Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Mâide Suresi

111
6 . Cüz
18
Ayet
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُؕ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْؕ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَؕ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاؗ وَاِلَيْهِ الْمَصٖيرُ
١٨
Meal
(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız" dediler. De ki: "Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de onun yarattıklarından bir beşersiniz." (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş de ancak onadır. 18﴿

Tefsir

Rivayete göre Hz. Peygamber, yanına gelerek kendisiyle (muhtemelen din konularında) konuşma yapan bir grup yahudiyi İslâm dinine davet etmiş; kabul etmedikleri takdirde Allah’ın azabına uğrayacaklarını söylemiş; yahudiler de “Bizi bununla nasıl korkutursun? Oysa biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” demişler, bunun üzerine bu âyet inmiştir (Taberî, VI, 164-165). O dönemde müslümanlarla yahudiler arasında barış antlaşması bulunduğundan Hz. Peygamber’in bu daveti tamamen barışçı bir davet olup onları uyardığı azap da âhiret azabı olmalıdır.

“Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” sözüyle bazı yahudiler, Allah’ın oğlu dedikleri Hz. Üzeyir’e mensup olduklarını, hıristiyanlar da Allah’ın oğlu olduğuna inandıkları Hz. Îsâ’ya mensup olduklarını (bk. Tevbe 9/30), dolayısıyla ayrıcalığa sahip bulunduklarını ifade etmek istemişler veya doğrudan doğruya Allah’a bağlılıklarını kastederek Allah’ın kendilerine bir baba gibi şefkatli ve merhametli davranacağını, kendilerinin de O’nun oğullarıymış gibi Allah’a yakın ve O’nun katında değerli olduklarını iddia etmişlerdir.

Bu kuruntu yahudilerin inancı haline geldiği için kendilerini dünyanın efendileri olarak görüyorlar; Allah’ın, diğer milletleri yahudilerin emrine verdiğine inanıyorlardı. Hıristiyanlar da Allah’ın “kutsal baba!” olduğunu, bu sebeple kendilerine şefkatle muamele edeceğini savunuyorlardı. Her ne kadar İncil’de Allah’ın Hz. Îsâ’nın ve hıristiyanların babası olduğunu ifade eden pasajlara sıkça rastlanırsa da (bk. Matta, 2/15; 5/9, 45, 48; 6/9; 11/27), ilim adamları bu ifadelerin mecaz olduğu ve Allah’ın büyüklüğünü, yüceliğini, şefkat ve merhametini ifade ettiği kanaatindedirler (Elmalılı, III, 1632; İbn Âşûr, VI, 156). Ehl-i kitap burada babanın bazan oğlunu sevmeyebileceğini düşünerek ve muhtemel bir itirazı karşılamak için kendilerinin aynı zamanda Allah’ın sevgili kulları olduklarını da eklemişlerdir. Fakat yüce Allah, “De ki: Öyleyse Allah günahlarınızdan dolayı sizi niçin cezalandırıyor?” buyurarak bu iddiaların dayanaksız olduğunu göstermişti. Şefkatli ve merhametli bir baba hiçbir zaman çocuklarını eğitme amacı dışında cezalandırmaz ve eziyet çekmesine razı olmaz. Oysa yahudiler bir taraftan Allah’ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia ederken diğer taraftan da âhirette azap çekeceklerini, sayılı günlerde de olsa ateşte yanacaklarını itiraf etmişlerdir (Bakara 2/80). Hıristiyanlar ise insanlığın babası olan Hz. Âdem’in hatası sebebiyle bütün insanların âhiret azabına müstahak olduklarını, Hz. Îsâ’nın, atalarından intikal etmiş olan bu günahın affedilmesi için kendini feda ettiğini iddia etmektedirler (İbn Âşûr, VI, 156; Günay Tümer, “Aslî Günah”, DİA, III, 496-497). Öte yandan, Allah onları dünyada da cezalandırmıştır. Nitekim yahudiler tarih boyunca birçok defa başka milletlerin esiri olmuşlar, yurtlarından sürülmüşler ve katliamlara mâruz kalmışlardır. Aynı şekilde hıristiyanlar da çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Ehl-i kitap iddia ettikleri gibi Allah’ın oğulları olsalardı elbette Allah onları böyle felâketlere mâruz bırakmazdı. Âyette de açıkça belirtildiği üzere onlar da Allah’ın yarattığı sıradan insanlardır.

