Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Hicr Suresi
265
14 . Cüz
52

Meal

Onun yanına girip selâm vermişler, o da, “Doğrusu biz sizden korkuyoruz” demişti. 52﴿ “Korkma” dediler, “Biz sana bilgili bir çocuk müjdeliyoruz.” 53﴿ İbrâhim, “Üzerime yaşlılık çökmüş olmasına rağmen bana böyle bir müjde getiriyorsunuz öyle mi? Peki (çocuğum olamayacağına göre) bana neyi müjdelemiş oluyorsunuz?” dedi. 54﴿ “Sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!” dediler. 55﴿ “Haktan sapmış olanlardan başka kim rabbimin rahmetinden ümit keser!” dedi. 56﴿

Tefsir

Hz. İbrâhim’e meleklerin gönderilmesi ve sonrasında gelişen olaylar Hûd sûresinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır (Hûd 11/69-83). Konunun burada tekrar özetle hatırlatılmasının sebebi ise az önceki âyetlerde bahsedilen Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliğine ve azabının şiddetli olduğuna tarihten birer örnek göstererek insanların ibret almalarını, buna göre hareket etmelerini sağlamaktır. Konumuz olan âyetlerde, Allah’ın rahmetinin, gerektiğinde biz insanlara olağan üstü gelecek derecedeki genişliğine bir örnek olmak üzere sevdiği kullarından olup, “dost” (halîl) diye nitelediği (en-Nisâ 4/125) Hz. İbrâhim’e meleklerden insan görünümünde misafirler göndererek ona “bilgili bir çocuk” müjdelemesinden söz edilmektedir. Hûd sûresinde bu çocuğun İshak olduğu bildirilir. Burada onun tek kelimeyle “bilgili” diye nitelendirilmesi, bilginin mutlak değerine ve önemine işaret eder. Hz. İbrâhim, böyle ummadığı bir şekilde, olağan üstü bir haber almanın verdiği şaşkınlıktan dolayı “Peki bana neyi müjdeliyorsunuz?” diye soruverdi. Bu bir bakıma “Verdiğiniz müjdenin ne kadar şaşırtıcı olduğunun farkında mısınız?” anlamına geliyordu (Zemahşerî, II, 315). Habercilerin “Sana gerçeği müjdeledik” demeleri ise “Eğer Allah bir şeyin olacağını bildirmişse, olağan üstü de olsa bu bildirdiği haktır, mutlaka gerçekleşecektir” anlamına gelir. “Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!” uyarısı da Hz. İbrâhim’in şahsında sıradan müminlere bir uyarıdır. Çünkü, bizzat kendisinin “Rabbimin rahmetinden, sapmışlardan başka kim ümit keser?” şeklindeki sözünden de anlaşılacağı üzere bir peygamber için ümitsizlikten söz edilemez. Hûd sûresinde Hz. İbrâhim’in eşine müjde verildiği bildirildiğine göre, melekler İshak’ın doğacağını müjdelerken İbrâhim’in eşi de orada bulunuyordu ve her ikisine de müjde iletilmişti; yaşlılıkları dolayısıyla bir çocuk beklemeleri mümkün olmadığı için ikisi de bu habere şaşırmıştı. İbrâhim ile eşinin ayrı ayrı yerlerde bulundukları ve haberin kendilerine ayrı ayrı verildiği de düşünülebilir.
57-60

Meal

“Ey elçiler! Göreviniz nedir?” diye sordu. 57﴿ Dediler ki: “Aslında biz, suçlu bir kavme (ceza vermek için) gönderildik. 58﴿ Yalnız Lût’un ailesine zarar gelmeyecek, onların hepsini kurtaracağız. 59﴿ Fakat karısı hariç! Biz onun da geride kalanlardan olmasını takdir ettik.” 60﴿

Tefsir

Bu âyetlerde de Cenâb-ı Hakk’ın azabının şiddetli oluşuna ve dilediğinde hak edenleri nasıl cezalandırdığına bir delil ve ibret örneği olmak üzere Lût kavminin helâk edilişine değinilmekte, müteakip âyetlerde ise olayın ayrıntısı anlatılmaktadır.

