Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.
Âl-i İmrân Suresi
64
4 . Cüz
109

Meal

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür. 109﴿

Tefsir

Müminlere emir, nehiy ve tavsiyelerde bulunan ve bunların olumlu veya olumsuz yönde uygulanmalarının sonuçlarını bildiren açıklamalar, Allah’ın âyetleri ve delilleridir. Yüce Allah hiçbir varlığa zulmedilmesini istemediği için âhirette hesabını verecekleri şeyleri peygamberleri vasıtasıyla insanlara haber vermiştir. Artık bu delilleri gördükten sonra hâlâ doğru yolda yürümeyip yanlış yollara sapanlara verilecek ceza, Allah’ın bir zulmü değil, kendi yaptıklarının bir sonucu olmaktadır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun olduğu gibi, bu dünyadaki sınav sona erdiğinde her şey O’na dönecek, herkes O’nun şaşmaz adaleti önünde yargılanacaktır.
110

Meal

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir. 110﴿

Tefsir

Ümmet kelimesi 104. âyette olduğu gibi burada da “topluma önderlik edecek olan grup anlamında kullanılmıştır (bilgi için bk. Bakara 2/128, 213). Bu âyet, iyilik yolunda insanlığa önder ve örnek olmayı hak eden müslümanların başlıca niteliklerini göstermektedir. Buna göre onlar Allah’a iman ederler. Bunun gereği olarak peygambere, kitaba, âhiret gününde hesap vereceklerine ve diğer iman esaslarına inanırlar. İslâm’ın öğrettiği güzel ahlâka sahiptirler; iyiliği emreder, kötülüğü engellerler ve imanlarının gereğini yerine getirirler. Onlar iyi amel sahibi olmaları, aşırılık ve sapkınlıktan uzak, dosdoğru, adaletli, ölçülü, mûtedil ve dengeli tutum ve davranışları sebebiyle insanlığa örnek ve rehber olmaya hak kazanmışlardır. Nitekim bu ümmet hakkında Bakara sûresinin 143. âyetinde “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık” buyurulmuştur. Yani yüce Allah müminleri dengeli, uyumlu, mûtedil, hayırlı bir ümmet kılmıştır. Hz. Peygamber güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir peygamber olduğu gibi (el-Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8), ümmeti de bu ahlâkı yaşamak ve insanlığa öğretmek için görevlendirilmiş en hayırlı ümmettir. Nitekim Hz. Peygamber de ümmetinin “en hayırlı ümmet” olduğunu vurgulamıştır (Müsned, IV, 408; V, 383; İbn Kesîr, II, 77-86). Bu âyetlerde anlatılan vasıfların en hayırlı ümmetin belirgin vasıfları olduğunda şüphe yoktur. Gerçek müminler de bu vasıfları taşımaktadırlar. Bu sebeple Allah, insanlığı hakka davet gibi önemli ve şerefli bir görevi onlara vermiştir. Bu görev daha önce İsrâiloğulları’na verilmişti. Ancak onlar zamanla bozulmuşlar, bu sebeple başarısızlığa uğramışlar ve bu emaneti koruma liyakatini kaybetmişlerdir. O halde müslümanlar, kendilerine verilmiş olan bu şerefli görevin sorumluluğunun bilincinde olmalı ve öncekilerin düştükleri hatalara düşmemelidirler. Âyette belirtilen vasıfları koruyamaz, verilen görevleri yerine getirmezlerse en hayırlı ümmet olma şerefini de yitirirler. Nitekim uzun zamandan beri müslümanlar imanlarının gereğini yerine getirmedikleri için insanlığa rehber olma liyakatini de gösterememişlerdir. Hatta İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğu XIX. asır boyunca ve XX. asrın ilk yarısında bağımsızlığını dahi yitirmiş ve gayri müslim milletlerin boyunduruğu altına girmiştir. Onların tekrar üstün konuma gelmeleri ise âyette ifade ve işaret buyurulduğu üzere, imanda, amelde, ahlâkta, ilim ve uygarlıkta ilerleyerek bu konumu hak etmelerine bağlıdır.

