Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
En'âm Suresi
135
7 . Cüz
60

Meal

O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir. (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O'nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. 60﴿

Tefsir

Bu ve bundan sonraki âyetler, sûrenin genel muhtevasına uygun olarak yüce Allah’ın varlığını ve birliğini, kudret ve ilminin mükemmelliğini gösteren yeni deliller ve örnekler ortaya koymaktadır.

“Geceleyin öldürme”den maksat, insanın uykuya daldırılması, “diriltme”den maksat da uykudan uyandırılmasıdır. Uyku ve uyanma için vefat ve ba‘s kökünden fiillerin kullanılması, uyku ile ölüm, uyanma ile de yeniden dirilme arasında, bir ölçüde ruhî ve fizyolojik bir benzerlik olmasından dolayıdır. Uyku sırasında organizmanın faaliyetlerinin bir kısmı tamamen durmakta, bir kısmı da yavaşlamaktadır. Özellikle görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularının; hareket, konuşma gibi faaliyetlerin; ayrıca birçok duygusal tepkilerin durması yahut yavaşlaması, uykunun ölümü hatırlatan bir olay olduğunu gösterir. Uyanma ise çeşitli bedenî ve psikolojik faaliyetlerin yeniden normale dönmesini sağladığından, bir bakıma yeniden hayata dönüştür. Âyette dikkati çeken önemli bir husus da öldürme (uyutma) ve diriltme (uyandırma) fiillerinin Allah’a nisbet edilmesi, böylece insanın uyuması ve uyanmasının kendi iradesine bağlı olmadığının gösterilmesidir. Uyuma, bedenin ve ruhun dinlenmesi için bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Allah’ın değişmez kanunları uyarınca beden ve ruh, uyku yoluyla dinlenme ihtiyacı hissettiği zaman normal şartlarda ve zorunlu olarak uyku olayı meydana gelir. Hiçbir insan bu zorunluluğu ortadan kaldırma gücüne sahip değildir.

“Sizi öldüren ... sizi dirilten O’dur” şeklindeki vurgulu ifadeler, yüce Allah’ın hem kudretini hem de lutfunu göstermektedir. Zira bu ifadeler “O istemeseydi siz uyuyamazdınız; uyuduğunuz takdirde de uyanamazdınız” anlamını taşıyor. Âyetteki “ceraha” fiili genellikle “işleme, yapma” mânasında kullanılmakla birlikte, kök anlamı (delme, yırtma, yaralama) itibariyle öncelikle kötülük işlemeyi ifade eder ve Allah’ın belirtilen lutfuna karşı kulun nankörlüğüne işaret eder. Yine de Allah her insanı “belirlenmiş ecel”ine kadar yaşatmak suretiyle rahmetini tecelli ettirir. Ancak eninde sonunda herkes O’na dönecek ve O, bütün insanlara neler yaptıklarını haber verecektir.

Tefsirlerde uyku sırasında ruhun durumunun ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şevkânî âyetin “yeteveffâküm bi’l-leyli” kısmını şöyle açıklamıştır: “Allah sizi uyutunca, kendileriyle temyiz sahibi olduğunuz nefislerinizi (ruhlarınızı) kabzeder. Ancak bu hakiki ölüm değildir. Bir görüşe göre uyku sırasında ruh bedenden çıkmakla birlikte hayat bedende kalmaya devam eder. Başka bir görüşe göre ruh bedenden çıkmaz; fakat sadece zihin çıkar (şuur faaliyetleri durur). Ancak, doğrusu şudur ki, bu olayın mahiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez (Şevkânî, II, 143).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 416-417
61

Meal

O, kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler. 61﴿

Tefsir

“Koruyucular” diye tercüme edilen hafaza kelimesi, eski tefsirlerde genellikle “Kirâmen Kâtibîn” (değerli yazıcılar) adı verilen ve insanların bütün amellerini kaydetmekle görevlendirilen melekler şeklinde yorumlanmıştır. Şevkânî, daha ihtiyatlı bir ifade ile, hafazayı “sizi koruyan melekler” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca “Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var” (İnfitâr 82/10) meâlindeki âyeti de zikrederek, bunların insanları “âfetlerden koruyan” ve “amelleri tesbit eden kimseler” (melekler) olduklarını belirtir (Şevkânî, II, 144). Bazı yeni tefsirlerde hafaza kelimesinin yukarıdaki anlamı yanında, canlıların bedenî ve ruhî varlığını koruyan çeşitli psikolojik güçler, yetenekler ve organlar olabileceği yönünde görüşler de yer alır (bk. Elmalılı, II, 1951; Ateş, III, 160).