“Görev” diye çevirdiğimiz hatb kelimesi, tefsirlerde “tehlikeli durum, önemli iş” gibi mânalarla açıklanmıştır. Buna göre Hz. İbrâhim, bir peygamber olarak kendi sezgisiyle meleklerin sadece müjde için değil, tehlikeli bir görevi yerine getirmek üzere de geldiklerini hallerinden anladığından böyle bir soru sormuş olmalıdır. Nitekim 52. âyetten de bu anlaşılmaktadır. Buna göre melekler önce iyi haberi, sonra da kötü haberi vermişlerdir. İyi haber Hz. İshak’la ilgili olanı, kötü haber de Lût kavminin helâk edileceği haberiydi.

Suçlu kavim”den maksat, Hz. Lût’un peygamber olarak gönderildiği Sodom halkıdır (İbn Atıyye, III, 366), en büyük suçları ise –aşağıda açıklanacağı üzere– eşcinsellik idi.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 357-358
61-62

Meal

Elçiler Lût ailesine geldiklerinde Lût onlara, “Bilinmedik tanınmadık kimselersiniz” dedi. 61-62﴿

Tefsir

Görevli melekler Hz. İbrâhim’den sonra Lût’un yanına gittiler. Melekler, insan sûretinde görünmelerine rağmen Lût aleyhisselâm, “Doğrusu siz yadırganan bir topluluksunuz, tanıdık bildik kimseler değilsiniz, gelişiniz pek iyiye alâmet değil!” anlamına gelen sözlerle endişesini ifade etmişti.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 360
63-65

Meal

“Öyle ama, biz sana insanların, hakkında kuşkuya düştükleri şeyi getirdik. 63﴿ Sana, gerçeği getirdik. Biz muhakkak doğru söylüyoruz.” 64﴿ “Hemen gecenin bir vaktinde ailenin hızla yola koyulmasını sağla! Sen de arkalarından git! Hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın! Size emredilen yere doğru gidin!” 65﴿

Tefsir

Melekler, Lût’un kaygısını gidermek üzere, gerek kendisi gerekse öteki müminler için korkulacak bir şey olmadığını; insanların yani inkârcı kavminin, kendilerine haber verilip uyarıldıklarında kuşkuyla karşılayıp reddettikleri (Zemahşerî, II, 316) felâketi gerçekleştirmek üzere Allah tarafından gönderildiklerini, böylece gerçeği getirdiklerini yani Allah’ın, inkârcılıkları sebebiyle müstahak olanlar için hükmettiği belânın gerçek olduğunu ispatlamak için geldiklerini haber verdiler; ardından da Hz. Lût’un ve ona iman eden yakınlarının söz konusu felâketten kurtulabilmeleri için yapmaları gerekeni bildirdiler.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 360
66

Meal

Lût’a şu hükmü bildirdik: “Onlar, sabah vaktine girerken son ferdine kadar yok edilmiş olacaktır!” 66﴿

Tefsir

Bu suretle Allah Teâlâ, ıslahı gayri kabil olduğu anlaşılan bu kavmi toptan yok etme hükmünü Hz. Lût’a bildirdi.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 360
67-72

Meal

Şehir halkı sevinerek geldiler. 67﴿ Lût, “Bunlar benim misafirlerim, sakın beni utandıracak bir şey yapmayın?” dedi; 68﴿ “Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!” 69﴿ “Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?” dediler. 70﴿

Tefsir

67, 68, 69, 70, 71, 72 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.
Hicr Suresi
266
14 . Cüz
71

Meal

Lût, “İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız” dedi. 71﴿ (Ey resulüm!) Hayatına yemin olsun ki onlar, sarhoş (sersem) halleriyle saçmalayıp duruyorlardı. 72﴿

