Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

En'âm Suresi

133
7 . Cüz
45
Ayet
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذٖينَ ظَلَمُواؕ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
٤٥
Meal
Sonunda zulmeden kavmin kökü kesildi. Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. 45﴿

Tefsir

İnsanlar kıtlıktan bolluğa, hastalıktan sağlığa, sıkıntıdan esenliğe kavuştukları zaman, bunlarda kendileri için imtihanlar bulunduğunu düşünmeli ve her zamankinden daha dikkatli, daha sorumlu hareket etmeli, bu nimet ve imkânları veren Allah’a minnet ve şükran hissi duymalıdırlar. Âyette söz konusu edilen kavimler, bu imkânların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrâc (insanın günahlarını daha da arttırmasına yol açabilecek nimetler; bilgi için bk. A‘râf 7/182), bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; “sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada” Allah Teâlâ onları ansızın yakaladı. “Bir anda bütün ümitlerini yitirdiler; böylece artık zulmeden –yani şükretmeleri gerekirken küfredip başkaldıran– kavmin kökü kesildi.” Bu şekilde ıslah olma ümidi kalmamış olan kötülerin Allah tarafından yok edilmesi iyiler hakkında bir rahmet olduğu için, bu gelişmeleri anlatan âyetlerin sonunda “Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” buyurulmuştur. Rivayete göre Hz. Peygamber, “Bir topluluk günah işlemekte ısrar ederken yine de Allah’ın onlara istedikleri şeyleri verdiğini görürseniz bilin ki bu bir istidrâcdır” buyurmuşlar, ardından da bu âyeti okumuşlardır (İbn Atıyye, II, 292)
46-47
Ayet
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْتٖيكُمْ بِهِؕ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
٤٦
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
٤٧
Meal
De ki: “Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size geri verebilecek Allah’tan başka tanrı kimdir?” Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar! 46﴿ De ki: “Söyler misiniz; size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur?” 47﴿

Tefsir

Muhatabın ve özellikle müşriklerin akıl ve iz‘anlarına hitap eden âyetlerde Allah’ın sınırsız kudretine dikkat çekilmektedir. 46. âyette bu kudretle, insanın en dikkat çekici yeteneklerinden olan işitme ve görme duyularıyla akıl gücünün yok edilmesi halinde, Allah’tan başka, onu bu imkânlara yeniden kavuşturacak bir kudret bulunmadığı vurgulanmaktadır. Âyette geçen “Bunları size Allah’tan başka hangi tanrı geri verebilir?” sorusundan da anlaşılacağı üzere müşrikler, putları Allah’a ortak koşsalar da, yaratanın yalnızca Allah olduğuna inanıyorlardı. Nitekim başka âyetlerde benzer sorulara, dünyanın, göklerin ve bunlardaki bütün varlıkların gerçek sahip ve mâlikinin Allah olduğu cevabını verecekleri belirtilmiştir (meselâ bk. Mü’minûn 23/84-89). Onların asıl suçu, put denilen nesneleri Allah’a eş tutmaları, bunlara kulluk etmeleri, putların kendilerine yardım ve şefaat edeceklerine inanmaları ve genel olarak İslâm dininin itikadî ve amelî hükümlerini reddetmeleridir.

Hz. Peygamber’in çeşitli vesilelerle belirttiği üzere Allah Teâlâ, engin merhametinden dolayı, kullarının tövbe edip bağış dileyerek yanlışlardan dönmesini ister; O’nun bu müsbet davranıştan duyduğu memnuniyet, Resûlullah’ın teşbihiyle ağır bir savaş sırasında kaybettiği çocuğu için çırpınan annenin, onu bulduğu andaki sevincinden daha büyüktür (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Tevbe”, 22; İbn Mâce, “Zühd”, 35). Bu sebeple sonsuz merhamet sahibi olan Allah, gerek burada gerekse daha pek çok âyette yanlış inançlıları, kötü yaşayışlıları ikna yoluyla düzeltmek, doğru yolu bulmalarını sağlamak için birçok delil göstermiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 405-406
48
Ayet
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلٖينَ اِلَّا مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
٤٨
Meal
Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve halini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler. 48﴿