Şüphesiz –59. âyette açık olarak belirtildiği üzere– yüce Allah’ın ilmi, böyle yazıcı meleklerin tuttukları amel defterlerine gerek kalmayacak şekilde, insanların bütün yaptıklarını kuşatmaktadır. Bu durumda meleklerin amelleri yazmalarının hikmeti, “insanların, yapmakta oldukları işlerin anında yazıldığını ve âhirette yazıcı meleklerin şahitliğiyle amel defterlerine kaydedilmiş olan işlerinin kendilerine tek tek okunacağını düşünerek daha dikkatli davranmalarını sağlama” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19).

Yine 61. âyette geçen “elçiler”den maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, Azrâil ismiyle bilinen “ölüm meleği” ile onun yardımcıları olan başka meleklerdir. Bu melekler insanların amellerini kaydetmekte veya ömrü bitenlerin ruhunu kabzetmekte asla kusur etmezler (ayrıca bk. Bakara 2/30; Secde 32/11).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 417
62

Meal

Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah'a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O'nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur. 62﴿

Tefsir

Sonunda insanlar “gerçek mevlâlarına döndürüleceklerdir”. Hüküm yalnız O’na aittir ve O insanların hesabını çok çabuk görecektir.

Bazı müfessirler, âyetteki hak kelimesini “adaletli” diye açıklamışlarsa da (Nesefî, I, 327), bu âyetlerin genellikle müşriklere hitap ettiği, onların da Allah’tan başka tanrılar, mevlâlar tanıdıkları göz önüne alınarak, âyetin ilgili kısmı “Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler” şeklinde tercüme edilmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 418
63-64

Meal

De ki: "Sizler, açıktan ve gizlice ona ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız' diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?" 63﴿ De ki: "Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de ona ortak koşuyorsunuz." 64﴿

Tefsir

Müfessirlere göre 63. âyette geçen “karanın ve denizin karanlık-ları”ndan maksat, insanların buralarda karşılaştıkları tehlikeler, acılar, felâketlerdir. Bu suretle müşrikler, inkârları ve günahları sebebiyle, benzer durumdaki eski kavimler gibi, türlü felâketlere mâruz bırakılmakla tehdit edilmekte ve bu durumlardan kendilerini ancak Allah’ın kurtarabileceği hatırlatılmaktadır. Âyette “Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?” diye sorulması, müşriklerin Allah’a inandıklarını gösterir. Nitekim cevap müsbet olacağı için zikredilmeye gerek görülmemiştir. Şevkânî’nin de belirttiği gibi, Allah’ın kurtarıcılığının soru şeklinde ifade buyurulması, müşrikler hakkında bir kınama anlamı da taşımaktadır (II, 145). Buna göre 63-64. âyetlerin anlamını şöylece açmak mümkündür: Sizi karanın ve denizin tehlikelerinden ancak Allah’ın koruduğunu bildiğiniz, üstelik O’na gizli gizli yalvararak “Eğer bizi bundan kurtarırsa andolsun şükredenlerden olacağız” diye söz de verdiğiniz halde, nasıl olur da daha sonra tekrar eski halinize dönerek birer cansız ve âciz nesneler olan putlarınızı Allah’a ortak koşarsınız!”

