Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Meryem Suresi
309
16 . Cüz
52

Meal

Ona Tûr’un sağ tarafından seslendik ve onu fısıldaşırcasına (kendimize) yaklaştırdık. 52﴿ Rahmetimizin bir sonucu olmak üzere kardeşi Hârûn’u da bir peygamber olarak onun yanına verdik. 53﴿

Tefsir

Meryem sûresinin dördüncü kıssası Ya‘kub aleyhisselâmın soyundan gelen Hz. Mûsâ’nın kıssasıdır. Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş olup, “ülü’l-azim” tabirini büyük peygamberler (daha çok beş büyük peygamber) anlamında kabul edenlere göre o da bu gruptaki peygamberlerden biridir (ayrıca bk. Ahkaf 46/35). Hz. Mûsâ’nın özelliği olarak gerçek ve “ihlâslı” diye tercüme ettiğimiz muhlas kelimesi, “seçilmiş, özel bir yakınlıkla tanınmış kişi” anlamlarına da gelmektedir (İbn Âşûr, XVI, 127). Yüce Allah, kendisiyle konuşmak için insanlar arasından Hz. Mûsâ’yı seçtiği ve peygamber olarak görevlendirdiği için onu bu sıfatla nitelendirdiği düşünülebilir. A‘râf sûresinin 144. âyeti de bu anlamı desteklemektedir. Muhlis şeklindeki kıraate göre bu kelime, “ibadeti yalnız Allah için yapan, O’na tahsis eden” mânasına gelir. Bu da Hz. Mûsâ’nın Allah’a kulluktaki samimiyet ve ihlâsını ifade eder. 41. âyetin tefsirinde, kendisine kitap indirilmiş olan peygambere hem resul hem de nebî denildiğine dair bilgi verilmişti. Hz. Mûsâ’ya Tevrat indirilmiş olduğu için burada ona hem resul hem de nebî denilmiştir. Hz. Mûsâ’ya ilâhî çağrının geldiği ifade buyurulan Tûr, Ürdün ile Mısır arasında yer alan Sînâ yarımadasındaki bir dağın adıdır. “Tûr’un sağ tarafı”ndan maksat ise Hz. Mûsâ’nın yüzünü Tûr dağına döndürdüğünde bulunduğu yerin sağ tarafıdır. Zira dağın sağı veya solu olmaz. Yüce Allah Tûr’da Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuştuğunda Mûsâ’ya göre dağın sağ tarafından seslenerek konuşmuştur (bk. Taberî, XVI, 94). Başka bir görüşe göre ise “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” (mübarek) anlamına gelmektedir (Şevkânî, III, 380). Buna göre Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya Tûr’un bereketli tarafından seslenerek onunla konuşmuştur. Hz. Mûsâ’nın yaklaştırılmasını, “Mûsâ maddî olarak Tevrat’ın levhalara yazıldığı yere o derece yaklaştırıldı ki kalemin cızırtısını işitti” şeklinde tefsir edenler varsa da “Allah onu mânevî makam bakımından kendisine yaklaştırdı” diye tefsir edenler de vardır ve bu mâna daha uygun görünmektedir (Râzî, XXI, 231; Şevkânî, III, 380). İbn Âşûr da bu yaklaştırmanın “vahyetmek” anlamında mecaz olduğunu ifade etmiştir (XVI, 128). Bir kutsî hadiste kulun Allah’a farz ve nâfile ibadetlerle nasıl yaklaştığı ve sonunda bu yaklaşmanın ruh ahlâk yüceliği olarak nasıl sonuçlar verdiği açıklanmıştır. Kul ile Allah arasındaki yakınlaşmayı te’vilsiz fakat maddîleştirmeden anlayıp yorumlamak bize göre daha uygundur. Yüce Allah Hz. Mûsâ’ya, Firavun’a gidip İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını ondan istemelerini emrettiğinde Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u da peygamber ve kendisine yardımcı olarak görevlendirmesi için Allah’a dua etti (Tâhâ 20/29-32). Allah Teâlâ onun duasını kabul ederek kardeşini de peygamber olarak görevlendirdi ve onun yanına yardımcı olarak verdi. Mûsâ aleyhisselâmın dilindeki tutukluğa mukabil Hârûn açık ve güzel konuşurdu (krş. Tâhâ 20/25-32; Kasas 28/34). Hz. Mûsâ’nın insanlara tebliğ etmek istediklerini o tebliğ eder ve bulunmadığında ona vekâlet ederdi (Mûsâ ve Hârûn hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49-59; Tâhâ20/30 vd.; Kasas 28/3 vd.).
54-55

