Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
En'âm Suresi
129
7 . Cüz
9

Meal

Şayet peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu (yine) bir adam suretine sokar, onları yine halen içinde bulundukları kuşkuya düşürürdük. 9﴿

Tefsir

Eğer Allah onlara gönderdiği elçiyi bir melek yapsaydı ya da beşer yerine bir meleği elçi gönderseydi yine onu melek suretinde değil insan görünümünde, hem de –müşriklerin, meleklerin dişi olduğu şeklindeki bâtıl inançlarının aksine– onu “adam sûretinde” göndereceği, bunun sonucu olarak yine onları, bu gelenin gerçekten melek mi yoksa insan mı olduğu hususunda şaşkınlığa düşüreceği bildirilmektedir. Nitekim başka bir âyette ifade edildiği üzere, onlar Kur’an-ı Kerîm için “Bu, insan sözünden başka bir şey değildir” (Müddessir 74/25) demişlerdi. Halbuki tamamen ruhanî varlıklar olan meleklerin insanlara görünmesi ve onlara hitap edebilmesi, ancak cismanî bir görünüme bürünmeleriyle mümkündür. Bu durumda vahyin doğruluğunu, ihtiva ettiği yüksek hakikatlere göre değerlendirmek yerine, onu kendilerine tebliğ edenin melek olmasında arayanlar, bu cismanî görünümlü varlığın insan olduğunu ileri sürerek yine inkâra sapacaklar, şimdi olduğu gibi yine şüphe edeceklerdi.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 380-381
10-11

Meal

Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, sonunda onlarla alay edenleri, alaya aldıkları şey (azap) kuşatıvermişti. 10﴿ De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (hakikati) yalan sayanların sonunun nasıl olduğuna bakın! 11﴿

Tefsir

Müşrikler, gerçeği daha yakından kavramak gibi iyi niyete dayalı sebeplerle değil, sırf Hz. Peygamber’e karşı çıkmak, onunla alay etmek, acze düşürüp itibarını yıkmak maksadıyla bu tür teklifler ileri sürdükleri için 10. âyette Resûlullah’a, kendisinden önceki peygamberlerin de böyle alayla karşılandıkları hatırlatılmakta, fakat başlarına gelen felâketler sonunda alay ettikleri haberlerin ne kadar kesin gerçekler olduğunu acı şekilde anladıkları bildirilmekte; 11. âyette Mekke müşriklerine, dolayısıyla peygamberlik ve vahiy gerçeğinden kuşkuya düşüp inkâr eden, alaya alan herkese, dünyayı gezip dolaşmaları, eskilerin izlerini, kalıntılarını inceleyerek ilâhî hakikatleri yalanlayanların âkıbetlerinin ne olduğunu görmeleri tavsiye edilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 381
12

Meal

“Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” diye sor. De ki: “Allah’ındır. O, kendi üzerine rahmeti yazmıştır. Sizi, gerçekleşmesinde asla şüphe olmayan kıyamet gününde mutlaka toplayacaktır.” Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar. 12﴿

Tefsir

Bu sûrenin ilk âyetinde gökleri ve yeri Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, 3. âyetinde göklerde ve yerde hükümran olan tek Tanrı’nın O olduğu belirtilmişti. Burada ise göklerde ve yerde bulunanların yalnızca O’nun mülkü olduğu, dolayısıyla rubûbiyyette olduğu gibi mâbûdiyyette de O’nun ortağı bulunmadığı, yalnız O’nun rab olarak bilinmesi ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiği soru-cevap şeklinde bir üslûpla vurgulanmaktadır. Sorunun tek ve kesin bir cevabı olduğu için hemen arkasından kısa ve net bir şekilde “Allah’ındır” şeklinde cevap verilmesi istenmiştir. Bütün varlıkların yaratıcısı, mâlik ve sahibi Allah olduğuna ve esasen müşrikler de buna inandıklarına göre, bu varlıklar içinde yükümlü tutulanları yani insanları hesaba çekme yetkisi de O’na ait bulunduğu için âyette, kesin olarak vuku bulacak olan kıyamet gününde Allah’ın muhakkak surette insanları hesaba çekmek üzere bir araya toplayacağı bildirilmiştir. Burada ayrıca, bir bakıma varlıkların mebdei (başlangıcı) ve meâdıyla (âkıbeti) ilgili iki bölümün arasına “O kendi üzerine (kulları için) rahmeti yazmıştır” şeklinde bir kayıt konulması özellikle ilgi çekicidir. Bu suretle sanki insanlara şöyle bir uyarıda bulunulmuştur: Diğer bütün varlıklar gibi sizi de Allah yarattı; kıyamet vuku bulup da O’nun huzurunda hesap vermek için toplanmadan önce, hayatta iken Allah’ın kesin olan rahmetinden yararlanmaya bakınız; inanıp hayırlı işler yapınız; bu geniş rahmete nâil olmak için günahlarınızdan tövbe ediniz. Açık seçik delillere rağmen, müşriklerin yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerini yalanlamak için türlü bahaneler ileri sürmek yerine, Allah’ın rahmetinin üzerinizdeki eserlerinden olan aklınızı kullanarak Hz. Peygamber’in doğruluğunu tasdik ediniz. Bunun aksine, geçici menfaatlerine, mânasız inatlarına ve benlik iddialarına kapılarak gerçeği kabule yanaşmayanlar, böylece kendilerini ziyana sokanlar artık iman etmekten de mahrum kalırlar ve sonuçta Allah’ın çok geniş olan rahmetinden yararlanma fırsatını kaçırmış, kendi kendilerine yazık etmiş olurlar.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 382-383
13

