Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Hâkka Suresi

568
29 . Cüz
32-37
Ayet
فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هٰهُنَا حَمٖيمٌۙ
٣٥
وَلَا طَعَامٌ اِلَّا مِنْ غِسْلٖينٍۙ
٣٦
لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَࣖ
٣٧
Meal
Bu sebeple, bugün burada onun candan bir dostu yoktur. 35﴿ Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur. 36-37﴿

Tefsir

Amel defteri solundan verilen kimsenin hesabı görüldükten sonra Allah Tealâ görevli meleklere o günahkârın ellerini boynuna bağlayıp cehenneme götürmelerini, sonra da suçlulara ait uzun zincirdeki yerine bağlanmalarını emreder. Müfessirler “Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire dizin!” meâlindeki 32. âyette geçen sayıyı çokluktan kinaye olarak yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXX, 114). Âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için Allah orası ile ilgili bilgileri dünyadaki kullarına temsilî olarak anlatmaktadır. Râzî, bunun benzeri başka bir âyetin (bk. İbrâhim 14/49) tefsirinde bu tür ifadelerin, günahkârların kendi eylem ve eğilimlerini, sonuç olarak öte dünyada topluca içine düşecekleri genel umutsuzluğu dile getiren bir mecaz olduğunu ileri sürmüştür (XIX, 148; Esed, II, 512). 33-34. âyetler günahkârın zincire vurulmasının sebebini açıklamaktadır ki o da Allah’a inanmaması ve yoksula yedirmeyi teşvik etmemesi, yani bencil duygularını aşarak başkalarının sıkıntılarını paylaşma olgunluğunu sergileyememesidir. Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincirlere vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allah’a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslâm’ın paylaşmaya, sosyal adalete verdiği önemi gösterir. 35. âyet, inkârcılara âhirette yardım veya şefaat edecek hiç kimsenin bulunmayacağına, dünyada kendilerine yardım edip menfaat sağlayan dostların da kendileri için hiçbir şey yapamayacaklarına, bu sebeple dünyada yaptıklarına pişman olup ümitsizliğe kapılacaklarına işaret etmektedir. “Yananların akıntısı” diye tercüme ettiğimiz 36. âyetteki gıslîn kelimesine müfessirler, “cehennemliklerin yediği bir bitki, en kötü yemek, cehennemliklerin yanan bedenlerinden akan akıntı” mânalarını vermişlerdir (bk. Şevkânî, V, 328). İbn Abbas gıslîn kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğini ifade etmiştir (bk. Râzî, XXX, 116). 36-37. âyetler dünyada Allah’a isyan edenlerin âhiretteki beslenmelerinin bile azap olduğunu göstermektedir.
38-43
Ayet
فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ
٣٨
وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ
٣٩
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرٖيمٍۚ
٤٠
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍؕ قَلٖيلاً مَا تُـؤْمِنُونَۙ
٤١
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍؕ قَلٖيلاً مَا تَذَكَّرُونَؕ
٤٢
تَنْزٖيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
٤٣
Meal
Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, 38-39﴿ Hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür. 40﴿ Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz! 41﴿ Bir kâhin sözü de değildir (o). Ne de az düşünüyorsunuz! 42﴿ (O), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. 43﴿

Tefsir

“Görebildikleriniz ve göremedikleriniz” ifadesi, varlık âleminde, görüleni ve görülemeyeni ile üzerine yemin edilmeye değer ne varsa tamamını, meselâ yüce Allah’ın zâtı, sıfatları ve evrende O’nun kudretini gösteren maddî ve mânevî varlıkları, yer ve gök cisimlerini, insanlar, melekler, cinler, âhiret âlemi vb. varlıkları kapsamaktadır.

Kur’an’ı tebliğ eden Hz. Peygamber’e müşriklerden bazıları şair, bazıları da kâhin diyorlardı. Bu sebeple yüce Allah burada yaptığı yeminle Kur’an-ı Kerîm’in bir şair veya kâhin sözü değil, değerli bir elçinin sözü olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca söz sanatı bakımından da Kur’an’ın şiir olmadığını, kâhin sözüne benzemediğini bazan kendileri de itiraf ettikleri halde müşrikler ondan ne ibret almışlar ne de onun ilâhî kelâm olduğuna inanmışlardır (Resûlullah’ın içinde yaşadığı toplumda “şair” kelimesinin kullanıldığı özel anlam hakkında bk. Yâsîn 36/69). Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. âyetteki, “değerli elçi”den maksadın Hz. Peygamber olduğu kanaatine varmışlardır. Tekvîr sûresinin 19. âyeti de aynı lafızları taşır; fakat çoğunluğun yorumuna göre orada elçiden maksat Cebrâil’dir. Aslında bu iki yorum arasında bir çelişki yoktur. Zira Kur’an’ı Hz. Peygamber’e Cebrâil getirmiş, o da tebliğ etmiştir. Bu sebeple Tekvîr sûresindeki âyetin bağlamına Cebrâil, buradaki bağlama ise Hz. Peygamber uygun düşmektedir. Gerçekte Kur’an Allah’ın kelâmıdır; nitekim 43. âyette âlemlerin rabbi katından indirilmiş olduğu açıkça ifade buyurulmuştur. Buna göre Cebrâil ve Hz. Peygamber Allah’ın kelâmını kullarına ulaştırmada aracı oldukları için 40. âyette söz onlara nisbet edilmiştir (bk. Râzî, XXX, 117).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 449-450
44-47
Ayet
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاوٖيلِۙ
٤٤
لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمٖينِۙ
٤٥
ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتٖينَؗ
٤٦
فَمَا مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزٖينَ
٤٧
Meal
Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, 44﴿ Elbette onu kıskıvrak yakalardık. 45﴿ Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık). 46﴿ Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız. 47﴿