Tefsir

Kentin ahlâksız halkı, Lût’un konukları olduğunu duyunca –muhtemelen onlara sarkıntılık etmek üzere– geldiklerinde Hz. Lût onların niyetlerini sezdiği için kendilerini uyardı; fakat “Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?” diyerek azgınlıklarında ısrar ettiler. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Hz. Lût onları daha önce de bu ahlâksızlıklarından uzaklaştırmaya çalışmış; fakat olumsuz, hatta küstahça cevaplar almıştı. Buna rağmen son bir defa daha “İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız” diyerek onları arzularını meşrû ve ahlâkî yollardan karşılamaya çağırdı. Bu sözüyle Lût, bir peygamber olarak kendisini ümmetinin babası yerinde görüyor, dolayısıyla ümmetinin kızlarını da kendi kızları kabul ediyor (Zemahşerî, II, 317), bu azgın topluluğa, yapmak istediklerini bu kızlarla evlenerek yapmaları gerektiğini, doğru ve meşrû tutumun bu olduğunu bildiriyordu. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre aslında bu kavim felâketi çoktan hak etmişti. Fakat yüce Allah’ın, yukarıda işaret buyurulan geniş rahmeti ve bir peygamber olarak Hz. Lût’un ümmetine duyduğu şefkat sebebiyle yine de onlar, ahlâksızlıktan vazgeçip hallerini düzeltmeye çağırılmıştır. Ne var ki, 72. âyetten anlaşıldığına göre sapık duyguları akıllarını başlarından almış, ihtirasları gözlerini kör etmiş, mâkul ve ölçülü düşünüp hareket etme kabiliyetlerini büsbütün kaybetmişlerdi. Âyetteki yemin ifadesi, onların bu hallerinin artık ıslah edilemez olduğuna işaret etmektedir. Cenâb-ı Hak, Lût kavmi hakkındaki bu açıklamalarıyla sadece geçmişteki bir toplum hakkında bilgi vermeyi değil, daha önemlisi, insanoğlunun Allah’tan ve peygamberden gelen her türlü uyarıya kulak tıkayarak beşerî tabiatına, arzu ve ihtiraslarına esir olması halinde sağlıklı düşünme yeteneklerinin nasıl işlemez hale geleceğini, en doğru ve yararlı öğütleri bile duyup anlayamayacak kadar insanlığını kaybedeceğini anlatmaktadır.
73-74

Meal

Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi! 73﴿ Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık! 74﴿

Tefsir

Nihayet ortalık aydınlanırken, yani hiç beklemedikleri bir saatte korkunç ses onları yakalayıverdi! Ardından ülkeleri harap oldu, üzerlerine pişmiş çamurdan oluşan taşlar yağdı. Böylece Allah’a âsi olup peygamberin ikazlarını ciddiye almadan, hiçbir değer yargısı tanımadan, yüz kızartıcı ahlâksızlıkları bile hayasızca ve fütursuzca işlemekte ısrar eden bir toplumun âkıbeti ortaya konmuştur (krş. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/69-83; Şuarâ 26/160-173; Neml 27/54-58).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 361
75-77

Meal

İşte bunda ibret alacak olanlar için dersler vardır. 75﴿ Bakın, o harabeler bir yol üzerinde hâlâ duruyor. 76﴿ Onda da inananlar için bir ders vardır. 77﴿

Tefsir

Lût kavminin bu şekilde tarih sahnesinden silinmesi insanlık için birçok bakımdan ibrete değer olarak gösterilmekte, onlardan kalan Sodom kentinin harabelerinin bir ibret levhası olarak hâlâ bir yol üzerinde durduğu ifade edilmekte, Hz. Muhammed’in muhatabı olan Kureyş halkının o harabeyi görerek ibret ve ders alması gerektiği hatırlatılmaktadır (Zemahşerî, II, 318; İbn Atıyye, III, 370). Buna göre ticaretle meşgul olan Mekkeliler, Suriye topraklarına yaptıkları ticarî seyahatleri sırasında Lût kavminin yaşadığı Filistin’deki Sodom kentinden artakalan izleri görüyorlardı. Muhammed Esed’in kaydettiğine göre (II, 524), “Kuzeydoğusunda Sodom ve Gomore bulunan Ölüdeniz’in kıyısını izleyerek kuzeye, Suriye’ye doğru uzanan Kuzey Hicaz’daki bu yolun varlığı Amerikan Doğu Araştırmaları Okulu (New Haven, Connecticut) tarafından yayımlanan hava fotoğraflarıyla şaşırtıcı bir biçimde doğrulanmıştır. Söz konusu fotoğraflar bu eski yolu, Ölüdeniz’in doğu sahillerine az çok paralel bir seyir göstererek kuzeye doğru kıvrılan koyu bir çizgi halinde açıkça göstermektedir.”

