Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

A'lâ Suresi

592
30 . Cüz
A'lâ Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 492).

Adı/Ayet Sayısı

         Sûre adını 1. âyette geçen, “en yüce, en üstün” mânasındaki a‘lâ kelimesinden almış olup kaynaklarda yaygın olarak bu adla tanınmaktadır. “Sebbihi’sme rabbike’l-a‘lâ” ve “Sebbih” adlarıyla da anılmaktadır (İbn Âşûr, XXX, 280).

Konusu

Sûrede Allah, vahiy ve Kur’an, peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısında insanların takındıkları farklı tavırlar ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alınmıştır.

Fazileti

Kaynaklarda, Hz. Peygamber’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük tat aldığı; özellikle vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 310-311).

1-5
Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ
١
اَلَّذٖي خَلَقَ فَسَوّٰىۙࣕ
٢
وَالَّذٖي قَدَّرَ فَهَدٰىۙࣕ
٣
وَالَّـذٖٓي اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙࣕ
٤
فَجَعَلَهُ غُثَٓاءً اَحْوٰىؕ
٥
Meal
Yüce Rabbinin adını tespih et. 1﴿ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır. 2﴿ O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir. 3﴿ O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çerçöpe çevirendir. 4-5﴿

Tefsir

Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).

Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu yaratılış gayesine, hikmet ve hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini ve nihayet ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde gelişmesini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, 493).

4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkiyi, ağacı yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 311).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:602-603
6-8
Ayet
سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ
٦
اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُؕ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىؕ
٧
وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰىۚ
٨
Meal
Sana Kur'an'ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın. 6﴿ Ancak Allah'ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de. 7﴿ Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz. 8﴿

Tefsir

Hz. Peygamber ilk dönemlerde kendisine gelen Kur’an vahyini ezberleme konusunda oldukça aceleci davranıyor, bir kelime veya harfi kaçırma korkusuyla Cebrâil vahyi henüz tamamlamadan tekrar etmeye çalışıyordu. Bu sebeple Resûlullah’a Kur’an okurken acele etmemesini emreden ve onu unutmayacağı konusunda güvence veren Kıyâmet 75/16-19. âyetleriyle, “Sana Kur’an’ı okutacağız ve Allah öyle dilemedikçe unutmayacaksın” meâlindeki bu sûrenin 6. âyeti inmiştir. Böylece bir taraftan Hz. Peygamber bu davranışından vazgeçirilmiş oluyor, diğer taraftan da vahyin korunmasının güvenceye alındığı bildiriliyordu (Şevkânî, V, 494). Hz. Peygamber’in unutmaktan korunmuş olması da Allah’ın kudretini gösteren delillerdendir. Peygamberin şahsında gerçekleşen bu ilâhî mûcizenin sırrı, Kur’an’ı okuma ve ezberleme tarzında ümmetin hafızalarında sürekli olarak tecelli etmektedir. 7. âyette unutturmama garantisine, “Allah dilemedikçe...” şeklinde yapılmış bulunan istisnâ hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu istisnanın neshe delâlet ettiğini yani “Allah herhangi bir hükmü yürürlükten kaldırmak istediği zaman onu peygambere unutturur” mânasına geldiğini ifade ederler. Bazı âlimlere göre ise bu âyet –tıpkı “Gerçek şu ki, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız” (bk. İsrâ 17/86) meâlindeki âyette ve benzerlerinde (meselâ bk. Hûd 11/107-108) olduğu gibi– peygamberin unutmasını Allah’ın hiç dilemediği, dolayısıyla onun da hiçbir zaman unutmadığı” anlamına gelir (bk. Şevkânî, V, 494; Elmalılı, VIII, 5760). Bize göre “Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz” (İnsan 76/30) âyetinde olduğu gibi burada da bir ilâhî kanuna, bir ilkeye atıf yapılmaktadır. Kulunu yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve donatan Allah’tır. O böyle yapmasaydı insan böyle olmazdı; düşünemez, konuşamaz, aklında tutamaz, unutamazdı. 6. âyete göre Resûlullah, kendisine okutulanı (Kur’an’ı) asla unutmayacaktır; ancak bu, Allah istediği için böyledir; unutmasını isteseydi elbette unutacaktı.