Meal

Bu kitapta İsmâil’i de okuyup an. O gerçekten sözüne sadıktı; elçi-peygamberdi. 54﴿ Halkına namazı ve zekâtı emrederdi ve rabbinin rızâsına ermişti. 55﴿

Tefsir

Burada sözünde durmanın önemine işaret edilmektedir. Hz. İsmâil ahde vefa erdemiyle temayüz etmiş bir kimseydi, sözünde durmaya özen gösterirdi. Öte yandan halkını dinin direği olan namazı kılmaya ve toplumsal dayanışmayı sağlayan zekâtı vermeye teşvik ederdi. Yüce Allah Hz. Peygamber’e de ailesine namaz kılmayı emretmesini, kendisinin de sabırla namaza devam etmesini emretmiştir (bk. Tâhâ 20/132). Hz. İsmâil, Allah’ın verdiği nimetlerin kadrini bilerek ruhunu güzelliklerle bezemeye ve rabbinin buyruklarına mutlak bir teslimiyet içinde görevini yerine getirmeye çalışması sebebiyle Allah’ın rızâsını kazanmıştı. Kuşkusuz bu, kazanılabilecek derecelerin en üstünüdür (Hz. İsmâil hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124-129).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 606
56-57

Meal

Kitapta İdrîs’i de okuyarak an. Hakikaten o, pek doğru bir insandı ve bir peygamberdi. 56﴿ Onu üstün bir konuma getirdik. 57﴿

Tefsir

Tefsircilerin belirttiğine göre, İdrîs’in asıl adı Uhnûh olup Hz. Nûh’un üçüncü batından dedesidir. Hz. Şît’ten sonra kendisine 30 sayfa vahiy indirilerek peygamberlik görevi verilmiştir. Kitaplı dinlerde ortak rivayet ve inanışa göre İdrîs ilmin, medeniyetin ve aklî sistemlerin ilk kurucusudur. “Remil ilmi, hey’et, nücûm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdrîs icat etmiştir. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanîlere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir” (Ömer Faruk Harman, “İdrîs”, DİA, XXI, 480).

İdrîs’in “üstün bir konuma getirilmesi” ile muhtemelen onun yukarıda açıklanan özellikleri kastedilmiştir. Bu ifadeyi, onun mânevî âlemde (göklerde) müstesna yerlerde bulunduğu şeklinde anlamak da mümkündür; bu mânayı destekleyen rivayetler vardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 606-607
58

Meal

İşte bunlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu, Âdem’in soyundan gelen peygamberler; Nûh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımız, İbrâhim ve İsrâil’in (Ya‘kūb) soyundan gelenler ve doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerden olup, kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlar. 58﴿

Tefsir

Meryem sûresinin başından buraya kadar adları geçen ve kıssaları anlatılan on bir seçkin şahıstan Hz. Meryem hariç hepsi peygamberlik şerefine ermiş kimselerdir. Hz. Meryem peygamber olmamakla birlikte insanlık tarihinde Allah’ın lutfuna mazhar olmuş en seçkin kadınlardan biri ve Hz. Îsâ gibi büyük bir peygamberin annesidir. Kur’an-ı Kerîm’de birçok vesileyle övülmüştür. Bunların hepsi genelde Âdem’in soyundandır. Özelde ise İdrîs, Hz. Âdem’in soyundan; İbrâhim, Hz. Nûh ile birlikte gemiye binen oğlu Sâm’ın soyundan; İsmâil, İshak ve Ya‘kub, Hz. İbrâhim’in soyundan; Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ ve Yahyâ da İsrâil’in (Hz. Ya‘kub) soyundandır. Îsâ aleyhisselâm babasız olmakla birlikte annesi yine İsrâil’in soyundandır. Bunların hepsi Allah’ın hidayetine mazhar olmuş, seçkin ve samimi kullardır. Allah’ın âyetleri okunduğunda derhal secdeye kapanacak kadar itaatkâr ve göz yaşı dökecek kadar duyarlı insanlardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 607-608
59