Meal

Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, her şeyi işitmekte, bilmektedir. 13﴿

Tefsir

Bu âyette de Allah’ın hükümranlığı teyit edilerek göklerde ve yerde bulunanlar gibi gece ile gündüzde barınan her şeyin yani bütün zaman kategorisine giren varlıkların da Allah’ın mülkünden olduğu; Allah’ın, ister gecenin karanlığında, ister gündüzün aydınlığında olsun, her varlığı, her olup biteni kesin olarak duyup bildiği ifade edilmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 383
14

Meal

De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yediren ama yedirilmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim?” De ki: “Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma (denildi).” 14﴿

Tefsir

“Dost” diye çevirdiğimiz velî ve “yoktan var eden” diye çevirdiğimiz fâtır, esmâ-i hüsnâdan olup ilki Allah’ın yönetici, yardımcı ve dost olduğunu; ikincisi de yapıp yaratan, yokluktan varlık sahnesine çıkaran olduğunu ifade eder. Bu âyette yüce Allah kısaca “yediren ama yedirilmekten münezzeh olan” şeklinde tavsif edilerek bütün varlıkların rızıklarını, ihtiyaçlarını karşılarken kendisinin yedirilmekten, ihtiyaçtan münezzeh olduğu ifade buyurulmuştur. Çünkü bütün uydurma tanrılar aslında birer hiç olup kendi bağlılarınca beslendikleri, desteklendikleri, büyültüldükleri, ululandıkları halde beslenmeye muhtaç olmayan, her şeye kendisi değer kazandırıp hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin kendisine değer katmasına, destek vermesine muhtaç olmayan, dolayısıyla gerçek anlamıyla ulûhiyet niteliğine sahip tek varlık O’dur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384
15

Meal

De ki: “Ben rabbime isyan edersem gerçekten büyük günün (âhiret) azabına uğrayacağımdan korkarım.” 15﴿

Tefsir

“Büyük gün”den maksat âhiret günüdür. Âyete göre Hz. Peygamber bile tebliğ ettiği dinin hükümlerinden istisna edilmiş değildir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384
16

Meal

O gün kim azaptan kurtarılırsa gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur. 16﴿

Tefsir

Âhirette azaptan kurtulan kimse rahmet-i ilâhiyyeye nâil olacaktır. Kuşkusuz insan için bundan daha büyük bir kurtuluş yoktur; çünkü ebedî hayattaki mutluluğu bu şekildeki bir kurtuluşa bağlıdır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384
17-18

Meal

Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa onu kendisinden başka giderecek yoktur; ve eğer sana bir hayır verirse bilesin ki O her şeye kādirdir. 17﴿ O, kullarının üstünde tam bir tasarrufa sahiptir. O hakîmdir, her şeyden haberdardır. 18﴿

Tefsir

Hayır ve şerrin Allah’tan olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet itikadını destekleyen bu âyetlere göre hastalık, yoksulluk gibi insanlara elem veren ve istenmeyen durumlar da sağlık ve zenginlik gibi arzu edilen durumlar da Allah’ın kudreti dahilinde olup Allah bir kimseye bunlardan birini veya ötekini takdir ederse bunu önleyecek, takdire karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Allah’tan gelebilecek zararı da faydayı da ancak dilerse yine kendisi önler. İnsanlar ne dilerse dilesin, sonunda yine O’nun dilediği olur. O’nun her şeye gücü yeter ve O kulları üzerinde tam bir hâkimiyete, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir. Ayrıca O, tam bir hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğu için kimlerin fayda veya zarara müstahak olduğunu bilir; herkesin her halinden haberi olur ve hakîm olmasının bir sonucu olarak herkese, haline münasip ne ise onu verir, dolayısıyla hiç kimseye haksızlık etmez.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384-385
En'âm Suresi
130
7 . Cüz
19