19. Sözlükte “gevşeklik, zayıflık, bezginlik, sakinlik ve kesilmek” anlamlarına gelen fetret kelimesi dinî terim olarak, daha çok Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” denir. Ayrıca Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimi de fetret olarak adlandırılır. Kelime, bazı hadislerde sözlük ve terim anlamlarında kullanılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Teheccüd”, 18; Müslim, “Zühd”, 41). Akaid ve kelâm literatüründe fetret daha çok, bir peygamberin ortaya koyduğu, tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkânından yoksun kalan insanların dinî sorumluluğu açısından üzerinde durulan bir kavramdır. İslâmî literatürde fetret, ilk bakışta İslâm öncesi dönemle ve özellikle Hz. Îsâ tarafından tebliğ edilen dinin tahrife uğraması, dolayısıyla ilâhî vahyin etkisini ve bereketini kaybetmesinin ardından son peygamberin gelişine kadar geçen süreyle ilgili bir kavram niteliğinde görülür. İslâmiyet geldikten sonra bu dinin varlığından haberdar olmayan veya yeterince aydınlanamayan kişilerin fetret ehli kavramı içinde mütalaa edilip edilmeyeceği tartışmalı bir konudur. Bu husustaki deliller, fetret kavramının hem İslâmiyet’ten önce hem de İslâm geldikten sonra yaşayan, değişik engeller yüzünden dinî tebliğden haberdar olamamış kişi ve grupları kapsamına aldığını düşündürmektedir. İslâmî kaynaklarda Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen fetret döneminin süresiyle ilgili olarak 577 ile 600 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bu farklılıkların, Hz. Îsâ’nın gerçek doğum tarihinin belirlenmesi ve hesabın kamerî takvime göre yapılması gibi âmillerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Müslim, “Fezâil”, 113; İbn Sâ‘d, Tabakāt, I, 194; İbn Kesîr, III, 65; Ateş, II, 501; Metin Yurdagür, “Fetret”, DİA, XII, 475-480).

İbn Âşûr’a göre âyette zikredilen peygamberlerden maksat Hz. Mûsâ’dan Hz. Îsâ’ya kadar birbirini takip eden Ehl-i kitap peygamberleridir. Bu peygamberlerle Hz. Muhammed arasında geçen zamana “fetret dönemi” denir veya peygamberler ifadesiyle sadece Hz. Îsâ kastedilmiştir. İbn Âşûr, Îsâ’nın göklere kaldırılışıyla Hz. Peygamber’in gönderilişi arasındaki sürenin de yaklaşık 580 yıl olduğunu kaydettikten sonra ancak bu dönemde Ehl-i kitabın dışındaki kavimlerden Hâlid b. Sinân ve Hanzale b. Safvân gibi bazı peygamberlerin daha gelmiş olduğunu hatırlatır (VI, 158).

Âyet her ne kadar Ehl-i kitaba hitap ediyorsa da maksat umumi olup bütün insanlığı kapsamaktadır. İnsanlar âhirette, kendilerine herhangi bir uyarıcının gelmediğini mazeret olarak ileri sürmesinler diye yüce Allah zaman zaman emir ve yasaklarını onlara tebliğ edecek peygamberler göndermiştir. Hz. Îsâ’dan sonra yaklaşık altı asır gibi uzun bir zaman geçmiş, insanlar onun getirdiği kitabı tahrif ederek Allah’ın dinini bozmuşlardı. Böyle bir dönemde yüce Allah kıyamete kadar geçerli olmak üzere bütün insanlara doğru yolu göstermekle görevli kıldığı Hz. Muhammed’i öğüt verici, müjdeleyici, uyarıcı bir peygamber ve âlemlere rahmet olarak gönderdi (Sebe’ 34/28; Enbiyâ 21/107).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 240-241
19
Ayet
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَشٖيرٍ وَلَا نَذٖيرٍؗ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَشٖيرٌ وَنَذٖيرٌؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌࣖ
١٩
Meal
Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada "Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı" demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir. 19﴿