Meal

Sonra bunların ardından artık namazı kılmayan ve nefsânî arzulara uyan bir nesil geldi. Bunlar elbette azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. 59﴿

Tefsir

“Azgınlıklarının cezası” diye tercüme ettiğimiz gayy kelimesi sözlükte, “kötü, yaramaz, azgın ve sapmış” anlamlarında kullanılmaktadır, biz “azgınlıklarının cezası” şeklindeki mecaz anlamını tercih ettik. Gayy kelimesinin Cehennemdeki bir vadinin ismi olduğu rivayeti de vardır (İbn Kesîr, V, 240).

Şekli farklı da olsa namaz bütün peygamberlere ve ümmetlerine farz kılınmıştır. Çünkü namaz kulu Allah’a yaklaştıran, O’nunla irtibatını en mükemmel bir şekilde sağlayan ve kulu kötülüklerden koruyan önemli bir ibadettir. Peygamberler bu ibadeti eksiksiz olarak yerine getirmeye gayret etmişler ve başkalarına da bu şekilde yapmalarını tavsiye etmişlerdir. Ancak eski peygamberlerden sonra gelenler namazı ya hiç kılmamışlar veya onun edasında yerine getirilmesi gereken hususlara dikkat etmemişlerdir. Allah ile aralarındaki bu temel bağı koparmalarının veya zayıflatmalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak nefsanî arzuları kendilerine hâkim olmaya başlamış; Allah’ın emirlerinin yerine kendi arzu ve isteklerine uymayı tercih etmişlerdir. Âyet, bunların yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını, cezalarını mutlaka çekeceklerini ifade etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 609
60-63

Meal

Ancak tövbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler böyle değildir. Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete; çok esirgeyici olan Allah’ın, kullarına vaad ettiği, onların idraklerini aşan adn cennetlerine gireceklerdir. Şüphesiz O’nun vaadi yerine gelecektir. 60-61﴿ Orada boş söz işitmezler, kendilerine yalnız esenlikler dilenir. Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır. 62﴿ Kullarımızdan takvâ sahibi kimselere vereceğimiz cennet işte budur. 63﴿

Tefsir

İnsanların günahları ne olursa olsun tövbenin silemeyeceği günah yoktur. Bir defa tövbe edip bunu da samimi iman, ibadet ve güzel davranışlarla destekleyenler ve bu suretle gerçek olarak Hakk’a yönelenler onun cennet vaadini de hak etmiş olurlar. Adn, cennetin müstesna bölümlerinden biri olup oranın, mukarrebûn denilen ve peygamberler, şehidler, sıddîklar ve âlimlerden oluşan Allah’ın en seçkin kulları­na tahsis edildiği bildirilmektedir. Adn cennetlerine alınacak olan müminler orada korku ve endişeye kapılacak bir söz işitmeyecekler, hep mutluluk ve esenlik içinde olacak ve daima yeni mutlulukların müjdesi anlamında “selâm” sözü işiteceklerdir (adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Ra‘d 13/23).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 609
64-65

Meal

(Melek dedi ki:) “Biz ancak rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O’na aittir. Senin rabbin unutkan değildir.” 64﴿

Tefsir

64, 65 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.
Meryem Suresi
310
16 . Cüz
65

Meal

O göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin rabbidir. Şu halde O’na sabır ve sebatla kulluk et. O’nun adını almaya lâyık başka birini biliyor musun? 65﴿