77. âyette “Onda da inananlar için bir ders vardır” buyurulurken Mekke müşriklerinin, inkâr ve inatları sebebiyle bu anlatılanlardan ibret alacak akıl ve basîrete sahip olmadığına bir ima vardır (İbn Âşûr, XIV, 70). Çünkü durumu ve davranışlarını sorgulamayan, hakka ulaşmak gibi bir arayışı olmayan ve kaygı taşımayanlar bu tür kanıtlardan ders alma ihtiyacını da duymazlar.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 361-362
78-79

Meal

Eyke halkı da gerçekten bir zalimler topluluğu idi. 78﴿ Biz onların da cezasını verdik. Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir. 79﴿

Tefsir

Tefsirlerde Eyke’nin, Hz. Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği, Mısır ile Filistin arasında, Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adı olan Medyen ile aynı yer olduğu, ağaçlık bir yer olması dolayısıyla buraya Eyke denildiği belirtilmektedir. Hz. Şuayb döneminde buralarda Araplar’ın Emur (Amoriler) koluna mensup kabileler oturuyordu (bilgi için bk. A‘râf, 7/85-93; Hûd 11/84-95).

78. âyette geçen zulüm kavramı, başta inkârcılık olmak üzere her türlü inkâr ve isyanı ifade etmektedir. Nitekim Lokmân sûresinde de (31/13), “Gerçekte şirk çok büyük bir zulümdür” buyurulur. İbn Kesîr, buradaki zulmü, “Eyke halkının Allah’a ortak koşmaları, yol kesmeleri, ölçü ve tartıda haksızlık etmeleri” şeklinde açıklamakta olup bu açıklama, ‘râf ve Hûd sûrelerindeki bilgilere dayanmaktadır. Söz konusu sûrelerde bildirildiğine göre Şuayb da diğer peygamberlerin davetlerini tekrarlayarak Medyen halkını önce Allah’a kulluk etmeye, O’ndan başka tanrı tanımamaya çağırmış; fakat onlar zulümlerine devam etmişler yani inkârcılıkta, günah ve isyanda ısrar etmişler, bu yüzden de hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır. “Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir” buyurularak Eykeliler’le Sodomlular’ın aynı coğrafî bölgede yaşadıklarına işaret edilmiştir (İbn Kesîr, IV, 462).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 362-363
80-82

Meal

Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar. 80﴿ Oysa onlara âyetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler. 81﴿ Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı. 82﴿

Tefsir

Geçmişte inkâr ve isyanları sebebiyle bazı toplumların uğradık­ları felâketler hakkında bilgi verilerek bunlardan ders almak gerektiğini anlatan âyetlerin bu bölümünde de Hicr halkından yani Semûd kavminden bahsedilmektedir. Bu sûrenin girişinde de belirtildiği gibi Hicr, Arap yarımadasının kuzeybatısında, Medine-Tebük yolu üzerinde Teyma‘ın yaklaşık 110 km. güneybatısında, içinden Hicaz demiryolunun geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki eski şehrin adıdır. Bugünkü Alâ adlı yerleşim merkezinin 15 km. kuzeyine düşmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de olduğu gibi eski tarih ve coğrafya kitaplarında da Hicr diye anılmaktadır. Ayrıca Sâlih peygamberle ilgisi dolayısıyla buraya Medâinü-sâlih de denilmiştir.

Konumuz olan âyette Hicr şehrinde yaşayan kavmin ve bunlara gönderilen peygamberin ismi verilmemektedir. Ancak müfessirler, Semûd kavminin kayaları oyarak evler yaptıklarını bildiren âyetleri (A‘râf 7/74; Şuarâ 26/141-149) dikkate alarak Hicr’de yaşayan topluluğun Semûd kavmi, peygamberlerinin de Sâlih aleyhisselâm olduğunu belirtmişlerdir. Aslında bu kavme sadece Hz. Sâlih peygamber gönderilmiş, onu da yalancılıkla suçlamışlardır. Bir peygamberi reddedenler, aynı temel gerçekleri temsil eden öteki peygamberleri de reddetmiş sayılacağından âyette bu kavmin “peygamberler”i yalancılıkla suçladığı bildirilmiştir (Zemahşerî, II, 318; Kurtubî, X, 51).