Bu iki âyet insanoğlunun önemli bir zaafına işaret etmektedir: İnsanlar çoğunlukla sağlık, güvenlik, bolluk ve rahatlık gibi imkânlar içinde yaşarken; özellikle ihtiraslarının, hevâ ve heveslerinin peşinde koşarken mânevî hayatlarını, hâlika ve mahlûka karşı ödevlerini ihmal eder, bunları düşünmek istemezler. Açıktan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr veya göz ardı ederek başka nesnelere ya da insanlara tapar yahut taparcasına bağlanır, boyun eğerler; yalnız Allah’tan beklemeleri gereken şeyleri fânilerden bekler; onları önder, rehber, hatta rab edinirler. Buna karşılık, genellikle Allah’tan başkasının gideremeyeceği türlü felâketlerin insanlar üzerinde bir uyarıcılık ve onları kendine getirme, sağlıklı düşünmelerini, değerlendirme yapmalarını ve sonuçta Allah’ı hatırlayıp O’na yönelmelerini sağlama gibi olumlu tesirleri sayesinde insanlar Allah’a yönelip kurtuluş için O’na yalvarır, hatta bundan böyle iyi birer kul olarak ödevlerini yerine getireceklerine söz verirler. Geçmişte ve günümüzde felâket anlarında Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Ancak, birçok insan, sıkıntıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski yanlış ve isyankâr tutumlarına döner. Söz konusu âyetler insanları bu zaafları hususunda uyarmakta, kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğunu, dolayısıyla zor zamanlarda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’nu tanımaları, O’ndan yüz çevirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 419-420
65

Meal

De ki: "O size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeye ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir." Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz. 65﴿

Tefsir

İnsanları bir belâdan kurtaran Allah, başka bir veya birçok belâya uğratmaya; onlara “üstlerinden veya ayaklarının altından” yani gökten ve yerden türlü felâketler göndermeye; hatta onların ihtiraslarını birbiriyle çatıştırarak, değişik mezhep, fırka gibi gruplara ayırarak birbirleriyle çarpışmalarını, savaşmalarını sağlamaya da kadirdir. Geçmişte insanoğlu beklemediği, ummadığı birçok semavî ve dünyevî felâketlerle karşılaşmış, şimdi de karşılaşmaktadır. İnsanoğlu, Allah’ın koyduğu kanunlardan sapmanın bedeli olarak, tabii âfetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belâlara da duçar olmaktadır. Nükleer felâketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüz binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açık kalmasına, ülkelerin harap olmasına yol açan savaşlar bu belâlardan bazılarıdır.

Âyetin, bölünüp parçalanmayı bir felâket olarak gösteren kısmı özellikle mânidardır. Gerçekten, Allah’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiilî çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir ki, âyet-i kerîmede bu durum, insanların Allah’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fâni şeyleri birer tanrı gibi kabul edip onların peşine takılmalarının, nihayet onları Allah’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir. Öyle görülüyor ki, insanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah’ı rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kanunlar olarak tanıyıp bunları hayata hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işaret edilen bu tehlikelere de müstahak olacak, bilinen ve bilinmeyen birçok felâkete, âyetteki deyimiyle azaba mâruz kalacak ve Allah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zekâ, hatta Allah’ın kitabında yer alan “hikmet”ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felâketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felâketlere yol açacaktır. Bu bakımdan yukarıdaki âyetler bütün insanlara, insanlığın selâmeti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla 65. âyetin sonunda “anlasınlar diye...” buyurulmuştur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 420-421
66

Meal

O (Kur'an) hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil (sizden sorumlu) değilim." 66﴿

Tefsir

Bu âyete göre Hz. Peygamber’in kavmi (Mekke müşrikleri) onun peygamberliğinin ve bildirdiklerinin gerçek olduğunu gereğince anlayıp kavramadıkları gibi onu yalanlamışlardır. Bazı müfessirler burada “hak” (gerçek) olduğu belirtilenden maksadın Hz. Muhammed’in peygamberliği, bazıları da Kur’an-ı Kerîm olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak 63-66. âyetler topluca dikkate alındığında bu gerçeğin söz konusu âyetlerde yer alan azap uyarısı olduğu görüşü ağır basar. Müşrikler gerçeği yani Hak kelâmı olan Kur’an’ı veya hak peygamber olan Hz. Muhammed’in risâletini ya da Allah’ın, aslında kendileri ve bütün insanlık için hayatî önem taşıyan uyarılarını gerektiği gibi anlamamışlar ve bu yüzden yalanlayıp reddetmişlerdir. Artık onlar helâke müstehak olmuşlardır. Bu sebeple 66. âyette Resûlullah’a “Ben size kefil değilim” demesi emredilmiştir. “Kefil” olarak çevirdiğimiz vekîl kelimesi Kur’an dilinde “koruyan, kol­layan, savunan, esirgemeye çalışan” gibi anlamlara gelir. Hz. Peygamber’in inkârcılara karşı aslî görevi davet, tebliğ ve uyarıdır; onların kalplerindeki bâtıl inançları zorla değiştirmek onun elinde değildir; dolayısıyla onlar adına bir kefalet yükümlülüğü de yoktur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 421
67