“Ehl-i kitap da inanmış olsalardı, elbette onlar için daha hayırlı olurdu” diye çevrilen cümledeki “iman”ın içeriği hakkında değişik yorumlar yapılmıştır (Kur’an-ı Kerîm’de Ehl-i kitaba nisbetle kullanılan iman kavramının açıklaması için bk. Bakara 2/62).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 651-652
111

Meal

Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez. 111﴿

Tefsir

Müslümanlar, insanlık tarihinde ortaya çıkarılışlarındaki amaca uygun olarak yaşadıkları ve kendilerinde bulunması gereken vasıfları taşıdıkları sürece Ehl-i kitabın, özellikle yahudilerin onların aleyhinde yürüttükleri çirkin propaganda ve faaliyetler, onlara herhangi bir zarar veremez. Ancak bu çirkin davranışa mâruz kaldıkları için üzülürler, canları sıkılır, bundan öte herhangi bir zararları olmaz; yahudiler onlarla savaşacak olsalar savaşı bırakıp kaçarlar. Yüce Allah bu durumu müslümanlara bildirerek onlara moral ve cesaret vermektedir. Nitekim müslümanlar belirtilen vasıfları taşıdıkları dönemlerde yahudi ve hırıstiyanlara karşı verdikleri mücadelelerde fevkalâde başarılı olmuşlar, onların yurtlarını fethederek oralara adalet ve hürriyeti götürmüşlerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 653
112

Meal

Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ve (mü'min) insanların güvencesine sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah'ın gazabına uğradılar ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah'ın âyetlerini inkar ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah'ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları idi. 112﴿

Tefsir

Kur’an’da “Ehl-i kitap” tabiriyle genel olarak yahudi ve hıristiyanlar kastedilmektedir. Ancak müfessirler bu âyette Ehl-i kitaba gönderilen zamirlerin sadece yahudilere ait olduğunu ifade ederler; yani Allah’ın gazabına uğrayıp kendilerine alçaklık (zillet) ve aşağılık damgası vurulanların yahudiler olduğu kanısındadırlar. Nitekim yahudiler (İsrâiloğulları) hakkında indiği açıkça bilinen Bakara sûresinin 61. âyetinde de aynı konu aynı ifadelerle vurgulanmıştır. Ancak burada yahudilerin böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi olarak “Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberlere karşı hasmane duygular besleyip içlerinden bazılarını haksız yere öldürmeleri, isyankârlık yapmaları ve Allah’ın koyduğu sınırı aşmaları” gösterilirken, Bakara sûresinde bunlara ilâveten başka sebepler de zikredilmiştir.

“İp” anlamına gelen habl kelimesi, burada mecazen “güvence” mâna­sında kullanılmıştır. Râzî’ye göre burada Allah’ın ipinden maksat cizyedir; Ehl-i kitap cizye denilen vergiyi ödemeyi kabul ettikleri takdirde İslâm devletinin kendilerine sağlayacağı can ve mal güvenliğinden yararlanırlar. İnsanların ipinden maksat ise devlet başkanının görüşüne bırakılmış konularda onlara sağlanan güvencedir; devlet başkanının ictihadına göre bu güvencenin sınırları genişleyebilir ve daralabilir (VIII, 185).