Buradaki “âyetler” genellikle Hz. Sâlih’in gerçek peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler olarak açıklanmıştır (Taberî, XIV, 50; Kurtubî, X, 57-58). “Rablerini inkâr etmiş” (Hûd 11/68), tevhid inancından sapmış olan Semûd kavmi, kendilerini hidayete kavuşturması için gönderilen Hz. Sâlih’i yalancılıkla suçlayarak, doğru olduğunu kanıtlaması için mûcize göstermesini istemişler (Şuarâ 26/154); Sâlih de bir deveyi göstererek istedikleri mûcizenin bu devede olduğunu ifade etmiş; çok özel bir yaratık olan bu deveye zarar vermemeleri hususunda kavmini uyarmış; ayrıca Allah’ın kendilerine lutfettiği bazı nimetleri sıralayarak bunları hatırda tutmalarını ve ülkede karışıklık çıkarmamalarını, zihinleri bulandırmamalarını istemiştir. Fakat onlar bildiklerinden şaşmadıkları gibi söz konusu deveyi de boğazlamak suretiyle isyankârlıklarını apaçık ortaya koymuşlar; “Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir!” (A‘râf 7/77) diyecek kadar ileri gitmişlerdi.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 363-364
83-84

Meal

Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı! 83﴿ Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı. 84﴿

Tefsir

Nihayet Hicr halkı, burada ve diğer ilgili âyetlerde (A‘râf 7/78; Şuarâ 26/158; Hâkka 69/5) “racfe” (dehşetli sarsıntı), “sayha” (korkunç ses), “azab”, “tâgıye” (yakıp yıkıcı bir felâket) kelimeleriyle özellikleri ifade edilen bir felâketle cezalandırıldılar. Felâketin gelmesi sırasında, bir ömür boyu kazandıkları, biriktirdikleri servetler, kayaları oyarak hazırladıkları, sağlam ve güvenilir olduğundan kuşku duymadıkları evler, bir anlık felâketin getirdiği yıkımdan kendilerini kurtaramadı. Böylece, Sâlih peygamberin uyarılarını hiçe sayarak inkâr ve isyankârlıkta ısrar etmenin, özellikle peygamberin uyarıcı tehditlerini ciddiye almamanın cezasını ağır bir şekilde gördüler.

Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’de daha fazla bilgi bulunmamakla birlikte tefsirlerde ayrıntılı bilgi veren uzun rivayetler kaydedilir (bk. Taberî, VIII, 224-225; Râzî, XIV, 162). Ancak Kur’an-ı Kerîm’e, sahih hadislere ve güvenilir vesikalara dayanmayan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Esasen bizim için önemli olan olayın tarihî ayrıntıları değil, ders ve ibret almaya değer olan yönü olup bu da Kur’an-ı Kerîm’de gerektiği kadar verilmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 365
85

Meal

Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yarattık. Kıyamet de mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel olan hoşgörü yolunu tut. 85﴿

Tefsir

Yukarıda, geçmiş kavimlerin haksız, inkârcı ve isyancı tutumlarıyla bunların sonuçlarına dair ibret alınmaya değer bazı bilgiler verildikten sonra burada da gökler, yer ve bunlar arasındaki varlıkların, olayların ontolojik veya gaî değerine ve anlamına işaret edilmektedir. “Hak ve adalet temelinde” diye çevirdiğimiz metnindeki bi’l-hakkı deyimine bağlı olarak bu âyet, tefsirlerde (meselâ bk. Taberî, XIV, 50; Zemahşerî, II, 318) genellikle iki değişik anlamda açıklanmıştır:

a) Âyetteki hak kelimesi “adalet ve insaf” anlamında da yorumlan­mıştır. Buna göre Allah, âlemi ve onda olup bitenleri, bu arada insanlığın tarihini de bir haksızlık ve zulme göre değil, insaf ve adalet ölçülerine göre yaratıp yönetmektedir, yaratılışın yasası adalettir. Şu halde geçmişteki bazı kavimler yaratılmış, sonra onların başına çeşitli felâketler gelmişse bunun sebebi, Allah’ın onlara haksızlık yapmayı istemiş olması değildir. Çünkü “O’nun sözü (hüküm, yasa), hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır” (En‘âm 6/115). Allah ve kendilerine gönderilen peygamber, o kavimlere, iman edip hallerini düzeltmeleri için gerekli bütün uyarıları yapmışlar, olabilecek bütün fırsatları tanımışlar, fakat onlar yine de bildiklerinden şaşmamışlardır. Bu durumda ceza günü geldiğinde onların cezalan­dırılması da haktır, adaletin gereğidir.