Tefsir

Abdullah b. Abbas’tan rivayet edildiğine göre Resulullah, Cebrâil’in kendisini daha çok ziyaret etmesini istemiş, bunun üzerine bu âyetler inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 19). Bir başka rivayete göre ise inkârcılar Hz. Peygamber’e bazı konularda sorular sormuşlar; Peygamber efendimiz de kendilerine yakında bilgi vereceğini söylemiş; fakat Cebrâil beklediği zamanda gelmediği için gerekli bilgiyi edinmekte gecikmiş; bu fırsatı kaçırmayan müşrikler: “Muhammed’in rabbi onu unuttu!” demeye başlamışlardı. Hz. Peygamber buna çok üzülmüş, bunun üzerine bu âyetler inmiştir (Râzî, XXI, 238). Müfessirlerin genel kabulüne göre bu iki âyet Allah’ın sözü olup Cebrâil’e, Hz. Peygamber’e böyle cevap vermesini emretmiştir (Şevkânî, III, 385; İbn Âşûr, XVI, 139). Buna göre, serbest çeviri ile âyetin mânası şöyle olur: De ki, “Biz ancak rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki, arkamızdaki, sağımız ve solumuzdaki mekânların; geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanların hepsi Allah’ındır. Onun emri ve iradesi olmadan biz hiçbir zaman ve hiçbir yerde hareket edemeyiz. Bir hikmete binaen vahiy gecikmiş olsa da rabbin unutkan değildir, dolayısıyla seni unutmaz.” “Adını almaya lâyık” diye çevirdiğimiz semiyy kelimesi, “benzer” mânasına da gelir. Bizim de tercih ettiğimiz birinci mânaya göre Allah ismi, yüce yaratıcı olan Cenâb-ı Hak’tan başkasına verilmemiştir. Nitekim müşrik Araplar dahi bu ismi Allah’tan başkası için kullanmamışlardır. Onun dışında taptıkları putlara Allah değil ilâh demişlerdir. İkinci mânaya göre âyet, Allah’ın eşi ve benzerinin bulunmadığını, dolayısıyla ondan başka hiçbir şeyin ibadet edilmeye lâyık olmadığını belirtir.
66-72

Meal

İnsan, “Ben öldükten bir süre sonra sahiden yeniden hayata döndürülecek miyim?” diyor. 66﴿ İnsan düşünmez mi ki, daha önce hiçbir şey değilken biz onu yaratmışızdır? 67﴿ Rabbine andolsun ki onları muhakkak şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş vaziyette hazır tutacağız. 68﴿ Sonra her gruptan, Rahmân’a en çok âsi olanlar hangileri ise çekip çıkaracağız. 69﴿ Sonra ateşi boylamayı hak edenleri elbette en iyi biz biliriz. 70﴿ İçinizden, oraya varmayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür. 71﴿ Sonra biz kötülükten sakınanları (cehennemden) esirgeriz; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız. 72﴿

Tefsir

İlk yaratılışı düşünmeyen insanlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmekte ve çürüyüp toz toprak olduktan sonra yeniden dirilmenin bir hayal ürünü olduğunu iddia etmektedirler. Oysa insan ilk yaratılışını düşünürse kendisini yoktan var eden bir kudretin, ölüp toz toprak olduktan sonra onu yeniden diriltebileceğine kanaat getirir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde de insanları ilk defa nasıl yaratmışsa öyle dirilteceğini, bunun kendisi için daha kolay olduğunu ifade buyurmuştur (bk. Rûm 21/27; Yâsîn 36/79). 68. âyetteki “şeytanlar”dan maksat insanların ilâhî huzura çıkıp dünyada yaptıklarından hesaba çekilecekleri bir âhiret günü olmadığını, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia ederek insanları aldatıp saptıran inkârcı önderlerdir (Şevkânî, III, 386). Yüce Allah, bunları ve bunların kandırarak yoldan çıkardığı kimseleri mahşerde toplayıp cezalarını vereceğini buyurmuştur.