Hz. Peygamber’den önceki yahudiler Allah’a verdikleri sözlerde durmadıkları, Allah’ın âyetlerini inkâr ettikleri ve kendilerinin haksız olduklarını bile bile peygamberlere karşı düşmanca duygular besleyip içlerinden bir kısmını yalanladıkları, bir kısmını da öldürdükleri için, bulundukları her yerde üzerlerine zillet (alçaklık) ve âcizlik damgası vurulmuştur. Daha sonra gelenler öncekilerin yaptıklarını benimseyip onayladıkları sürece aynı sonuç onlar için de geçerli olmuştur. Allah’ın kanunlarının korumasına sığınmadıkça ve Allah’ın kulları olan güçlü topluluklarla anlaşma ve işbirliği yapmadıkça can ve mal güvenliklerini sağlayamamışlardır. Yahudi tarihinde bu zilletin örnekleri pek çoktur. Meselâ yahudilerin Bâbil esareti (m.ö. 586-538), Roma İmparatorluğu’nun Kudüs’ü uzun süre işgal altında tutması (F. Buhl, “Kudüs”, İA, VI, 953) ve Hz. Ömer zamanında (638) Kudüs’ün müslümanlar tarafından fethedilmesi (Mevlânâ Şiblî, İslâm Tarihi, VII, 152) neticesinde yahudilerin 2000 yıl gibi uzun süre millî devletlerini kuramamış olmaları bu zilletin örnekleridir. Günümüzden 500 sene önce İspanya’da katliama uğrayan ve sürgün edilen yahudiler, Osmanlı Devleti’nin yardımı ve korumasıyla Türk yurduna yerleştirilmişler ve böylece yok olmaktan kurtarılmışlardır. Aynı şekilde II. Dünya Savaşı’nda Nazi katliamına uğrayan Almanya yahudilerinin önemli bir kısmı da Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınmışlardır (Kitâb-ı Mukaddes’te yahudilere yöneltilen tehdit ve eleştirilere örnek için bk. Bakara 2/65-66, 74).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 653-654
113-115

Meal

Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır. 113﴿ Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir. 114﴿ Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir. 115﴿

Tefsir

İlk âyette geçen “ümmetün kaimetün” tamlaması, “hakkı tanıyan, doğru davranan, dosdoğru olan ve adaleti yerine getiren topluluk” anlamlarına gelmektedir. Burada, Ehl-i kitap’tan olup Allah’ın dini üzere dosdoğru yürüyen kimseler kastedilmiştir (İbn Âşûr, IV, 58).

Tefsirlerde bu âyetlerin iniş sebebiyle ilgili olarak bazı farklı rivayetler yer almış olmakla birlikte (Kurtubî, IV, 175; Elmalılı, II, 1160) konunun akışından üslûpta, mânada bütünlük bulunmasından bu âyetlerin öncekilerin devamı olduğu anlaşılmaktadır. Önceki âyetlerde kötü davranışları ve vasıfları sebebiyle Ehl-i kitap kınandıktan sonra burada da hepsinin aynı olmadığına, içlerinde güzel ahlâk ve iyi nitelikler taşıyan kimselerin de bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Elmalılı bu âyetlerin 110. âyette geçen “İçlerinde inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır” meâlindeki cümlenin açıklaması mahiyetinde olduğu kanaatindedir (II, 1160).

Kur’an ölçülerine göre kim zerre kadar hayır işlerse âhirette onun karşılığını görür; kim de zerre kadar şer işlerse o da onun karşılığını görür (bk. Zilzâl 99/7-8). Nitekim yüce Allah 113 ve 114. âyetlerde Ehl-i kitap’tan samimi olarak iman edip sâlih amel işleyenleri övdükten sonra 115. âyette onların yaptıkları hayırlı işlerin kesinlikle zayi edilmeyeceğini, karşılıksız bırakılmayacağını ifade buyurmaktadır. Âyetin “Allah kötülükten sakınanları bilir” meâlindeki son cümlesi riyakârlarla samimi müminlerin birbirinden ayırt edileceğine, riyakârların görünüşteki imanlarının kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağına işaret eder. Yüce Allah’ın samimi olarak iman eden Ehl-i kitaba böyle lutufkâr muamelesi İslâm’ın evrenselliği açısından son derece anlamlıdır. Zira kendilerini Allah’ın çocukları ve sevgilileri sayan (Mâide 5/18), âhiret yurdunu başkaları için değil sadece kendileri için hazırlanmış bir yurt kabul eden ve kendilerinden başka hiç kimsenin cennete giremeyeceğini iddia eden (Bakara 2/111) Ehl-i kitabın egoizmine karşılık Kur’an, onlardan samimi iman sahibi olanların yapacağı en küçük bir hayrın dahi karşılıksız bırakılmayacağını haber vermektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 654-655
Âl-i İmrân Suresi
65
4 . Cüz
116