Tefsir

Peygamberler yalnız “müjdeciler ve uyarıcılar olarak” gönderilmiş olup onlara samimiyetle kulak vererek “iman eden ve (böylece) halini düzelten” yani gerek kendilerini gerekse başkalarını ıslah edenler için artık korku kalmayacaktır. “Onlar üzüntü de çekmeyecekler”; çünkü gerçek anlamda güven de sevinç ve mutluluk da Allah yolundadır. Âhirette böyle olacağı gibi, bazı maddî ve geçici sıkıntılara rağmen dünyada da müminler inanmanın, ibadet ve faziletin verdiği sükûn ve güvenle huzur bulurlar. Bu sebeple Allah’ın azabı ancak “zalim toplum”u kapsayacaktır. Dünyadaki herhangi bir musibet müminleri de etkilese bile, onların âhiretteki hayatları imanlarının ve iyi amellerinin kazandıracağı mutluluk ve nimetlerle bezenecektir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 406
49
Ayet
وَالَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
٤٩
Meal
Âyetlerimizi yalan sayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. 49﴿

Tefsir

Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar, bu suretle O’nun merhamet ve kereminden yararlanma imkânını reddedenler, işledikleri fısku fücûr yüzünden azaba çarptırılacaklardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 407
50
Ayet
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْدٖي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّٖي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّؕ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَصٖيرُؕ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَࣖ
٥٠
Meal
De ki: “Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” 50﴿

Tefsir

Hz. Peygamber gerek kendi kavmine gerekse bütün insanlara yalnızca “Allah’ın âyetleri”ni, akıl ve kalplere, vicdanlara hitap eden delillerini duyuruyordu. Kureyş müşrikleri ise öteden beri kâhin, sâhir, arrâf gibi isimlerle andıkları kişilerde olağanüstü güçlerin mevcut olduğuna inanıyor; peygamber olduğunu ve Allah katından bilgiler getirdiğini söyleyen Hz. Muhammed’de de bu şekilde güçler bulunması gerektiğini düşündükleri için ondan meselâ bir dağı altın kütlesi haline getirmesini (Müsned, I, 242, 258), gökten melekler indirmesini ve onlarla konuştuğunu kendilerine göstermesini... (En‘âm 6/8) istiyorlardı. Âyet, Hz. Peygamber’in bu cahilce taleplere vermesi istenen çarpıcı cevabı içermektedir. Aslında zihni ve gönlü hakikate açık, önyargılardan uzak, ruhu ihtiraslarla kirlenmemiş, kalbi inkâr ve isyan duygularıyla körleşmemiş insanlar için, Allah’tan vahiy aldığı birçok kanıtla anlaşılan bir kimsenin, hiçbir komplekse kapılmadan, engin bir tevazu hali sergileyerek böylesine gerçekçi ve samimi beyanlarda bulunması, dağları altına çevirmekten daha güçlü ve ikna edici bir delildir. Fakat “Hiç kör ile gören bir olur mu?” Onun için âyetin sonunda “Hiç düşünmez misiniz?” buyurulmuştur.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 407
51
Ayet
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذٖينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِهٖ وَلِيٌّ وَلَا شَفٖيعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
٥١
Meal
Kendileri için rablerinden başka bir koruyucu ve bir aracı bulunmaksızın O’nun huzurunda toplanmanın kaygısını duyan insanları onunla (Kur’an) uyar ki günahlardan sakınsınlar. 51﴿

Tefsir

Uyarı ve sakındırma ancak öldükten sonra ba‘s (yeniden dirilme) ve haşir (mahşerde toplanma) gibi âhiret hallerinin vuku bulacağına inanan veya en azından böyle bir ihtimali göz önüne alan, bunun kaygı ve korkusunu hisseden kimseler üzerinde etkili olabileceği için âyette özellikle bunların uyarılması emredilmiştir. Zemahşerî, uyarıdan yararlanması umulan zümreleri şöyle sıralamıştır: a) Müslüman oldukları halde yanlış işler yapanlar, b) âhirete inanan Ehl-i kitap mensupları, c) ba‘s ile ilgili haberleri duyup da bunların doğru olabileceğini düşünerek kaygılanan müşrikler (II, 16). Aynı müfessir, âyetin “Kendileri için rablerinden başka bir koruyucu ve bir aracı bulunmaksızın” meâlindeki bölümünü, Mû‘tezile mezhebinin görüşlerini benimsediği için, âhirette Allah’tan başka hiçbir kimsenin şefaat edemeyeceği şeklinde yorumlamışsa da, Ehl-i sünnet mensubu müfessirler, özellikle Bakara sûresindeki “Âyetü’l-kürsî” diye bilinen 255. âyeti ve benzeri delilleri göz önüne alarak, Allah’ın iznine bağlı olmak üzere, peygamberler ve diğer Allah dostlarının şefaat etmesinin câiz olduğunu düşünmüşlerdir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 408-409
52
Ayet
وَلَا تَطْرُدِ الَّذٖينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُرٖيدُونَ وَجْهَهُؕ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمٖينَ
٥٢
Meal
Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki onları yanından uzaklaştırıp da zalimlerden olasın. 52﴿

