Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Zümer Suresi

459
23 . Cüz
6
Ayet
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍؕ يَخْلُقُكُمْ فٖي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقاً مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فٖي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍؕ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُؕ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
٦
Meal
O sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini de var etmiştir; hayvanlardan da sizin için sekiz eş lutfetti. Sizi annelerinizin karnında üç karanlık içinde türlü yaratılış safhalarından geçirerek yaratmaktadır. İşte bu yaratıcı, rabbiniz Allah’tır. Hükümranlık O’nundur; O'ndan başka tanrı yoktur. Buna rağmen nasıl olup da hakikatten uzaklaşabiliyorsunuz? 6﴿

Tefsir

Büyük âlem (makrokozmos) ve küçük âlem (mikrokozmos, insan) denilen iki varlık alanını yaratan gücün ululuk ve yetkinliğine dikkat çekilmektedir. “Hikmet ve fayda esasına göre” diye çevirdiğimiz “bi’lhakkı” deyimi, yaratma ve yönetmenin temelindeki ilâhî hikmete, yani eksiksiz kusursuz bilgiye ve yarara işaret eder. Buna göre yaratılışta saçmalıktan, anlamsızlık ve hikmetsizlikten söz etmek mümkün değildir; özünde her şey, iyidir, güzeldir, yararlıdır. Bütün İslâm âlimlerinin birleştiği bu inancın, en güzel ifadesini Gazzâlî’nin şu sözünde bulduğu kabul edilir: “İmkân âleminde halen mevcut olandan daha güzel, daha tam ve daha mükemmelinin bulunması mümkün değildir” (İhyâ’, IV, 258; el-İmlâ’ fî işkâlâti’l-İhyâ’, V, 35-36). Evren hakkındaki bu iyimser düşünce, yine Gazzâlî’ye isnat edilen bir özdeyişte, “Leyse fi’l-imkân ebde‘u mimmâ kân” (Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir) şeklinde ifade edilmiştir. Allah’ın, “sürekli olarak geceyi gündüzün, gündüzü gecenin üstüne sarması”ndan maksat, gündüzden geceye geçilirken yavaş yavaş aydınlığın çekilip karanlığın bastırması, geceden gündüze geçilirken de tersine karanlığın yerini aydınlığın almasıdır. Âyetin bu cümlesi, “Geceyi gündüze ekler, gündüzü de geceye ekler” şeklinde de yorumlanmıştır (Şevkânî, IV, 515). Her gün tekrar ettiği için önemini fark edemediğimiz bu olaylar, ilâhî kudretin ve yaratılıştaki hikmetin durmadan tecelli ettiğini gösteren birer âyettir, işarettir. Güneş ve ayın, Hakk’ın yasalarına boyun eğerek semamızı süslemesi, ısı ve ışık vermesi de böyledir. İnsanlık âleminin bir tek candan, Âdem’den gelişi de evrenin oluşu ve işleyişi kadar muhteşem bir olaydır. Bu olay da düşünen aklı, hisseden kalbi dehşete düşürüp o yüce kudret karşısında secdeye kapandıracak derecede derin hikmetler taşıyan ilâhî tecellilerdendir. Âyet, bütünüyle insanlığın bu oluş süreci yanında her bir insanın ana rahmindeki yaratılış sürecine de veciz bir üslûpla değinmektedir. Müfessirler, “üç karanlık” tabirini, annenin karın duvarı, rahim duvarı ve cenini kuşatan zar (amnion zarı) içindeki karanlık tabakalar olarak açıklarlar. Bu karanlık tabakaları, rahim içinde birbirini kuşatan üç zarın teşkil ettiği tabakalar olarak anlamak da mümkündür. Bunların ilki, cenini koruyan, içi sıvı dolu amnion zarı, ikincisi amnionu dıştan kuşatan ve daha çok ceninin besin ve oksijen almasını sağlayan korion zarıdır. Rahim içini astar gibi kaplayan ve hamileliğin sonuna doğru gittikçe kalınlaşan üçüncü zar, üzerindeki kan damarlarıyla çocuk için besin deposudur. Hamilelikten sonra düştüğü için buna “düşen zar” (zara decidua) denilmektedir. Âyette bu tabakaların karanlık oluşuna bilhassa dikkat çekilmekle, bu karanlık ortamlarda olup bitenlerin dahi Allah’ın bilgisi ve kudreti sayesinde gerçekleştiğine; dışarıdan farkına bile varılmayan bu ortamda yaratılış harikalarının gerçekleştirildiğine işaret edilmiştir. “Türlü yaratılış safhalarından geçme” ifadesiyle, Hac (22/5) ve Mü’minûn (23/12-14) sûrelerinde açılımı verilen nutfe, alaka ve mudga safhalarının ve bundan sonraki gelişmelerin kastedildiği anlaşılmaktadır (İbn Âşûr, XXIII, 333-334). Rahim karanlığında döllenmiş hücreye (zigot) nutfe, hücrenin rahim cidarındaki asılı vaziyetine alaka denir. Bu suretle rahimde gelişimini sürdüren embriyo, önce mudga denilen şekilsiz etimsi bir parçaya dönüşür ve zamanla diğer aşamalarda kemikler oluşur; kemikler kaslar, damar ve sinirlerle kaplanarak insan bedeninin oluşumu tamamlanır. Hayvanlardan lutfedildiği bildirilen “sekiz eş”, En‘âm sûresinin 143-144. âyetlerinde zikredilen erkekli-dişili eşler olarak koyun, keçi, deve ve sığır çiftleridir.
7
Ayet
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْؕ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىؕ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَؕ اِنَّهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
٧
Meal
Eğer inkâr ederseniz bilesiniz ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur; ama O, kullarının nankörlüğüne razı olmaz, şükrederseniz bu tutumunuzdan hoşnut olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü yüklenmez; sonunda dönüşünüz rabbinize olacak, ardından O, neler yapıp ettiğinizi size bildirecektir. O, kalplerin derinliklerini bilmektedir. 7﴿