Meal

İnkar edenlerin ne malları ne evlatları, onlara Allah'a karşı bir yarar sağlar. İşte onlar cehennemliktirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır. 116﴿

Tefsir

Müfessirler bu âyette kastedilen inkârcıların, “Ehl-i kitap’tan olup da Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e iman etmeyenler” olduğunu söylemişlerse de âyetleri tahsis edecek bir delil bulunmadığı takdirde genel anlamlarıyla değerlendirmek daha uygundur. Buna göre burada, mal ve evlâtlarının çokluğu sebebiyle şımarmış olan dolayısıyla kendilerine azap edilmeyeceğini iddia eden (bk. Sebe’ 34/35), asıl iman edilmesi gerekenleri inkâr ederek dinden uzaklaşan herkes uyarılmakta; mal ve evlât çokluğu gibi maddî ve geçici güçlerin insanları Allah’a yaklaştırıcı ve onun katında değerli kılıcı sebepler olmadığı, bu tür zenginliklerin Allah’tan gelecek olan cezaları önleyemeyeceği bildirilmektedir.

Bununla birlikte âyet öncekilerin devamı olarak değerlendirildiği takdirde, burada inkâr edenlerden maksadın “Allah’a ve âhirete şeksiz ve şirksiz iman etmeyen Ehl-i kitap” olduğunu söylemek de mümkündür.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 656
117

Meal

Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar. 117﴿

Tefsir

“Kavurucu” diye tercüme ettiğimiz “sırr” kelimesi “şiddetli soğuk, sıcak zehir ve alevli ateş” anlamlarına gelmektedir. Âyette sahip oldukları nimetlerden dolayı şımaran ve Allah’a isyan eden kâfirlerin gösteriş yapmak, insanlar tarafından övülmek veya müslümanları mağlûp etmek için harcadıkları mallar, zalim bir topluluğun dondurucu rüzgârın kasıp kavurarak faydasız hale getirdiği ekinine benzetilmiştir. Müfessirler bu benzetmeyi farklı biçimlerde açıklamışlardır:

a) Kâfirlerin gösteriş yapmak ve övülmek için harcadıkları malların durumu, dondurucu bir kasırganın kasıp kavurduğu ve kupkuru sap haline getirdiği ekinin durumuna benzetilmiştir. Bu ekinden bir fayda sağlanamadığı gibi inkârcıların yaptıkları harcamalardan da herhangi bir fayda sağlanamaz (Şevkânî, I, 416-417).

b) İnkârcıların dünya hayatında insanlar tarafından övülmek ve şöhret kazanmak için yaptıkları harcamaların iyi amellerini yok etmesi, dondurucu kasırganın henüz yeşermekte olan ekini kasıp kavurarak yok etmesine benzer. Onların harcadıkları bu mallar, kendilerine bir iyilik getirmek şöyle dursun, aksine diğer iyi amellerini de yok eder ve âhiret hayatlarının mahvına sebep olur (Şevkânî, I, 416-417). Bu olay, gıda maddelerine karışan zehirin onları zehirleyip zararlı hale getirmesi gibidir.