Tefsir

Sözlükte “gevşeklik, zayıflık, bezginlik, sakinlik ve kesilmek” anlamlarına gelen fetret kelimesi dinî terim olarak, daha çok Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” denir. Ayrıca Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimi de fetret olarak adlandırılır. Kelime, bazı hadislerde sözlük ve terim anlamlarında kullanılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Teheccüd”, 18; Müslim, “Zühd”, 41). Akaid ve kelâm literatüründe fetret daha çok, bir peygamberin ortaya koyduğu, tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkânından yoksun kalan insanların dinî sorumluluğu açısından üzerinde durulan bir kavramdır. İslâmî literatürde fetret, ilk bakışta İslâm öncesi dönemle ve özellikle Hz. Îsâ tarafından tebliğ edilen dinin tahrife uğraması, dolayısıyla ilâhî vahyin etkisini ve bereketini kaybetmesinin ardından son peygamberin gelişine kadar geçen süreyle ilgili bir kavram niteliğinde görülür. İslâmiyet geldikten sonra bu dinin varlığından haberdar olmayan veya yeterince aydınlanamayan kişilerin fetret ehli kavramı içinde mütalaa edilip edilmeyeceği tartışmalı bir konudur. Bu husustaki deliller, fetret kavramının hem İslâmiyet’ten önce hem de İslâm geldikten sonra yaşayan, değişik engeller yüzünden dinî tebliğden haberdar olamamış kişi ve grupları kapsamına aldığını düşündürmektedir. İslâmî kaynaklarda Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen fetret döneminin süresiyle ilgili olarak 577 ile 600 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bu farklılıkların, Hz. Îsâ’nın gerçek doğum tarihinin belirlenmesi ve hesabın kamerî takvime göre yapılması gibi âmillerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Müslim, “Fezâil”, 113; İbn Sâ‘d, Tabakåt, Beyrut 1985, I, 194; İbn Kesîr, III, 65; Ateş, II, 501; Metin Yurdagür, “Fetret”, DİA, XII, 475-480).

 İbn Âşûr’a göre âyette zikredilen peygamberlerden maksat Hz. Mûsâ’dan Hz. Îsâ’ya kadar birbirini takip eden Ehl-i kitap peygamberleridir. Bu peygamberlerle Hz. Muhammed arasında geçen zamana “fetret dönemi” denir veya peygamberler ifadesiyle sadece Hz. Îsâ kastedilmiştir. İbn Âşûr, Îsâ’nın göklere kaldırılışıyla Hz. Peygamber’in gönderilişi arasındaki sürenin de yaklaşık 580 yıl olduğunu kaydettikten sonra ancak bu dönemde Ehl-i kitabın dışındaki kavimlerden Hâlid b. Sinân ve Hanzale b. Safvân gibi bazı peygamberlerin daha gelmiş olduğunu hatırlatır (VI, 158).

 Âyet her ne kadar Ehl-i kitaba hitap ediyorsa da maksat umumi olup bütün insanlığı kapsamaktadır. İnsanlar âhirette, kendilerine herhangi bir uyarıcının gelmediğini mazeret olarak ileri sürmesinler diye yüce Allah zaman zaman emir ve yasaklarını onlara tebliğ edecek peygamberler göndermiştir. Hz. Îsâ’dan sonra yaklaşık altı asır gibi uzun bir zaman geçmiş, insanlar onun getirdiği kitabı tahrif ederek Allah’ın dinini bozmuşlardı. Böyle bir dönemde yüce Allah kıyamete kadar geçerli olmak üzere bütün insanlara doğru yolu göstermekle görevli kıldığı Hz. Muhammed’i öğüt verici, müjdeleyici, uyarıcı bir peygamber ve âlemlere rahmet olarak gönderdi (Sebe’ 34/28; Enbiyâ 21/107).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 241-242
20
Ayet
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهٖ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ فٖيكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًࣗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَمٖينَ
٢٠
Meal
Hani Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştır ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti." 20﴿

Tefsir

Hz. Muhammed’e karşı direnen Medine yahudilerinin ataları da geçmişte Hz. Mûsâ’ya karşı direnmişlerdi. O zaman Hz. Mûsâ kutsal toprakları işgal altında bulunduran düşmana karşı savaşmak için kavmini psikolojik olarak hazırlamak ve savaştıkları takdirde zafere kavuşacaklarına inandırmak maksadıyla yüce Allah’ın geçmişte kendilerine vermiş olduğu nimetleri hatırlatmış, bu nimetlerin unutulmaması ve Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi gerektiğine dikkat çekmişti. Âyet İsrâiloğulları arasından birçok peygamber gönderildiğini ifade ettiği gibi, İsrâiloğulları’nın büyük bir siyasî güç kazanıp devlet yöneticiliğinde bulunduklarına da işaret etmektedir.

Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na bu nimetleri hatırlattığı zaman onlar Mısır’dan ayrılmışlardı. Fakat henüz kutsal topraklara girip de burada kendileri için bir vatan edinmemiş oldukları, hükümdarlık dönemine de henüz erişmemiş bulundukları âyetlerin akışından anlaşılmaktadır. Burada muhtemelen Hz. Mûsâ’dan önceki peygamberler ve İsrâiloğulları’ndan gelen Mısır’daki yöneticiler kastedilmiştir. Zira, “O, içinizden peygamberler çıkardı, sizi hükümdarlar kıldı ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi” ifadesinde geçmiş zaman kullanılması nimetlerin geçmişte verilmiş olduğuna delâlet etmektedir. Bu nimetler gelecekte mutlaka verileceği için geçmiş zaman kullanıldığı kanaatinde olanlar bulunmakla birlikte bizce bu tür bir yorum zorlama olur. Çünkü Hz. Mûsâ’nın gelecek nesillere verilecek bir nimeti kendi zamanındaki insanlara hatırlatması, ibret almalarını ve şükretmelerini sağlamak amacı bakımından yetersizdir.

Öte yandan “Sizi hükümdarlar kıldı” şeklinde tercüme edilen cümle “Sizi hürler kıldı” anlamında da yorumlanmıştır (Taberî, VI, 169-170; Râzî, XI, 196). Buna göre âyet, yüce Allah’ın İsrâiloğulları’nı Firavun’un tebaası olarak bulundukları Mısır’daki kölelik hayatından kurtardığını, hürriyetlerine kavuşturduğunu ve bağımsızlıklarını kazandırdığını ifade eder. Şüphesiz bireyler için özgürlük gibi milletler için de bağımsızlık dünyanın en büyük nimetlerindendir. Bu sayede İsrâiloğulları’nın itibarı yükselmiş ve yeryüzünün saygın milletlerinden biri haline gelmişlerdi. Allah, dünyada hiç kimseye vermediği nimetleri onlara vermiş; içlerinden peygamberler ve yöneticiler çıkarmış, Mısır’dan çıkışlarında denizi yarıp onları buradan geçirmiş, düşmanlarını yok edip bazı topraklarını onlara vermiş, bir defasında da onlar için taştan tatlı su fışkırtmış, yemeleri için kudret helvası ve bıldırcın göndermiş, kızgın çölde onları bulutlarla gölgelendirerek sıcaktan ölmelerini önlemişti. O tarihte bu kadar nimet başka milletlere verilmemişti; özellikle insanlık tarihinde gönderilmiş beş büyük peygamberden biri olan Hz. Mûsâ o gün onların başında bulunuyordu.

Âyetler Hz. Mûsâ zamanındaki İsrâiloğulları’yla ilgili olduğuna göre gerek onların “âlemlerde hiçbir kimseye verilmemiş nimetlere mazhar olmaları” gerekse 21. âyette belirtilen “arz-ı mukaddesin onlara vatan olarak yazılmış bulunması” zamanlı ve şartlı idi; yani o toplumun erdemli ve düzgün yaşamalarına, Allah yolunda doğru dürüst yürümelerine bağlı idi. Nitekim Enbiyâ sûresinin 105. âyetinde arza Allah’ın sâlih kullarının vâris olacağı bildirilmektedir. İsrâiloğulları da peygamberlerin gösterdiği istikamette yürüdükleri sürece yükselmişler, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman zamanında güç ve iktidarın zirvesine ulaşmışlardı. Ancak 12. âyetten buraya kadar anlatılanlar İsrâiloğulları’nın zamanla bu vasıfları yitirdiklerini, Allah’a verdikleri sözü bozacak, O’nun kelâmını tahrif edecek ve kendilerinin Allah’ın çocukları olduklarını iddia edecek kadar sorumsuz davranır duruma geldiklerini göstermektedir. Bundan da öte peygamberleri öldürecek kadar gaddarlaşmışlar, bu sebeple Allah’ın gazabına uğramışlar, yukarıda zikredilen nimetler de ellerinden çıkmıştır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 244-246
21-26
Ayet
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتٖي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرٖينَ
٢١
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ فٖيهَا قَوْماً جَبَّارٖينَࣗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ
٢٢
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذٖينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
٢٣
Meal
"Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz." 21﴿ Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz." 22﴿ Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: "Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü'minler iseniz yalnızca Allah'a tevekkül edin." 23﴿

Tefsir

21, 22, 23, 24, 25, 26 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.