Tefsir

Bütün bu kanıtlara ve uyarıcı açıklamalara rağmen Allah’a gereği gibi iman etmemekte direnenler bilmeliler ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi insanların kendisine inanmalarına da ihtiyacı yoktur. Şu halde inkârcılar bu tutumlarıyla yalnız kendilerine zarar verirler. Her ne kadar Allah, kullarını inanıp inanmamakta özgür bırakmışsa da (Kehf 18/29; İnsân 76/3), merhameti gereği kullarının iman edip kurtuluşa ermelerini ister, rızası bundadır; bu yüzden insanlara doğru yolu bulmaları için akıl vermekle kalmayıp ayrıca peygamberleri aracılığıyla gönderdiği kutsal kitaplarında varlığının ve birliğinin nice kanıtlarını göstermiş, inananlara müjdeler vermiş, inanmayanları ikaz etmiş ve böylece iman edip hükümlerini yerine getirmek suretiyle kendisine şükredenleri rızasına kavuşturacağını bildirmiştir. Onun rızası, yani kulundan hoşnut olup onu sevmesi ise bütün nimetlerin en büyüğü, en değerlisidir (bk. Tevbe 9/72). İnsanın ödevi, kendisini bu değerli nimete lâyık kılacak bir hayat geçirmektir.

