değildir. b) Âhirette kötülükler sadece dengiyle karşılık bulacak, iyilikler ise “hesapsız nimetler”le ödüllendirilecektir (bilgi için bk. el-En‘âm 6/160). c) İyilik olsun kötülük olsun, insanların yaptıklarının karşılığını bulması bakımından Allah katında erkek-kadın ayırımı yapılmayacaktır. Başka bir ifadeyle cinsiyet özellikleriyle uyumlu olarak belirlenmiş ödev ve sorumluluklarını yerine getiren erkekler ve kadınlar, cinsiyet ayırımı yapılmadan ödüllendirilecek, kötülük yapanlar da kötülüklerine denk olarak cezalandırılacaktır; çünkü Allah katında insan ve kul olarak erkek ve kadın eşittir. İbn Âşûr’un görüşünün aksine (XXIV, 151) burada erkek ve kadının özellikle zikredilmesi, âhirette amellerin karşılığını bulması bakımından iki cins arasında ayırım yapılabileceği yönündeki bir kanaati önleme amacı taşımaktadır. d) Yapılan iyiliklerin âhirette karşılığını bulması iman şartına bağlıdır. Allah’a ve âhirete inanmayanların bu dünyada yaptıklarının karşılığı yine bu dünyada elde ettikleriyle sınırlı olup âhiret kurtuluşunu sağlamayacaktır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 661-662
Mü'min Suresi
472
24 . Cüz
41-44

Meal

Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz. 41﴿ Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum. 42﴿ Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir. 43﴿ Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir. 44﴿

Tefsir

Allah’a iman edip gösterdiği yoldan gidenler kurtuluşa erecek, inkâr ve isyanda olanlar ateşe yani cehenneme gideceklerdir. 41. âyette mümin kişinin kurtuluşa, diğerlerinin ise ateşe çağırdıkları ifade buyurulmuş; sonraki âyetlerde bunun açılımı verilmiştir. Mümin kişinin, Allah’a ortak koşulan şeylere dair “hiçbir bilgiye sahip olmadığım şeyler” şeklindeki sözü, “Sizin tanrı kabul ettiğiniz Firavun’un, putların ve daha başka şeylerin tanrı olduğuna dair hiçbir bilgim yoktur, olması da mümkün değildir” anlamına gelir (Şevkânî, IV, 561).

Firavun’un Hz. Mûsâ’yı öldürmeye karar verdiğini bildiren âyetin ardından 28. âyette Mûsâ’nın hayatını kurtarmaya çalışan kişinin imanını gizlediği belirtilmişti. Bu son âyetlerden ise bu kişinin artık inancını açıkça ortaya koyduğu ve halkının çok tanrılı dinini reddettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu kişiyle ilgili âyetlerin uzunca bir zaman içinde olup bitenleri özetlediği, dolayısıyla onun başlangıçta inancını gizlerken zamanla ya ortamın yumuşaması veya –daha güçlü bir ihtimalle– şartların kendisini zorlaması sebebiyle inancını açıkça ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 45. âyetin, “Nihayet Allah, onların kurdukları kötü tuzaklardan bu kişiyi korudu” meâlindeki cümlesi, Firavun tarafının o kişiyle ilgili gerçeği öğrendiklerini ve kendisi hakkında kötü planlar peşinde olduklarını göstermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 662-663
45-46

Meal

Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi. 45﴿ Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)! 46﴿

Tefsir

Tefsirlerin çoğunda, Firavun taraftarlarının, bu kişinin Hz. Mûsâ’yı tasdik ettiğini öğrenince onu öldürmeye veya işkence etmeye karar verdikleri, ancak Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’yla birlikte bu zatın da Mısır’ı terkederek kurtulduğu belirtilir.

Firavun ailesini kuşatıp helâk eden şiddetli azap”, onların hem Kızıldeniz’de boğulmaları hem de âhirette cehenneme atılmaları olarak açıklanır (İbn Atıyye, IV, 562; Şevkânî, IV, 566). “Sabah akşam” sözü, azabın sürekliliğini ifade eden bir deyimdir. Âyetin bu bölümü, “berzah” denilen, ölümle kıyamet arasındaki dönemde inkârcıların ruhlarına her gün sabah ve akşam cehennemdeki yerlerinin gösterileceği şeklinde yorumlanmış ve âyetin bu bölümü kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmiştir (bk. Râzî, XXVII, 73; Şevkânî, IV, 566).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 663
47-50

Meal

(Kâfirler) ateşin içinde birbirleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, o büyüklük taslayanlara: Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz? derler. 47﴿ O büyüklük taslayanlar ise: Doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, derler. 48﴿ Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! diyecekler. 49﴿

Tefsir

47, 48, 49, 50 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.