Meal

Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz. 67﴿

Tefsir

Hz. Peygamber, tebliğ ettiği Kur’an vasıtasıyla müşrikleri ve genel olarak dünyadaki bütün inkârcıları açık açık uyardığına göre, artık inkârcılık ve kötülüklerde direnenlerin müstehak oldukları felâketlerin vuku bulması kaçınılmazdır. “Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz” meâlindeki tehdit, esasta özellikle müşriklere ve hakkı tekzip eden bütün inkârcılaradır; ancak, İslâm’ın hakikatlerinden, Kur’an’ın hikmetlerinden uzaklaşacak derecede fikir ayrılıklarına düşen; hakkı bir yana bırakarak fırkalara, mezheplere bölünüp gurur, kibir, bencillik, menfaat ve ihtiraslar uğruna birbiriyle çarpışan müslümanlar için de âyetten alınacak dersler olduğunda kuşku yoktur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 421-422
68

Meal

Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma. 68﴿

Tefsir

“Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalmak”tan maksat, Kur’an-ı Kerîm’i alaya almak veya eleştirmeye kalkışmaktır. Âyet, bu şekilde davrananların –eğer engel olmak mümkün değilse– başka bir konuya geçinceye kadar yanlarından ayrılmayı emretmektedir. Aynı buyruk, daha sonra gelen bir başka âyette de tekrar edilmiştir (Nisâ 4/140). Fahreddin er-Râzî’nin naklettiğine göre âyetin asıl mâna ve maksadını dikkate alan bazı âlimler, inançsızların Kur’an’la ilgili kötü sözlerine karşı, yanlarından uzaklaşmanın dışında başka tepkiler de gösterilebileceğini belirtmişlerdir (XIII, 25). Aynı müfessir bu âyetteki havd kelimesini açıklarken –haklı olarak– “Havd, sözlükte eğlence tarzında ve aşırı derecede dalmayı ifade eder... Binaenaleyh, bazı Haşviyye’nin zannettiğinin aksine bundan, ilâhiyyât meselelerini derinlemesine inceleyip araştırmanın, istidlâl ve münazaranın, Allah’ın âyetlerine dalmaktır diye, haram olduğu sonucunu çıkarmaya kalkışılmamalıdır” der.

Bazı müfessirler, âyette sadece Hz. Peygamber’e hitap edildiğini, dolayısıyla buyruğun da yalnız ona yönelik olduğunu ileri sürmüşlerse de yaygın kanaate göre âyetin asıl muhatabı hem Resûlullah hem ümmetidir (bk. Taberî, VII, 228-229; İbn Atıyye, II, 303-304; M. Reşîd Rızâ, VII, 508). Muhatabın Hz. Peygamber dışındaki müslümanlar olduğu da söylenmiştir. Ancak, beşer olması itibariyle Hz. Peygamber’in de bazı şeyleri unutabileceğini, bunu bizzat kendisinin kabul ettiğini bildiren hadisler de vardır. Bu hadislerin birinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Ben, ancak bir beşerim; sizin gibi ben de unutabilirim...” (Buhârî, “Salât”, 31; Müslim, “Mesâcid”, 89, 92, 93, 94).