Allah’a en çok âsi olanların çekip çıkartılacağını, ayrılacağını belirten 69. âyetteki ifade bazı tefsirciler tarafından şöyle yorumlanmıştır: İsyankârların bir kısmı ayırt edilip cehenneme atılacak, isyanı daha hafif olanlar ise bağışlanacaklar. Ancak, tefsircilerin çoğunluğuna göre âyet bütünüyle kâfirlere dairdir. Ayırt edilmekten maksat ise insanların inkârcılık ve isyan derecesine göre çeşitli gruplara ayrılmasıdır. Buna göre her grup cehennemde durumuna uygun bir tabakaya atılacaktır. Suç işleme ve inkârda öncülük ve önderlik edenlerin azabı daha ağır olacaktır (bk. Nahl 16/88; Ankebût 29/13). Ancak sonuç itibariyle, 70. âyette belirtildiğine göre kimlerin daha fazla isyankâr olduğunu eksiksiz bilen Allah Teâlâ, herkese, isyan ve günahlarının derecesine göre hak ettiği cezayı da eksiksiz bilecek ve en âdilane bir şekilde uygulayacaktır.

“İçinizden, oraya (cehenneme) varmayacak hiçbir kimse yoktur” meâlindeki 71. âyette geçen cümle ile devamı üç türlü yorumlanabilir:

a) Bunlardan maksat sırattan geçenlerdir. Mümin olsun kâfir olsun bütün insanlar aynı zamanda cehennemin üstünde kurulmuş olan sırattan geçmek zorunda oldukları için oraya uğramış olurlar. Ancak 72. âyete göre “kötülükten sakınanlar” cehennemden esirgenirken “zalimler diz üstü çökmüş olarak” orada bırakılacaktır. b) Maksat kâfirlerdir ve bunlar cehenneme gireceklerdir. c) Potansiyel olarak her insan ameline göre cennete olduğu kadar cehenneme de girebilecek durumdadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 612-613
73-75

Meal

Kendilerine âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman inkâr edenler iman edenlere, “İki topluluktan hangimizin konumu daha üstün ve mensupları daha iyi?” diye sorarlar. 73﴿ Oysa onlardan önce de daha varlıklı ve daha gösterişli olan nice nesiller helâk ettik. 74﴿ De ki: “Kim sapkınlık içinde ise dilerim Rahmân ona süre versin!” Sonunda kendilerine vaad olunanı; azabı veya kıyameti gördükleri zaman, konumu daha kötü, askeri daha zayıf olanın kim olduğunu öğreneceklerdir. 75﴿

Tefsir

Genellikle peygamberlere ilk inananlar toplumun zayıfları ve fakirleridir. Onları inkâr edenler ise servet ve iktidar sahipleridir. Bu kesim inananları daima küçümsemiş, horlamış ve ezmeye çalışmıştır; Kur’an’da bunun örneklerine yer veren birçok âyet vardır. Hz. Peygamber Allah’ın âyetlerini açıkça okuyup da müminleri müjdelediği, müşrikleri de uyardığı zaman, o şımarık müşrikler gurura kapılıp, “Eğer bu iyi bir şey olsaydı bizi bırakıp da onlara gelmezdi!” (Ahkaf 46/11) diyerek kendilerinin daha üstün, müminlerin daha aşağı olduğunu ileri sürmüşler, onlara “Hangimizin konumu daha üstün ve mensupları daha iyi? Siz mi daha güzel konaklarda yaşıyorsunuz, biz mi?” şeklinde sorular yöneltmişlerdir. Burnu büyük müşrikler, ancak fakirleri yanından kovduğu takdirde Hz. Peygamber’in tebliğini dinleyebileceklerini bildirmişlerdir (bk. En‘âm 6/52-53). 74. âyette bu kendini beğenmişlere, toprağı işleyerek bayındır ülkeler meydana getiren, sonra da inkârcılıkları yüzünden Allah’ın gazabına uğrayan Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin akıbetleri hatırlatılarak onların kalıntılarına bakıp ibret almaları tavsiye edilmektedir.