Aklî melekeleri yerinde olan her insan kendinden sorumludur ve yaptığı kötülüğün sonucu da yalnız ona aittir; ne o başkasının günahını taşır, ne de başkası onun günahını taşır. Onun için özgür ve bilinçli olarak yaptığımız işlerin sorumluluğunu başkasına yıkmaya kalkışmamalıyız; suçumuzu günahımızı başka birinin yükleneceğini ümit etmemeli, kendi hayatımızın iyi ve kötü sonuçlarının kendimize ait olduğunu bilmeliyiz. Dünyada hukuk ve kamuoyu karşısında bu böyle olduğu gibi âhirette Allah’ın huzurunda da böyle olacak; hepimiz sonunda kalplerimizin derinliklerini, en gizli sırlarımızı dahi bilen rabbimizin divanına çıkıp dünyadayken yaptığımız her şeyi karşımızda bulacak, O’nun şaşmayan adaletiyle yargılanacağız.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 601
8-9
Ayet
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنٖيباً اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖؕ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلٖيلاًࣗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ
٨
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهٖؕ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِࣖ
٩
Meal
İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi rabbine yönelip O’na yalvarır; sonra rabbi ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. De ki ona: “İnkârcı tutumunla biraz eğlenedur bakalım! Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaklardan birisin! 8﴿ (Bu adam mı,) yoksa âhiret kaygısıyla ve rabbinin rahmetine nâil olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha iyi)?” De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar. 9﴿

Tefsir

Buradaki “insan”la öncelikle Kur’an’ın muhatapları arasındaki inkârcı kişilerin kastedildiği âyetin devamından anlaşılmaktadır. Başka yerlerde de belirtildiği gibi (meselâ bk. Bakara 2/177) gerçek mümin hem sıkıntılı zamanlarında hem rahat zamanlarında hep Allah ile olur, O’na güvenip dayanır. Bu bağlılığını kötü günlerinde isyan etmeden sabırla, iyi günlerinde azmadan şükürle gösterir. Allah’tan gelen her şeyi, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek karşılar. 9. âyet, inancında döneklik yapan biriyle her durumda Allah’a iman ve bağlılığını sürdürenin aynı değerde olamayacağını ifade etmektedir. Hâlis imanın ve samimi dindarlığın çok veciz bir özeti olan bu âyette, böyle bir dindarlığın en çarpıcı amelî tezahürü olan gece namazına, sorumluluk boyutu olan âhiret endişesiyle rahmet ümidine ve dindarlığın zihnî şartı olan bilgi donanımına dikkat çekilmiştir. İbadette dinî şuur ve duygu ne kadar yoğun olursa ibadetin değeri de o oranda yüksek olur. Bu yoğunluk geceleri daha da fazla olacağı için âyette özellikle gece ibadetinden söz edilmiştir. Derin dindarlığın diğer bir tezahürü de âhiret bilincinin canlı oluşudur. Ebedî hayata inanan iyi bir mümin, her durumda rabbine kulluk görevlerini yerine getirmekle birlikte, bir yandan da kulluğuyla O’nun merhamet ve sevgisini kazanmayı, bu sayede âhiret kurtuluşuna nâil olmayı arzular.

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesindeki “bilme”den maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle, yalnız zor durumda kalındığı zaman değil, her zaman Allah’ı bilip tanımayı (ma‘rifetullah), bu irfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder. Bununla birlikte Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, daha genel olarak –hangi konuda olursa olsun– ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazanılır. Nitekim kaynaklarda ilim, “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç” (itikad) şeklinde tanımlanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.). Kur’an-ı Kerîm’de gerek dinî gerekse din dışı konularla ilgili olarak ilim kelimesi ve türevlerinin 750 defa geçmesi, bilginin ve bilme faaliyetinin önemine işaret eder. Kendisini de Allah’tan gelmiş bir bilgi olarak tanıtan Kur’an (Bakara 2/120), “Rabbim, ilmimi arttır!” diye Allah’a dua etmemizi öğütler. Hz. Peygamber de ilmi övmüş ve teşvik etmiştir (Tirmîzî, “İlim”, 19). Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak gösteren hadis (Buhârî, “İlim” 10), bilginin değeri yanında ilim adamlarının, bilgilerini insanlığın hayrına kullanmakla sorumlu olduklarına da işaret eder. Buna göre, ilim bizâtihi bir değer olsa da birçok hadiste ilmin amelle bütünleşmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır (meselâ bk. Müslim, “ez-Zikir ved’du‘â”, 73; İbn Mâce, “Mukaddime” Duâ”, 2, 3). Şu halde davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü eda edilmemiş bir nimet olup ayrıca sorumluluğu gerektirir. Nitekim bir hadiste, sadece basit dünyevî emellere ulaşmayı amaçlayan ve bu suretle bilgisini kötüye kullananlar “erdemsiz bilginler” diye anılmıştır (Dârimî, “Mukaddime”, 29, 34; İslâm’da ilmin yeri ve müslümanların bilime katkıları konusunda bilgi için bk. İlhan Kutluer, “İlim”, DİA, XXII, 109-114).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 601-603
10
Ayet
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْؕ لِلَّذٖينَ اَحْسَنُوا فٖي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌؕ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌؕ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
١٠
Meal
De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar iyilik bulacaklardır. Allah’ın arzı geniştir. Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.” 10﴿