Âyette bu tâlimatın unutulması halinde oturmaktan ötürü günahkâr olunmayacağı (zira unutma meşrû bir mazerettir), ancak hatırlayınca artık “zalimler”le oturmamak gerektiği ifade ediliyor. Kur’an aleyhinde konuşanlara “zalimler” denilmesi, onların konuşmalarının iyi niyetli, adaletli, gerçeklere dayalı olmadığını; aksine tahkir, tezyif ve iptal amacı taşıyan asılsız ve gerçek dışı konuşmalar olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu âyet bize, Allah’ın âyetlerine dil uzatmadıkları, İslâmî değerlere karşı saygısızca sözler sarfetmedikleri sürece, yanlış inanç ve görüşteki insanlarla bir arada oturulup konuşulabileceğini göstermektedir. Kanaatimizce “Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalma”, onlarla eğlenme ya da onları reddetme, bu birlikteliği ortadan kaldıran en temel sebepse de, bu bir örnek olup, düşmanlık duygularına dayalı daha başka kötü ve yanlış söz veya davranışta bulunan kimseleri de terketmek gerekir. Nitekim gıybet eden kimselerin meclislerini terketmeyi emreden hadisler de vardır (Dârimî, “Mukaddime”, 23). Esasen “Hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma” ifadesindeki “zalimler” nitelemesi de bunu gösteriyor. Çünkü “zulüm”, başta inkârcılık olmak üzere her türlü haksızlık ve adaletsizliği, kasıtlı kötülükleri kapsamaktadır (zulüm hakkında bilgi için bk. Bakara 2/54).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 423-424
En'âm Suresi
136
7 . Cüz
69

Meal

Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur. Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar. 69﴿

Tefsir

Takvâ sahibi müminler yani Allah’a ve O’nun kanunlarına saygı duyup bunları ihlâl etmekten sakınan müslümanlar, şayet Allah’ın âyetlerine dil uzatan zalimlerin yanında bulunmak zorunda kalırlarsa, belki sakınırlar ve vazgeçerler diye onları uyarmalıdırlar. Bu durumda kendileri de sorumluluktan kurtulurlar. Abdullah b. Abbas’ın belirttiğine göre bazı sahâbîler, inkârcıların her tarafta Kur’an’a dil uzattıklarını söyleyerek, bu durum karşısında onlardan uzaklaşmaları mecbur kılınırsa Harem-i şerif’te bulunmalarının bile imkânsız hale geleceğinden endişe ettiklerini belirtmişler, bunun üzerine ruhsat mahiyetindeki 69. âyet nâzil olmuştur (Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, II, 105).

Âyette herkesin hesabının (sorumluluk) kendisine ait olduğu belirtilerek, bir bakıma, müslümanların görevinin, ne pahasına olursa olsun, diğerlerinden gelen saçma itirazlara, haksız tenkitlere cevap yetiştirmek, böylece faydasız, hatta daha da inatlaşmaya yol açabilecek polemiklere girmek olmadığı, sadece işin doğrusunu beyan edip uyarmanın yeterli bulunduğu anlatılmak istenmiştir. Nitekim 70. âyetin başlangıcı da bunu göstermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 424-425
70

Meal

Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır. 70﴿

Tefsir

Kuşkusuz her konu gibi din hususunda da ilmî ve fikrî değerlendirmeler önemli olmakla birlikte; insanların maddî ve mânevî, ferdî ve sosyal, dünyevî ve uhrevî yönleriyle bütün hayatlarını çok yakından ilgilendiren, tarihin bütün dönemlerinde insanlığı derinden etkileyen din müessesesini önemsiz gibi telakki ederek oyun ve eğlence haline getiren insanlar artık kendileriyle konuşup tartışmaya bile değmeyecek kadar bayağılaşmış olurlar. Bu tür insanlar dünya hayatını yegâne ilgi konusu yaparak dünyanın geçici zevklerine kapıldıkları, onları her şeyin üstünde tuttukları için dini bir tür eğlence gibi düşünerek putları veya buna benzer şeyleri tanrılaştırırlar; yahut ferdin ve toplumun mânevî, ruhî, zihnî, bedenî ve dünyevî hayatını şekillendirecek olan hak dini, üzerinde ciddiyetle düşünüp benimseyecekleri yerde, alaya alırlar.