Meal

De ki: “Hangi şahidin şahitliği daha güvenilirdir?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’an bana, hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi. Yoksa siz Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” De ki: «O, ancak bir tek Allah’tır; ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.” 19﴿

Tefsir

İlk cümlenin harfî tercümesi “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” şeklindedir. Ancak biz, Zemahşerî’nin getirdiği yorumu (II, 7) esas alarak anlamayı kolaylaştırmak için söz konusu cümleyi “Hangi şahidin şahitliği daha güvenilirdir?” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Bundan önceki âyetlerde ağırlıklı olarak Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarıyla ilgili deliller üzerinde durulmuştu. Bu âyette ise Hz. Muhammed’in risâletinin ispatına geçilerek bu hususta en büyük şahidin kim olduğu sorusuna –cevabın açıklığından dolayı– hemen “Benimle sizin aranızda Allah şahittir” cevabı verilmiştir. Vâhidî’nin, bu âyetin inmesine sebep olduğunu kaydettiği bir rivayete göre (Esbâbü’n-nüzûl, s. 160; el-Vecîz, I, 347) Mekke ileri gelenleri Resûlullah’a hitaben “Ey Muhammed, söylediklerinle ilgili olarak hiç kimsenin seni tasdik ettiğini görmedik. Hatta yahudilere ve hıristiyanlara sorduk; onlar, senin ismin veya niteliklerinle ilgili olarak kendi kitaplarında ve dinlerinde herhangi bir bilgi olmadığını söylüyorlar. Bize, senin Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik edecek birini göster” demişler, bunun üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuştur.

“Bu Kur’an bana, hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi” meâlindeki ifade, Hz. Peygamber’in ve Kur’an-ı Kerîm’in bütün insanlığa gönderildiğini, dolayısıyla İslâm’ın evrensel bir din olduğunu göstermektedir. Bu âyet, insanları hem Allah’ın birliğine hem de Hz. Muhammed’in peygamberliğine şehadet etmeye çağırdığından, kelime-i şehâdeti anlam olarak ihtiva etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 385-386
20

Meal

Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenlere gelince, işte onlar inanmazlar. 20﴿

Tefsir

Zemahşerî ve diğer birçok müfessir, âyette Ehl-i kitabın tanıdıkları ifade edilenin Hz. Muhammed olduğunu belirtmişler, bazıları da bunun Kur’an-ı Kerîm olduğunu söylemişlerdir (Zemahşerî, II, 7; Şevkânî, 122; İbn Âşûr, VII, 171; Elmalılı, III, 1893). İlk anlayışa göre Ehl-i kitap, özellikle hıristiyanlar kendi kutsal kitaplarında Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilişkin bazı işaretler bulunduğunu biliyorlardı (bk. A‘râf 7/157). İkinci anlayışın daha isabetli olduğunu düşünen İbn Âşûr’a göre Ehl-i kitap âlimleri Kur’an’ın Allah katından geldiğini biliyorlardı. Çünkü Kur’an, onların kitaplarında da haber verilmiş olan bilgiler ihtiva etmekteydi. Ayrıca onların kitaplarında, son peygamberle ilgili bilgiler bulunduğundan, Kur’an’ı bildireni de bu bakımdan tanıyorlardı (ayrıca bk. Bakara 2/146).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 387
21

Meal

Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalan sayandan daha zalimi kimdir? Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa eremezler. 21﴿

Tefsir

Allah’ın Kur’an’da tevhid inancını açık açık bildirmesine rağmen, O’nun putları kendisine ortak edindiğini savunan müşriklerden, aynı şekilde, kendi kitaplarında Allah’ın Kur’an ve Hz. Muhammed hakkında bilgi vermediğini iddia eden Ehl-i kitap’tan daha zalim ve haksız kim vardır!

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 387
22-24

Meal

Unutma o günü ki onları hep birden toplayacağız; sonra da Allah’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diyeceğiz. 22﴿ Sonra onların mazeretleri “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz ortak koşanlar olmadık” demekten başka bir şey olmadı. 23﴿ Gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerini nasıl bırakıp gitti! 24﴿