Tefsir

Müslüman sayılmanın vazgeçilmez şartı iman etmektir. Bununla birlikte âyette ayrıca, “Rabbe karşı gelmekten sakınma” olarak çevirdiğimiz takvâ ile “iyilik” olarak çevirdiğimiz hasene de iyi bir müslüman olmanın şartı olarak gösterilmiştir. Takvâ, Allah’a sorumluluk bilinciyle saygı gösterip buyruklarını titizlikle yerine getirmek suretiyle ilâhî cezadan korunmayı (bilgi için bk. A‘râf 7/26); hasene ise doğru inançtan başlayarak, ister büyük ister küçük olsun her türlü iyi ve güzel halleri, erdemleri, tutum ve davranışları ifade eder (bk. En‘âm 6/160). Âyette bu anlamda iyiliğin karşılığının da iyilik olacağı bildirilmektedir. Tefsirlerde çoğunlukla, karşılık olarak verilecek bu iyilik cennet olarak açıklanmışsa da âyette böyle bir sınırlama olmadığına göre bunu her türlü dünyevî ve uhrevî hayır ve mutluluk olarak anlamak daha isabetli görünmektedir.

“Allah’ın arzı geniştir” ifadesindeki “arz”dan cennetin kastedilmiş olabileceği yönünde zayıf bir görüş varsa da (Râzî, XXVI, 253), müfessirler genellikle bu ifadeyi hicrete işaret olarak anlamışlardır. Kuşkusuz her müslümanın, sosyal çevresinde veya ülkesinde inançlı ve erdemli olarak yaşayabileceği düzeyde bir özgürlük ortamının oluşması için çaba göstermesi; ayrıca özgür bir ortamda yaşıyorsa bunun değerini bilmesi gerekir. Ancak âyetteki “Allah’ın arzı geniştir” cümlesi, bir kimsenin, bulunduğu yerde dinî ve ahlâkî hayatını gerektiğince yaşama şartlarından yoksun kaldığı ve bu ortamı olumlu yönde değiştirme imkânı da bulamadığı takdirde, inandığı değerlerden vazgeçmeyip serbestçe yaşayabileceği başka bir ortam bularak oraya gitme alternatifini de dikkate alması gerektiğine işaret etmektedir. Bu, iş yerini değiştirmekten, başka bir ülkeye göç etmeye kadar her türlü yer değişikliğini kapsar. Nitekim bu âyetin gelmesinden birkaç yıl sonra Hz. Peygamber ve arkadaşları, bütün çabalarına rağmen Mekke’de dinlerini yaşama özgürlüğünü sağlayamayınca Allah’ın emri uyarınca Medine’ye göç etmişlerdir. İnsanın değerleri uğruna böylesine bir özveriyi göze alması büyük bir sabır ve kararlılık işi olduğu için âyette, “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir” buyurulmuştur (bu konuda bilgi ve değerlendirme için bk. Nisâ 4/97-100).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 606-607