Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Fecr Suresi

594
30 . Cüz
15-20
Ayet
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّٖٓي اَكْرَمَنِؕ
١٥
وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّٖٓي اَهَانَنِۚ
١٦
كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَتٖيمَۙ
١٧
وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْكٖينِۙ
١٨
وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلاً لَماًّۙ
١٩
وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُباًّ جَماًّؕ
٢٠
Meal
İnsan var ya, rabbi ona imtihan için ikramda bulunduğunda ve onu nimetlere boğduğunda, “Rabbim bana ikram etti” der (mutlu olur). 15﴿ Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise “Rabbim beni önemsemedi” der (mutsuz olur). 16﴿ Hayır hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. 17﴿ Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. 18﴿ Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz. 19﴿ Malı aşırı derecede seviyorsunuz. 20﴿

Tefsir

Azgınlık ve taşkınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin durumu haber verilerek gereken uyarı yapıldıktan sonra insanoğlunun azmasına ve kötü sonuçlara sürüklenmesine sebep olan, kendini beğenmişlik ve bencillik duygularından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber Mekke müşriklerine tuttukları yolun yanlış olduğunu, bu gidişleriyle bir gün mutlaka Allah tarafından cezalandırılacaklarını hatırlattıkça onlar da tam tersine, kendi yollarının doğru olduğunu, nitekim bu sayede Allah tarafından kendilerine bol nimetler ve servetler ikram edildiğini savunuyorlardı. Şu halde 15. âyetteki “insan” kelimesiyle bilhassa belirtilen karakterdeki Mekke müşrikleri ve aynı karakteri taşıyanlar kastedilmiştir. Yüce yaratıcı, hikmeti ve imtihan düzeni gereği, böyle birini çeşitli yeteneklerle donatıp bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bu sorumluluğu aklından bile geçirmez; sadece kuru bir lâf olarak “Rabbim bana lütfetti” deyip elindekiyle mutlu olmaya bakar. Sahip olduğu nimetlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yönünde bir gayret göstermez. Fakat aynı insan rızkında bir daralma olduğunda bunun da bir hikmet gereği meydana geldiğini, uhrevî bir mükâfata erişmesine veya akılsızca bir zevk ve safaya düşmekten korunmasına vesile olabileceğini yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini düşünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tarafından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gelebilecek davranışlar içine girer, yakınıp sızlanmaya ve isyan etmeye başlar.

Yaygın yoruma göre “Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz” meâlindeki 19. âyette, erkeklerin kadınların miras payına da el koymaları, kezâ yetimlere kalan mirası gasbetmeleri kınanmaktadır.

Bu âyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde burada söz konusu edilen imtihanı (ibtilâ) kazanmanın iki temel ölçüsünün olduğu ortaya çıkmaktadır: 1. Nimetin asıl sahibinin Allah olduğunu, O’nun nimeti bize, liyakatimiz dolayısıyla vermeye mecbur olduğu için değil, bir lütuf olarak verdiğini bilmek ve O’na minnettar olup şükretmek; nimetini kıstığı zaman da hükmüne razı olup sabretmek; 2. Allah’ın verdiği nimetleri yoksul ve himayeye muhtaç olanlarla paylaşmak, buna başkalarını da teşvik ederek bu hususta toplumsal bir duyarlılığın gelişmesine, dayanışma ve yardımlaşmanın kurumsal bir hale gelmesine katkıda bulunmak. Mekkî sûrelerin ana konularından olan bu iki davranış ölçüsü, İslâmî kaynaklarda, “Allah’ın emrine saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde formülleştirilmiştir (meselâ bk. Râzî, XXXI, 170). Gerek bu âyetlerde gerekse Kur’an-ı Kerîm’in bütününde oluşturulmak istenen temel dinî, ahlâkî, toplumsal zihniyetin özü budur. 15-20. âyetlerde müşrik Araplar’daki Allah’a karşı küstahlık derecesine kadar varan benlik iddiası, “öteki”ne karşı tam bir sorumsuzluk ve ilgisizliğe götüren egoizm ve çılgınca bir mal tutkusu son derece veciz ve etkileyici bir üslûpla anlatılıp eleştirilirken müslümanlar da Allah’ın iradesine uygun bireysel ve toplumsal hayatın dinî ve ahlâkî temeli konusunda aydınlatılmıştır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 619-620
21-26
Ayet
كَلَّٓا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ
٢١
وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ
٢٢
وَجٖٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىؕ
٢٣
يَقُولُ يَا لَيْتَنٖي قَدَّمْتُ لِحَيَاتٖيۚ
٢٤
فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُٓ اَحَدٌۙ
٢٥
وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُٓ اَحَدٌؕ
٢٦
Meal
Hayır, bu böyle olmamalı! Yer dağılıp parça parça olduğunda; 21﴿ Rabbin (emri) gelip melekler de saf saf dizildiğinde; 22﴿ O gün cehennem de getirildiğinde, insan işte o gün yaptıklarını birer birer hatırlayacaktır. Fakat bu hatırlamanın ona ne faydası var! 23﴿ İnsan, “Keşke (âhiret) hayatım için daha önce bir şeyler yapmış olsaydım!” der. 24﴿ Artık o gün Allah’ın vereceği cezayı kimse veremez. 25﴿ O’nun bağladığı gibi kimse bağlayamaz. 26﴿