Sert bir tehdit içeren 75. âyet, 73. âyetteki soruya verilmiş bir başka cevaptır. Allah Teâlâ bu tehditle müşriklere vermiş olduğu evlât, devlet ve servetin gerçekte bir lutuf olmadığını, onlara bu nimetlerin verilmesinin bir istidrâc olduğunu ifade etmektedir (İstidrâc için bk. Âl-i İmrân 3/53). Kul, Allah’ın vermiş olduğu nimeti hayırlı işlerde kullanıyorsa bu nimetin arttırılması, sürekli kılınması bir lutuftur; eğer sahip olduğu nimet sebebiyle şımarıyor ve onu kötü şeylerde kullanıyorsa ona mühlet ve fırsat verilmesi de bir istidrâcdır (bk. A‘râf 7/182). Âyette söz konusu edilen müşriklerin durumu buna örnektir (krş. Nahl 16/97; Müminûn 23/55-56).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 614-615
76

Meal

Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini güçlendirir. Kalıcı olan iyilikler, rabbinin katında hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de sonuç bakımından daha iyidir. 76﴿

Tefsir

“Doğru yola gidenler” diye çevirdiğimiz ihtedev fiili, sözlükte “doğru yolu bulmak, yol göstermek” mânalarına gelen hüdâ (hedy, hidâyet) kelimesinden türemiş çoğul bir fiildir (tekili ihtedâ). Bu fiilin masdarı olan ihtidâ ise “doğru yolu bulmak, gerçeğe ulaşmak” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak inançsız iken veya başka bir dine mensupken İslâm dinini benimsemeyi ifade eder. İhtidâ eden kimseye “mühtedî” denir (Ali Köse, “İhtidâ”, DİA, XXI, 554). Kur’an’da seksen beş yerde geçen hüdâ kelimesi ise sözlükte “yol göstermek, kılavuzluk etmek” anlamına gelmektedir. Müfessir ve kelâmcılar hüdâ kelimesine bağlamına göre çeşitli mânalar vermişlerdir. Râgıb el-İsfahânî aynı kökten olan ve aynı mânaya gelen hidayeti, “lutufla kılavuzluk etmek” yani bütün yaratıklara ve özellikle ilâhî emirlere muhatap olan insanlara yol gösterme şeklinde tanımlamış ve Kur’an’da yer alan bütün hidayet kavramlarını içinde bulundukları âyetlerin genel kompozisyonu çerçevesinde gruplandırmıştır. Buna göre Allah’ın insanlara olan hidayeti dört merhaleden oluşur: 1. Her mükellefe lutfettiği akıl ve idrak yetenekleriyle hayatını sürdürmeyi sağlayan zaruri bilgiler (bk. Tâhâ 20/50). 2. Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı davet ve irşat (bk. Enbiyâ 21/73).

3. Hidayeti benimseyenlere lutfettiği tevfik (Meryem 19/76). 4. Hak kazananları âhirette cennette mükâfatlandırmak (bk. A‘râf 7/43). Bu hidayet türleri buradaki tertibe göre birbirine bağlı olup bir sonraki hidayetin gerçekleşmesi için bir öncekinin meydana gelmesi şarttır (bk. el-Müfredât, “hdy” md.; Y. Şevki Yavuz, “Hidâyet”, DİA, XVII, 473 vd.).

“Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini güçlendirir” meâlindeki cümleden kastedilen mâna 3 ve 4. merhaledeki anlamlardır. Buna göre bir kimse aklını ve iradesini kullanarak doğru yola girerse Allah ona o yolda yürüyüp başarıya ulaşmayı nasip eder; âhirette onu mükâfatlandırarak cennetine koyar ve mutlu kılar; işte kurtuluş budur. Âyetin devamı da bunu vurgulamaktadır: Hayırlı davranışların Allah katındaki sevabı, yeryüzündekilerin iftihar ettikleri her şeyden daha üstün ve sonuç itibariyle daha iyidir. Çünkü hayırlı iş âhirete intikal edecek ve sahibine ebedî olarak fayda sağlayacaktır (hüdâ ve hidayet hakkında ayrıca bk. Bakara 2/5).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 615-616