Tefsir

“Elbette onu kıskıvrak yakalardık” diye tercüme ettiğimiz 45. âyetteki yemîn kelimesi sözlükte “sağ taraf, sağ el” anlamına gelir. Kelime mecazen “güç, kuvvet” mânasında da kullanılmaktadır (Kurtubî, XVIII, 275). 46. âyetteki vetîn ise “büyük atar damar” demektir; bu damar kesildiğinde canlı ölür. Allah Teâlâ Kur’an’ın şair veya kâhin sözü olmadığını yeminle ifade ettikten sonra Hz. Peygamber’in onu uydurup Allah’a isnat etmesinin de mümkün olmadığını, eğer –farzı muhal– böyle bir şey yapmış olsaydı, şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını ve hiç kimsenin onu bu cezadan kurtaramayacağını haber vermiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 450
48-50
Ayet
وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّقٖينَ
٤٨
وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّبٖينَ
٤٩
وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرٖينَ
٥٠
Meal
Doğrusu o (Kur'an), takvâ sahipleri için bir öğüttür. 48﴿ İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz. 49﴿ Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasıdır. 50﴿

Tefsir

Kur’an-ı Kerîm’in, ona ön yargılardan sıyrılmış olarak, iyi niyetle yönelip onu tasdik edenler için önemli bir uyarı ve öğüt olmasına karşılık, Kur’an’ı yalan sayanların daima bulunabileceği belirtilmekte; âhirette onun müminler için kurtuluş, inkârcılar için de ceza sebebi olduğu ortaya çıktığında inkârcıların derin bir pişmanlık içinde olacakları ifade edilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 450-451
51-52
Ayet
وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقٖينِ
٥١
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِ
٥٢
Meal
Ve o, gerçekten kat'î bilginin ta kendisidir. 51﴿ O halde, ulu Rabbinin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et. 52﴿

Tefsir

“Hakku’l-yak^n” tamlaması, “var (sabit), gerçek, doğru” anla­mındaki “hak” ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki “yak^n” kelimelerinden oluşan bir terim olup kesinlik bakımından ilme’l-yak^n ve ayne’l-yak^nin de ötesinde ve üstündeki kesin bilgidir. Bu üç aşamayı bir arada, “duyarak, görerek, yaşayarak bilmek” şeklinde ifade etmek mümkündür. Burada Kur’an’ı yalan sayanların âhirette büyük pişmanlık duyacakları ve dolayısıyla azaba mâruz kalacakları haber verilirken bunun kesin olarak yaşanacak bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır (“hakku’l-yak^n” konusunda ayrıca bk. Vâkıa 56/95; Yusuf Şevki Yavuz, “Hakka’l-yak^n”, DİA, XV, 203).

Yukarıda Kur’an’ın yüceliği ve müşriklerin isnat ettiği kusurlardan uzak bulunduğu anlatılarak hem Kur’an’ın ilâhî vahiy olduğu hem de Resûlullah’ın peygamberliğinin kesinliği vurgulanmıştı. Son âyet-i kerîmede ise Resûlullah’ın, kendisine verilen bu nimetlerin şükrü olarak rabbinin adını yüceltmesi, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmesi istenmiştir.

Meâric Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).

Adı/Ayet Sayısı

         Sûre adını 3. âyette geçen ve “yükselme dereceleri, yükselme vasıtaları” anlamına gelen meâric kelimesinden almıştır, genel olarak bu isimle bilinir; ancak bazı tefsirlerde ve hadis kaynaklarında sûrenin ilk kelimeleri olan “Seele sâilün” adıyla da geçmekte (Taberî, XXIX, 43; Şevkânî, V, 279; Buhârî, “Tefsîr”, 70), ayrıca “Vâkı‘” şeklinde de anılmaktadır (İbn Âşûr, XXIX, 152).

Konusu

Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkârcıların Hz. Peygamber’e karşı tutumları değerlendirilir.

1-4
Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ
١
لِلْكَافِرٖينَ لَيْسَ لَهُ دَافِـعٌۙ
٢
مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِؕ
٣
تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ
٤
Meal
Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi! 1-3﴿ Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. 4﴿

Tefsir

Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec, mi‘râc) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi ... sordu” şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.

Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir. “Miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 453-454
5-7
Ayet
فَاصْبِرْ صَبْراً جَمٖيلاً
٥
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعٖيداًۙ
٦
وَنَرٰيهُ قَرٖيباًؕ
٧
Meal
(Resûlüm!) Şimdi sen güzelce sabret. 5﴿ Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar. 6﴿ Biz ise onu yakın görmekteyiz. 7﴿

Tefsir

“Uzak görüyorlar” diye çevirdiğimiz ifadeyi “imkânsız görüyorlar” şeklinde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı peygamberden sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettikleri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkârcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir.

8-18
Ayet
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ
٨
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ
٩
وَلَا يَسْـَٔلُ حَمٖيمٌ حَمٖيماًۚ
١٠
Meal
O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur. 8﴿ Dağlar da atılmış yüne döner. 9﴿ Dost, dostu sormaz. 10﴿

Tefsir

8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.