Fahreddin er-Râzî’ye göre (XIII, 27-28) çeşitli âyetlerde geçen ve dünya hayatının gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bildiren açıklamalar (meselâ bk. En‘âm 6/32; Ankebût 29/64; Hadîd 57/20) dikkate alındığında bu âyetteki “dini bir oyuncak ve bir eğlence edinme” ifadesinin mânası daha iyi anlaşılır. Buna göre asıl oyun ve eğlence sayılması gereken şey dünya hayatıyla ilgili geçici arzu ve tutkulardır. Hakiki dindarlar, gerçeklik ve doğruluğu delillerle ispatlanmış olan hak dine bağlanıp destek olan kimselerdir. Buna karşılık dini, mevki ve mansıp kazanmak, rakiplerini yenilgiye uğratmak ve servete ulaşmak için araç haline getirenler dine sadece dünya menfaatleri için bağlanır ve bu suretle aslında dünya hayatını değil de dini oyun ve eğlence haline getirmiş olurlar. Râzî’nin getirdiği bu yorum, sahte dindarlığı çok iyi tanımlaması bakımından önemli sayılabilir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 425
71

Meal

De ki: "Allah'ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisin geri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!' diye doğru yola çağırdıkları halde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?" De ki: "Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah'ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu." 71﴿

Tefsir

Müslümanlar, kendilerini eski bâtıl dinlerine döndürmeye çalışan müşriklerin kötü emellerine karşı uyarılmaktadır. Nitekim müşrikler kendi akraba ve dostları olan müslümanları İslâm’dan dönmeleri için ikna etmeye çalışmışlar; hatta giderek onlara bu yönde şiddetli baskılar uygulamışlardır. Kur’an başka yerlerde bu sözlü ve fiilî baskıyı veya bu baskı sebebiyle dinden dönmeyi ölmekten daha büyük ve daha şiddetli bir fitne olarak nitelemiştir (Bakara 2/191, 217; fitnenin anlamı konusunda geniş bilgi için bk. Bakara 2/191). Bu âyette, güzel bir teşbihle, müslümanları inkâr ve irtidada çağıran müşrikler, insanların aklını çelip yolunu şaşırtan şeytanlara; onların bu çağrısına aldananların durumu, şeytanların veya cinlerin aldatması ya da büyüsüyle aklî dengesi bozulduğu için yolunu kaybedip ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta şaşkın kalan kimsenin durumuna; Allah’ın insanları hak dine ve imana davet etmesi de bir kimseyi gerçek dostlarının doğru yola çağırmasına benzetilmiştir (İbn Âşûr, VI, 302-303).

Âyette “... Bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım?” ifadesinden putlar kastedilmiştir. Bununla birlikte âyetin maksadı göz önüne alındığında burada her dönemdeki müslümanların, gerek sapık inançlı ve kötü fikirli insanlar, gerekse akılları karıştırıp zihinleri bulandıran çevreler, kurumlar tarafından gelebilecek ve kendilerini dinlerinden döndürecek veya dinlerinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak olan bütün menfi teşebbüslere karşı bir uyarı olduğunda kuşku yoktur. Böyle durumlarda müslüman, “Allah’ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir” demeyi bilmelidir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 427
72

Meal

Bir de, bize, "Namazı dosdoğru kılın ve Allah'a karşı gelmekten sakının" diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah'tır. 72﴿

Tefsir

“Namazı dosdoğru kılın ve Allah’tan korkun” diye de (emrolundu). O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tır.
73

Meal

O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah'ın "ol" deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O'nun sözü gerçektir. Sûra üflendiği gün de mülk (hükümranlık) onundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır. 73﴿

Tefsir

“Üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye tanım­lanan sûrun benzer açıklamaları hadislerde de geçmektedir. Geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen ve çok güçlü ses çıkaran boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. Âhiretle ilgili diğer haberler gibi sûr hakkındaki bilgiler de insan aklının kapasitesini aşan, naslarda nasıl bildirilmişse öylece inanılması gereken hususlardır. Ancak sûru, sûretin çoğulu olarak suver şeklinde okuyanlar da vardır. Buna göre âyetin mânası şöyledir: Sûretlere (ölülerin bedenlerine ruhları veya hayatları) üfleyeceği günde hükümranlık Allah’ındır (Râzî, XIII, 33).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 427-428