Tefsir

Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu âyetler, benlik iddiasına, mal-mülk sevdasına kapılarak Allah’a ve insanlara karşı sorumluluğunu unutan insana, hayatın geçiciliğini, kıyametin dehşetini, bunun ardından kendisini bekleyen, hak ettiği büyük cezayı ve sonuç vermeyecek pişmanlığı hatırlatmaktadır.

“Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde” diye çevirdiğimiz 22. âyeti, selef dediğimiz daha çok ilk dönem müfessirleri herhangi bir te’vile gitmeksizin âyetin lafzına bağlı kalarak anlamışlardır. Bu âlimler, hesap gününde Allah’ın geleceğine inanırlar, fakat “gelmek”ten maksadın ne olduğu bilgisini Allah’a bırakırlar. Halef denilen sonraki müfessirler ise tenzih ilkesinden hareket ederek âyeti, “Allah’ın gelmesinden maksat O’nun emrinin gelmesidir” şeklinde te’vil etmişlerdir. Buna göre âyetin meâli şöyle olmaktadır: “Rabbinin emri gelip melekler de saf saf dizildiğinde...” Allah’ın veya emrinin gelmesi ve meleklerin saf saf olması gayb âleminden olduğu için bunların mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Müminlerin görevi âhiret hayatına ve dünyada yaptıklarından dolayı orada Allah’ın huzurunda hesap vereceklerine iman etmek ve bu imanın gereklerini yerine getirmektir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 621
27-30
Ayet
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُࣗ
٢٧
اِرْجِعٖٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ
٢٨
فَادْخُلٖي فٖي عِبَادٖيۙ
٢٩
وَادْخُلٖي جَنَّتٖي
٣٠
Meal
Ey imanın huzuruna kavuşmuş insan! 27﴿ Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön. 28﴿ Böylece has kullarımın arasına sen de katıl. 29﴿ Cennetime gir! 30﴿

Tefsir

Yukarıda kendisini beğenmiş, bencil ve muhteris insan tipini eleştiren âyetlerin, dolaylı olarak samimi müminler için de “Allah’ın emrine saygı ve Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlenen bir inanç ve yaşama modeli ortaya koyduğu ifade edilmişti. İşte 27. âyette sözü edilen “imanın huzuruna kavuşmuş insan”, dünya hayatını bu modele göre yaşayıp tamamlamış olan mümindir. Bu âyetlerde, “Ona âhirette şöyle seslenilecek” gibi bir ifadeye yer verilmeden, doğrudan insana hitap edilmesi, Cenâb-ı Hakk’ın bu yapıdaki kullarına çok güzel bir iltifatı ve özellikle âyetlerin, doğrudan kulu muhatap alan son derece zarif ve sıcak üslûbu, inanan insana, uhrevî saadetin bu dünyaya kadar yayılan müjdeli bir kokusu gibi gelmektedir. “İmanın huzuruna kavuşmuş insan” diye çevirdiğimiz “nefs-i mutmainne” bu bağlamda yukarıda başlıca özelliklerine değinilen modele göre bir dünya hayatı yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümini ifade eder.

Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insanın iç çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur; o Allah ile barışık, insanlarla barışık ve kendisiyle barışıktır; dolayısıyla huzur ve tatmin içerisindedir. İnsan için en büyük saadet, kulluktaki kemali sayesinde rabbini kendisinden hoşnut etmiş, rabbi tarafından ödüllendirilerek kendisi de O’ndan hoşnut kalmış olmasıdır. Allah Teâlâ’nın cennetine kabul ettiklerini “Benim kullarım” diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı son nimet ise cennete kabul edilip, orada bütün tasavvurların üstünde bir mutluluk verecek olan “bütün nimetlerden daha üstün” olduğu bildirilen (Tevbe 9/72) bir “rıdvân”a erişmeleridir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 621-622
Beled Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada doksanıncı, iniş sırasına göre otuz beşinci sûredir. Kaf sûresinden sonra, Târık sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Adı/Ayet Sayısı

         Sûre adını ilk iki âyetinde geçen, “şehir, memleket” anlamlarına gelen ve Mekke için kullanılan beled kelimesinden almıştır. Ayrıca “Lâ uksimü” adıyla da anılmaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 90).

Konusu

Sûrede bazı önemli varlıklara yemin edilerek insanın yaratılıp hayat mücadelesi içine sokulduğu, gücüne ve servetine güvenerek Allah’a karşı gelenlerin aldandığı, insana maddî ve mânevî birtakım nimetlerin verildiği, hayır ve şer yollarının gösterildiği anlatılmaktadır. Ayrıca yardımlaşma, iman ve sabır konuları ele alınarak bu konularda müminlerle inkârcılar arasında kısa bir karşılaştırma yapılmıştır.

1-4
Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
١
وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ
٢
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
٣
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖي كَبَدٍؕ
٤
Meal
Yemin ederim şu beldeye; 1﴿ Senin de içinde oturmakta olduğun o kente; 2﴿ Ana babaya ve bunlardan meydana gelen çocuklara! 3﴿ Hiç kuşkusuz biz insanı zahmetli bir hayat için yarattık. 4﴿

Tefsir

Belde” diye çevirilen beledden maksat Mekke’dir. “Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar”ın kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrâhim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar” şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 125).

Müfessirler 2. âyetteki hill kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) “Bu şehirde hayvan ve bitkilerin bile dokunulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar.” Bu takdirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamber’e eziyet etmeleri kınanmaktadır. b) “Bir gün gelecek, Mekke’yi zalim putperestlerin elinden kurtaracaksın ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır.” Bu takdirde ise Hz. Peygamber’in ileride bu kenti fethedeceği ve fetih sırasında şehirde çatışmaya girmesine geçici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur (Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825).

4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:625
5-7
Ayet
اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۘ
٥
يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداًؕ
٦
اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌؕ
٧
Meal
O, hiçbir kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? 5﴿ “Pek çok mal harcadım” diyor. 6﴿ Onu kimsenin görmediğini mi sanıyor? 7﴿

Tefsir

Tefsirlerde verilen bilgilere göre bu âyetler, malına mülküne güvenerek kendilerini yenilmez zanneden Mekke’nin şımarık ileri gelenleri hakkında inmiştir. Onlar, Hz. Peygamber’i de mutlaka yeneceklerini düşünüyorlardı. 6. âyetle ilgili bir yoruma göre kimileri de Hz. Peygamber’i başarısız kılma uğruna harcadıkları onca mala üzülüyorlardı. 7. âyette Yüce Allah’ın böylelerinin hangi maksatlarla mal harcadıklarını gayet iyi bildiği hatırlatılmaktadır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:626