Tefsir

Bu âyetin işaret ettiği bir olayla ilgili olarak Müslim’in Sahîh’i (“Fezâilü’s-sahâbe”, 45-46) ve diğer bazı hadis kaynaklarında yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Mes‘ûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir gibi bazı yoksul ve kimsesiz sahâbîlerin de bulunduğu bir toplulukla birlikte olduğu bir sırada müşriklerin ileri gelenleri Hz. Muhammed’le görüşmek istediklerini, ancak bunun için yanındaki müslümanları oradan uzaklaştırması gerektiğini, zira kölelerle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını bildirmişlerdi. Resûlullah “Ben müminleri kovamam” cevabını verince, hiç olmazsa kendileri geldiğinde onların ayakta durmasını istemişler; Hz. Peygamber, belki onlara İslâm’ı kabul ettirebileceği ümidiyle bu son teklifi kabul etmeyi düşünürken kendisini ikaz edip bu düşüncesinden vazgeçiren 52. âyet inmiştir. Ancak müfessirlerin çoğu bu sûrenin, parça parça değil, tamamının bir defada indiğini bildiren haberleri de dikkate alarak, bu âyetin söz konusu olayla ilişkisi olamayacağını ifade etmişlerdir. Âyetin böyle bir olay üzerine indiği kabul edilse bile, bu olayın sadece âyetteki evrensel ahlâkî öğretinin ortaya konması için bir vesile oluşturduğu düşünülmelidir.

“Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur...” cümlesindeki “onlar” zamiriyle müşriklere işaret edildiğini düşünenler olmuşsa da ağırlıklı görüş, bununla yukarıda anılan müslümanların kastedildiği yönündedir. Rivayete göre müşrikler, Hz. Peygamber’in çevresinde toplanan söz konusu kişilerin, aslında –samimi dindarlıklarından değil– barınma imkânı buldukları, yiyip içtikleri için orada toplandıklarını ileri sürmüşlerdi. İşte –bir görüşe göre– âyet-i kerîmede, öyle olsa bile, Resûlullah ile o yoksul müslümanların sorumluluklarının ayrı olduğu, herkesin kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu yine kendisinin taşıdığı bildirilerek Resûl-i Ekrem’in onlara olan ilgisini sürdürmesi istenmiş, aksi halde haksızlık yapmış olacağı ifade edilmiştir. Başka bir yoruma göre bu insanlar sabah akşam ibadet ve taatle meşgul oldukları için maişetlerini temin edemeyecekler kaygısıyla Hz. Peygamber’in onları –işlerine güçlerine baksınlar diye– meclisinden ayrılmaya zorlamaması istenmiş; onların geçimleriyle ilgili hesabın kendisine ait olmadığına yani ne yiyip ne içeceklerini hesap etmesi gerekmediğine, çünkü herkesin rızkını verenin Allah Teâlâ olduğuna işaret buyurulmuştur (Râzî, XII, 236-237).

Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın bu âyet, İslâm dininde insanın, mevki, zenginlik ve soyuna göre değil iman zenginliğine, Allah’a saygı ve ruh yüceliğine göre değer taşıdığını ortaya koyması, ayrıca Hz. Peygamber’in yüce ahlâkının Kur’an ilkelerine göre şekillendiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Âyetin sonunda Resûlullah’a sorumluluğu hatırlatıldıktan sonra, kâfirlerin gözünde değersiz olsalar bile, iman ve yaşayışlarıyla Allah nezdinde değerli olan insanlara karşı küçültücü davranışlarda bulunan bir kimsenin, –farzımuhal bu kimse peygamber bile olsa– zalim olarak gösterilmesi son derece ilgi çekicidir. Muhtemelen yukarıda sözü edilen altı kişiden biri olan Habbâb’ın anlattığına göre bu âyetin inmesinden sonra Hz. Peygamber’le yoksul ve kimsesiz müslümanlar arasındaki yakınlık o kadar artmıştır ki meclislerde diz dize oturur olmuşlar; Hz. Peygamber daha önce, bir aradayken yanındakilerin kalkmasını beklemeden kendisi kalkarken bu âyet geldikten sonra incitici olmasın diye daima onların kalkmasını beklemiştir (Zemahşerî, II, 16).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 409-410