Tefsir

İnsanlar ölüp ruhlar bedenlerden ayrıldıktan veya insanlar yeniden diriltildikten sonra Allah Teâlâ kendisine putları ortak koşmak ve bu suretle İslâm’ın tevhid akîdesine karşı mücadele bayrağını açmak gibi büyük bir suçun vebalini yüklenmiş olan müşriklere, dünyadaki alelâde varlıklara yahut kişilere tanrı gibi taparcasına bağlanarak hakiki mâbudlarını inkâr edenlere “Hani o bana ortak koştuğunuz putlarınız; sözde tanrılarınız nerede?” anlamında olmak üzere “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diye soracaktır. Sonra onlar Allah’ın her hallerine vâkıf olduğunu bile bile, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz ortak koşanlar olmadık” diyerek şaşkınlık ve çaresizlik içinde mazeret ileri sürecekler; böylece kendi kendilerine karşı, yani söylediklerinin asılsız olduğunu bizzat kendileri de bile bile yalan söyleme gereğini duyacaklardır. Üstelik dünyadayken, uydurma bir inançla, akıllı ve güçlü olduğunu, kendilerine şefaat edeceğini sandıkları putları –sözde tanrıları– kendilerinden uzaklaşmıştır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 388
25-26

Meal

Onlardan seni (Kur’an okurken) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne örtüler çektik, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mûcizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde, “Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyerek seninle tartışırlar. 25﴿ Onlar hem insanları peygamberden uzak tutmaya çalışırlar hem de kendileri ondan uzak dururlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini mahvederler. 26﴿

Tefsir

Bu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır. Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri bu vb. âyetlerden hareketle prensip olarak Allah’ın, dilediği kimselerin iman etmelerini engelleyeceğini savunmuşlar; Mu‘tezile ulemâsı ise bu görüşe karşı çıkarak söz konusu âyetleri kendi adalet ve hürriyet anlayışları istikametinde te’vil etmişlerdir. Bu teorik tartışmalar bir yana, yaratılış itibariyle insan fıtratı, gerçeği kabule elverişli olmakla birlikte, bazı iç ve dış etkenler insanın psikolojisini, akıl ve düşünme melekelerini etkilemektedir. Müşrikler de gerek atalarından ve çevrelerinden aldıkları telkinler, gerekse çeşitli olumsuz duygu ve davranışlarının tesiriyle inanmaya yatkın olmaktan çıktıkları için kalpleri perdelenmiş, kulakları ağırlaşmış, yani gerçek karşısında duyarsız kalmışlardır. Şu halde onların inkârları, ilâhî kanun uyarınca kalplerinin perdelenmesi kendi tutum ve davranışlarının, bencil duygularının, ön yargılarının, taassup ve inatlarının bir sonucudur; bundan dolayı da yanlış inançlarından ve kötü fiillerinden sorumludurlar.

25. âyette geçen esâtîr kelimesinin tekili olan ustûre, büyük ihtimalle “hikâye, kıssa, tarih” anlamına gelen Grekçe historia kelimesinden Arapçalaştırılmış olup Arapça’da daha çok eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere ait abartılı veya asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. Müşrikler Kur’an-ı Kerîm’in inanılırlığına gölge düşürmek için sık sık onun eskilerin masalları olduğunu ileri sürerlerdi. Vâhidî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayete göre (Esbâbü’n-nüzûl, s. 160) Ebû Süfyân, Ebû Cehil, Utbe b. Rebî‘ ve kardeşi Şeybe, Velîd b. Mugîre, Nadr b. Hâris gibi müşriklerin önde gelenlerinden bazıları birlikte Hz. Peygamber’in yanına giderek bir müddet Kur’an’ı dinledikten sonra, Kureyşliler’e Acem kıssaları anlatmakla tanınan Nadr b. Hâris’e Resûlullah hakkındaki fikrini sormuşlar; o da “Söylediklerinden bir şey anlamıyorum; sadece dudaklarını hareket ettirdiğini görüyorum. Söylediği sözler, tıpkı benim size geçmiş devirlerle ilgili olarak anlattıklarım gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” demiştir. Müşrikler bu tür sözleriyle hem başkalarını Kur’an’dan uzaklaştırırlar hem de bizzat kendileri ondan uzak dururlar ve bu suretle ebedî geleceklerini mahvederlerdi; üstelik bunun farkında da değillerdi. Allah Teâlâ, inkârcıların Hz. Peygamber ve Kur’an karşısındaki bu tavırlarından dolayı âhirette duyacakları pişmanlıklarını aşağıda bildirmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 389-390
27

Meal

Onların ateşin karşısında durdurulup da “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha rabbimizin âyetlerini yalan saymayıp inananlardan olsak” dediklerini bir görsen! 27﴿

Tefsir

İnkârcılar âhirette cehenneme götürülüp ateşle karşı karşıya geldiklerinde, daha önce inanmaya yanaşmadıkları âkıbetleriyle yüz yüze gelince büyük bir ıstırap içinde hissettikleri pişmanlığı “Ne olur, dünyaya geri gönderilelim de rabbimizin âyetlerini bir daha yalanlamayalım; biz de inananlardan olalım!” şeklindeki temennileriyle ifade edeceklerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 391