c) Bu misalde ekin insan hayatını sembolize etmektedir. Çünkü insan hayatta iyi ve kötü işler yapar, âhirette de bunların karşılığını alır, yani dünyada ne ekerse âhirette onu biçer. Buna göre yüce Allah bu misalle şöyle bir ders vermektedir: Hava ekinlerin yetişmesi için yararlıdır. Ancak aşırı sıcak veya soğuk hava zararlı da olabilir hatta ekinleri yok edebilir. Bunun gibi sadaka verip yardım etmek de âhiretteki sevabın çoğalmasına yardımcı olabilir. Fakat bu sadaka inkârla zehirlenmişse o sevabı mahvedebilir de. Allah insanın ve onun etkinlikte bulunduğu alanların mutlak hâkimi olduğu gibi, sahip olduğu servetin de gerçek sahibidir. Eğer Allah’ın kulu, O’nun iradesinin üstünlüğünü kabul etmez veya O’nun nimetlerini kullanırken, O’nun kanunlarını çiğnerse suçlu duruma düşer, hatta bu harcamalarından dolayı cezalandırılır (Mevdûdî, I, 253).

Hakkın inkâr edilmesi ve kabul edeceklerin engellenmesi için yapılan harcamalar, bunu yapanların güzel vasıflarını da yok etmiştir. Bu harcamalarının karşılığı olarak âhirette hiçbir şey alamayacakları gibi dünyada da ziyana uğramışlardır. Nitekim bu sûrenin 22. âyetiyle Bakara sûresinin 217. âyetinde kâfirlerin amellerinin dünyada da âhirette de ziyan olduğu bildirilmektedir. Râzî, konumuz olan âyetle ilgili çeşitli yorumları verdikten sonra şöyle der: “Biz bu âyeti kâfirlerin âhiretteki kayıplarıyla yorumladık ama, aynı zamanda onların dünyadaki kayıplarıyla yorumlamak da uzak bir ihtimal değildir (VIII, 195). Âyeti şöyle anlamak da mümkündür: Dünya hayatını devam ettirebilmek için yaptıkları harcamalar boşa gitmiştir. Çünkü bu değerli ömür sermayesiyle ebedî saadeti kazanamamışlardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 656-657
118-120

Meal

Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık. 118﴿ İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz halde sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden ölün!" Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir. 119﴿ Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır. 120﴿

Tefsir

İslâm’dan önce Medine’de Araplar’la yahudiler arasında dostluk anlaşmaları vardı. Müminler İslâm’dan sonra da yahudilerle bu dostluğu devam ettirmek istediler. Fakat yahudiler ve münafıklar görünüşte dost gibi davransalar da her fırsatta müminlerin aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hz. Peygamber’in askerî planları hakkında müslüman dostlarından edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. Bu sebeple yüce Allah kâfirlerle münafıklara karşı müminleri uyararak onlardan sırlarını söyleyecek kadar samimi dostlar edinmemelerini, onlara karşı ihtiyatlı davranmalarını, gerçekte düşman oldukları halde dost görünenlere sırlarını açmamalarını emretti (Şevkânî, I, 418).

Kur’an-ı Kerîm, birçok âyette müminlerin birbirlerinin dostu ve kardeşi olduklarını (Hucurât 49/10), bunların dışındakilerin, ister dinsiz isterse yahudiler ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek derecede dostları olamayacaklarını ifade buyurmuştur (Nisâ 4/144; Mâide 5/51). Çünkü genellikle onlar birbirlerinin dostu, müminlerin düşmanıdırlar. Kur’an’ın bu emrinde yadırganacak bir durum yoktur. Nitekim âyetin akışında her iki tarafın birbirlerine karşı takındıkları psikolojik ve toplumsal tutum ve davranışları anlatılarak müslüman olmayanları sırdaş edinmeme buyruğunun gerekçeleri açıklanmıştır: a) Müslümanlardan olmayanların sürekli olarak müminler aleyhinde çalışmaları, onlara zarar vermeleri ve içlerinde fesat çıkarmaya gayret etmeleri; b) müminlerin sıkıntıya düşmelerinden memnun olmaları; c) müminlerin aleyhinde sürekli olarak propaganda yapmaları ve onlara karşı içlerinde kin beslemeleri; d) inançları gereği müminler, herkesin –bu arada kâfirlerin ve münafıkların dahi– iyiliğini istedikleri, onların hukukunu gözettikleri ve onlara sevgiyle yaklaştıkları halde onların müminleri sevmemeleri ve haklarında iyi davranmamaları; e) müminler ilâhî kitapların tamamına inandıkları ve bu kitapların mensuplarına saygılı davrandıkları halde kâfirlerin Kur’an’a inanmamaları, münafıkların da müslümanlara karşı ikiyüzlü davranmaları, görünüşte müslüman olduklarını söyleyip gerçekte inanmamış olmaları ve inananlara karşı kin gütmeleri; f) kâfirlerin ve münafıkların, müminlerin birlik ve beraberliklerine, başarılarına, zaferlerine ve refahlarına üzülmeleri; başarısızlıklarına, yenilgi, hastalık ve benzeri sıkıntılarına sevinmeleri.