b) Hak kelimesi, bâtılın zıddı olarak ontolojik gerçekliği ifade eder. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: Evren ve onda bulunan varlıklar, akıp giden olaylar, bazı aşırı şüpheci filozofların yahut bir kısım mutasav­vıfların iddia ettiği gibi bir hayal, bir serap, bir vehim değil (bk. Âl-i İmrân 3/191; Sâd 38/27), birer gerçek olarak var kılınmıştır. Varlık gibi varlığa ilişkin bilimsel bilgiler gerçektir ve bunlara güvenilmesi gerekir, kuşkular yersizdir. Bu cümleden olmak üzere Allah’ın geçmişe dair yukarıdaki âyetlerde özet olarak verdiği bilgiler de hakikaten yaşamış olan toplumların hayat ve gidişatına, hak ettikleri için başlarına gelen belâlara dair gerçek bilgilerdir. Eğer Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği toplumlar o eski milletlerin yanlış tutumlarını tekrarlarsa onlar da bir şekilde bunun cezasını görürler. Nihayet bir gün gelecek, kıyamet saati de akıp giden gerçekliğin bir devamı olarak kesinlikle vuku bulacaktır.

Âyetin sonunda Hz. Peygamber’e ve onun şahsında eğitim, irşad ve aydınlatma görevi yapan herkese –muhatabın tutumu olumsuz, sert ve kırıcı da olsa– bu tür faaliyetlerini ümitsizliğe veya öfkeye kapılmadan, mümkün olduğunca yumuşak davranarak, kırmadan, incitmeden, güzellikle, hoşgörülü bir tarzda sürdürmeleri öğütlenmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 366-367
86

Meal

İyi bilesin ki rabbin, evet O, muhakkak sûrette eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilmektedir. 86﴿

Tefsir

Hz. Peygamber’den sabırlı ve hoşgörülü olmasını isteyen âyetin ardından yüce Allah’ın eşsiz ve kesintisiz yaratıcılığı ve bilgisi hatırlatılmakta; bu suretle, dolaylı olarak Resûlullah’ın, inkârcılar kendisini dinlememekte direniyorlar diye hoşgörülü tutumunu değiştirip sertleşmemesi istenmektedir. Çünkü Peygamber’in görevi ve sorumluluğu peygamberlik ahlâkına uygun bir incelik ve güzellikte Hakk’ın hükümlerini tebliğ etmektir; gerisi her şeyi yapıp yaratan, bilip gözeten Allah’a aittir (Taberî, XIV, 51). İbn Âşûr’a göre (XIV, 78) burada, yüce Allah’ın bu inkârcı topluluk arasından ve onların soyundan Peygamber’e candan dost olacak yeni bir nesil yaratacağına dair bir müjde anlamı da sezilmektedir. Nitekim bu müjde kısa zamanda gerçek olmuş; Allah Teâlâ, başlangıçta Hz. Peygamber’in amansız düşmanı olan kesimden veya onların çocuklarından mallarını ve canlarını Allah ve resulünün yoluna adayan iman ve vefa âbidesi bir topluluk meydana getirmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 367
87

Meal

Kuşkusuz sana tekrar tekrar okunandan (âyetlerden) yedisini ve yüce Kur’an’ı verdik. 87﴿

Tefsir

Allah Teâlâ, putperestlerin Hz. Peygamber’i üzen ve inciten inatçı, alaycı tutumlarına karşı resulünü teselli etmek üzere, kendisini âdeta çok değerli bir hediye ile, tekrar tekrar okunan yedi (âyeti) ve yüce Kur’an’ı vermekle onurlandırdığını ifade buyurmaktadır.

“Tekrar tekrar okunan yedi (âyet)” diye çevirdiğimiz âyet metninde geçen mesânî kelimesi, mesnâ veya mesnâtün kelimesinin çoğulu kabul edilmiştir; “övgü” anlamındaki senâdan gelebileceği de belirtilmektedir. Mesânî kelimesi “katlanıp bükülerek ikilenen, başka bir şeyle takviye edilen” gibi mânalara gelir. Bir şeyin büklümlerine, katlarına da mesânî denilmekte, “tekrar tekrar yapılan, okunan” gibi bir anlamda da kullanılabileceği ifade edilmektedir. Konumuz olan âyetteki “seb‘an mine’l-mesânî” ifadesi müfessirleri epeyce meşgul etmişse de bu hususta en fazla kabul gören iki yorum vardır:

a) Bir görüşe göre bu ifade ile Kur’an-ı Kerîm’in, “es-seb‘u’t-tıvâl” diye anılan en uzun yedi sûresi kastedilmiştir. Bunlar Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl (başında besmele bulunmayan Tevbe sûresi ile birlikte) sûreleridir. Bu sûrelerin “mesânî” diye anılmasının sebebi, içlerinde farzlara, hukukî emir ve yasaklara, cezalara ve geçmiş toplumlara dair ibretli kıssalara geniş bir şekilde ve tekrar tekrar yer verilmesidir. Ancak Hicr sûresi Mekke’de, anılan yedi uzun sûreden En‘âm ve A‘râf’ın dışındakiler ise Medine’de inmiştir. Bu durumda Mekke’de inen bir sûrede, henüz ortada bulunmayan sûrelerden söz edilmesi mâkul gözükmemektedir. Gerçi sûrenin özellikle bu âyetinin Mekke’de indiği söylenmişse de bu bilgi itimada şayan görülmemektedir.

b) Daha çok kabul gören diğer görüşe göre “seb‘an mine’l-mesânî” ifadesiyle Fâtiha sûresi kastedilmiştir. Sûrenin böyle anılması ise yedi âyetten oluşması, namazda tekrar tekrar (her rek‘at) okunması, her okunuşta arkasından bir de zammı sûre ilâve edilerek bir nevi ikilenmesi, katlanması, sûrenin –ilki Allah Teâlâ’ya hamd ve senâ, ikincisi dua ve niyaz olmak üzere– iki bölümlü olması, biri Mekke’de peygamberliğin ilk döneminde, diğeri Medine döneminde olmak üzere iki defa nâzil olması gibi sebeplerle izah edilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 368-369
88

Meal

Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, müminlere karşı da alçakgönüllü ol! 88﴿

Tefsir

Hz. Peygamber’e ve İslâm’a karşı cephe alıp düşmanlık edenler arasında, müreffeh bir hayat yaşayan Mekkeli şımarık zengin kişiler ve aileler de yer alıyor, müslümanlar ise büyük ölçüde yoksul ve mazlum kişilerden oluşuyordu. İşte Allah Teâlâ, resulünden ve onun şahsında ümmetinden, inkârcı kişi ve grupların elinde bulunan ve onlar için görünüşte zenginlik, fakat hakikatte bir imtihan vesilesi (fitne) olan dünya malına imrenmekten sakınmalarını istemektedir. Bu buyruk, İslâm’ın sırf ekonomik dengesizlikten, gelir farkları arasındaki uçurumdan kaynaklanan toplumsal bir baş kaldırı olmadığını göstermesi bakımından anlamlıdır. İslâm, kıskançlıktan kaynaklanan bir duygusal tepki hareketi değildir. Kur’an, sosyal adaletin sağlanmasına yönelik tedbirlerin de içinde bulunduğu topyekün bir ıslah projesidir. Allah, bu projenin yer aldığı “tekrar tekrar okunan yedi âyeti yahut sûreyi ve bütünüyle yüce Kur’an’ı” vermekle resulünü en büyük nimete mazhar kılmış, peygamberlikle şereflendirmiştir; onunla birlikte müminlere de nihaî zaferin ve ebedî kurtuluşun yolunu açmıştır. Böylece Allah’ın, peygamberine ve müminlere lutfettiği bu kalıcı nimetler dikkate alındığında inkârcıların elindeki bütün maddî imkânlar önem ve değerini kaybeder. Bu durum karşısında inkârcıların bu tür nimetlerden daha fazla yararlanmalarından (Taberî, XIV, 60) yahut iman etmemelerinden, mallarıyla yoksullara ve dine hizmet etmemelerinden dolayı (Elmalılı, V, 3077) üzülmemek gerekir.

Bir peygamber için asıl önemli olan ve kendilerine değer verilmesi gerekenler, ona inanıp bağlanmış olan müminler topluluğudur. Bu sebeple Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e, ümmetine karşı alçak gönüllü olması, yumuşak davranması, yakınlık göstermesi, onları incitecek katı ve kaba söz ve hareketlerden sakınması hususunda öğütlerde bulunmaktadır (Taberî, XIV, 61). Kuşkusuz, buradaki buyruklardan Resûlullah’ın ümmetine karşı yanlış hareket ettiği, kibirli davrandığı ve bu yüzden uyarıldığı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Her şeyden önce iman ve ibadette olduğu gibi ahlâk konularında da bir eğitim rehberi olan Kur’an-ı Kerîm’in bu ve benzeri âyetleriyle aynı zamanda bir ahlâk örneği ve önderi olması sıfatıyla Peygamber efendimizin şahsında onun yolundan giden müminler eğitilmekte, en güzel ahlâka özendirilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 369-370
89