119. âyetin ilk cümlesi bazı müfessirlerce şöyle de yorumlanmıştır: Siz onları seversiniz, yani onların müslüman olmalarını istersiniz. Çünkü İslâm her şeyden hayırlıdır. Oysa onlar sizi sevmezler, yani sizin kâfir olmanızı isterler, kâfir olmak ise her şeyden kötüdür (Âlûsî, IV, 39). “Yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar” cümlesi münafıkların müminlere karşı besledikleri kin ve nefretin şiddetini ifade eder. Bu sebeple onların görünüşte “inandık” demelerine ve sahte dostluk göstermelerine aldanmamak gerekir.

Şüphesiz ki mümin olmayanları sırdaş edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını ya da menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek sakıncalı olmakla birlikte, onlarla beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesinde bir sakınca yoktur. Kur’an müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayri müslimlerle beşerî ilişkilerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasını tavsiye etmekte ve böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir (Mümtehine 60/8). Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları kuranları yüce Allah zalimler olarak nitelemiştir (bk. Mümtehine 60/9).

İslâm, dinin temel ilke ve amaçlarına ters düşmeyecek ölçüler içinde gayri müslimlerle ilim, teknik ve sanat alışverişinde bulunmayı yasaklamaz. Çünkü ilmin vatanı ve milliyeti yoktur. Hadiste de buyurulduğu gibi (Tirmizî, “İlim”, 19) yararlı bilgi ve fikir müslümanın yitiğidir, onu nerede bulursa alır. Bu konularda müslümanlar din ayırımı yapmaksızın herkesten istifade edebilirler ve kendi birikimlerinden başkalarını yararlandırırlar. Nitekim tarihte de böyle yapmışlardır (gayri müslimlerin dost edinilmemesi hususunda bilgi için ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/28).

120. âyette, kâfirlerin ve münafıkların müslümanların en küçük başarılarına, birlik, beraberlik ve refahlarına tahammül edemedikleri; müminlerin başına gelecek kötülük ve sıkıntılara sevindikleri bildirilmiş; onların bu menfi tutumlarına rağmen müslümanlara sabırlı olmaları, onlarla samimi dost olmaktan kaçınmaları, ancak onların hukukunu çiğnemekten de sakınmaları tavsiye edilmiştir. Zira bu davranış düşmanlıkların ortadan kalkmasına, dostlukların gelişmesine sebep olur. Nitekim Fussılet sûresinin 34. âyetinde, “Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” buyurulmuştur. Âyette, bu tedbirler alındığı takdirde onların tuzaklarının müminlere hiçbir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir. Allah’ın onların yaptıklarını hem bilgisiyle hem de kudretiyle kuşatmış olduğunun belirtilmesi, onların, Allah’ın bilgisi dışında ve izni olmadan hiçbir şey yapamayacaklarını ifade eder.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 659-661
121-122

Meal

Hani sen mü'minleri (Uhud'da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken ailenden (evinden) ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 121﴿

Tefsir

121, 122 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.