Meal

“Kuşkusuz ben apaçık bir uyarıcıyım” de. 89﴿

Tefsir

Hz. Peygamber’e, kendisinin açık bir uyarıcı olduğunu insanlara bildirmesi emredilmektedir. Onun hem bir uyarıcı olduğu hem de uyardığı hususların doğruluğu açık ve kesindir. Allah, başlangıçtan itibaren sahih itikad, yüksek ahlâk ve güzel yaşayış konularında insanları aydınlatıp aksine hareket edenlerin dünyada ve âhirette karşılaşacakları sıkıntıları, acıları kendilerine açıkça bildiren uyarıcılar göndermiştir. Hz. Muhammed’in de bunlardan olduğunda kuşku yoktur. Âyet, ona bu gerçeği insanlara bildirmesini emretmekte ve dolaylı olarak, insanların da bu uyarıcıya kulak vermeleri gerektiğine, aksi halde uyarı konusu olan dünyevî yıkım ve âhiret azabının –yukarıda anılan eski kavimlere olduğu gibi– bunların da başlarına gelirse bunun hak edilmiş bir âkıbet olacağına işaret etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 370-371
90

Meal

Nitekim biz, bölüp parçalayanları cezalandırdık. 90﴿

Tefsir

Allah, bölüp parçalayanlar”ı cezalandırmıştır. Burada bölüp parçalayanlar”la kimlerin kastedildiği ve neyi bölüp parçaladıkları hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre bunlar, Kur’an’ı işlerine geldiği gibi bölerek bir kısmına inanan, bir kısmını reddeden yahudi ve hıristiyanlardır (Taberî, XIV, 61). Bir rivayete göre âyette, sırf Kur’an’la alay etmek için “Şu sûre benim, şu sûre senin” diye Kur’an’ı aralarında paylaşan Ehl-i kitap kastedilmiştir. Başka bir yoruma göre âyette Kureyş putperestlerinin bir bölümü kastedilmiştir. Rivayete göre hac mevsiminde bir kısım Mekkeli bölük bölük ayrılıp yollara dağılır, dışarıdan gelenlere Hz. Peygamber aleyhinde “O bir mecnun!”, “O bir şair!”, “O bir sihirbaz!” diye propaganda yaparlardı.

Taberî bu görüşlere dair bilgiler verdikten sonra kendi yorumunu şöyle ifade eder: “Allah, resulüne, Kur’an’ı bölüp parçalayanlara şu hususu bildirmesini emretmektedir: Peygamber, Allah’ın öfkesi ve cezalandırması konusunda insanları uyarmakla görevlidir. Gerek kendi aralarından gerekse daha önceki ümmetlerden vahyi bölüp parçalayanların başlarına gelenler onların da başına gelebilir.

‘Bölüp parçalayanlardan’ Tevrat ve İncil’e inananlar kastedilmiş olabilir; çünkü onlar Allah’ın kitabını kısımlara ayırıyor; yahudilerden bazıları kutsal kitabın bir kısmını kabul ederken geri kalan kısmını tanımıyor, İncil’i ve Kur’an’ı da reddediyor; hıristiyanlar ise İncil’in bir kısmını benimserken geri kalan kısmını, ayrıca Tevrat’ı ve Kur’an’ı reddediyorlardı. Ancak burada Kureyş putperestleri de kastedilmiş olabilir. Çünkü onlar Kur’an hakkında farklı gruplara ayrılıyor; bir kısmı ona şiir, bir kısmı kehânet ürünü, bir kısmı eskilerin masalları diyordu... Sonuç olarak bu âyetlerde hangi kesimin kastedildiğine ilişkin Kur’an’da kesin bir delil bulunmadığı gibi Hz. Peygamber’den nakledilmiş bir açıklama ve aklî bir kanıt da yoktur.”

Bu durumda Taberî’ye göre, Allah’ın vahyini, bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek suretiyle parçalayan her türlü eski ve yeni inkârcı zümrelerin âyetin kapsamına girdiğini düşünmek en doğru yaklaşımdır. Âyet Allah’ın kurtarıcı mesajlarını bu şekilde yıpratmaya ve tesirsiz kılmaya çalışan her inkârcı kesimin ilâhî cezalara uğratıldığını hatırlatmaktadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 371-372