Müfessirler, “Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız” meâlindeki 8. âyeti de Hz. Peygamber’in şahsına özgü olarak değerlendirip kolaylaştırmayı “Allah’ın onu, beşerî bir çaba göstermeden Kur’an’ı ezberlemeye, dinin kurallarını uygulamaya, kendisini cennete götürecek amelleri yapmaya muvaffak kılması” şeklinde yorumlamışlardır (Zemahşerî, IV, 243-244; Râzî, XXXI, 142-143). Şevkânî ise “din ve dünya işlerinden hangisine yönelirse o yolda muvaffak kılması” anlamında yorumlamıştır (bk. V, 494).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:603-604
9-15
Ayet
فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّ كْرٰىؕ
٩
سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ
١٠
وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ
١١
اَلَّذٖي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرٰىۚ
١٢
ثُمَّ لَا يَمُوتُ فٖيهَا وَلَا يَحْيٰىؕ
١٣
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ
١٤
وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهٖ فَصَلّٰىؕ
١٥
Meal
O halde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver. 9﴿ Allah'a karşı derin saygı duyarak ondan korkan öğüt alacaktır. 10﴿ En büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimse (kâfir) ise, öğüt almaktan kaçınır. 11-12﴿ Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar. 13﴿ Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer. 14-15﴿

Tefsir

“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).

10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir.

Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder.

15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Hz. Peygamber’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 604-605
16-17
Ayet
بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاؗ
١٦
وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىؕ
١٧
Meal
Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. 16﴿ Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir. 17﴿

Tefsir

Önceki âyetlerde kurtuluşun, nefsi ve malı arındırıp âhirete hazırlıklı gitmekte olduğu bildirilmişti. 16. âyette ise insanların genellikle geçici dünya hayatı ve zevklerini âhirete tercih ettikleri hatırlatılmaktadır. Oysa âhiret hayatı daha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, –yüce Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak– inkârcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere 17. âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir (ayrıca bk. A‘râf 7/169; Yûsuf 12/109; Duhâ 93/4).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 605
18-19
Ayet
اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ
١٨
صُحُفِ اِبْرٰهٖيمَ وَمُوسٰى
١٩
Meal
Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ'nın sayfalarında da vardır. 18-19﴿

Tefsir

“Kitaplar” diye çevirdiğimiz suhuf kelimesi dönemin örfî kullanımında kitapla eş anlamlı olan sahîfenin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah tarafından peygamberlere gönderilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan suhuftan maksat, “Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nisbet edilen sahîfeler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sınırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Sahîfelerden 10’unun Hz. Âdem’e, 50’sinin Şît’e, 30’unun İdrîs’e, 10’unun da İbrâhim’e verildiği rivayet edilir (bk. Zemahşerî, IV, 245).

Şuarâ sûresinin 196. âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de bütün peygamberlere vahyin tek kaynaktan, Allah’tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında aynı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 606
Gâşiye Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına göre altmış sekizinci sûredir. Zâriyât sûresinden sonra, Kehf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Adı/Ayet Sayısı

         Sûre adını ilk âyetinde geçen ve “örten” anlamına gelen gåşiye kelimesinden almıştır. “Hel etâke...” adıyla da anılmaktadır.

Konusu

Sûrede cehennemliklerle cennetliklerin âhiretteki durumları tasvir edilmekte, Allah’ın varlığına dair deliller sıralanmakta, tebliğ yöntemi öğretilmektedir.

1-7
Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هَلْ اَتٰيكَ حَدٖيثُ الْغَاشِيَةِؕ
١
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ
٢
عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ
٣
تَصْلٰى نَاراً حَامِيَةًۙ
٤
تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍؕ
٥
لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَرٖيعٍۙ
٦
لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنٖي مِنْ جُوعٍؕ
٧
Meal
Dehşeti her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi? 1﴿ O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir. 2﴿ Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır. 3﴿ Kızgın ateşe girerler. 4﴿ Son derece kızgın bir kaynaktan içirilirler. 5﴿ Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur. 6﴿ O, ne besler ne de açlıktan kurtarır. 7﴿

Tefsir

Kıyamet, dehşetiyle her şeyi kuşatıp sardığı için istiare yoluyla ona “kaplayan, bürüyen” anlamında gāşiye denmiştir (Zemahşerî, IV, 246). İbrâhim sûresinin 50. âyeti dikkate alınarak gāşiye kelimesinin “ateş” anlamına geldiği de söylenmiştir (Şevkânî, V, 499).

Müfessirler 2 ve 3. âyetlerde, zillet kaplayacağı ve yorgun bitkin düşeceği bildirilen “yüzler”le inkârcıların kastedildiğini söylemişlerdir. Onlar dünya hayatında büyüklük taslayıp inkâr bataklığına saplandıkları, müminleri küçümsedikleri, peygamberin davetini kabul etmeyi ve müminlerle eşit konumda bulunmayı kendilerine yediremedikleri için kıyamet gününde yüzlerini korku bürüyeceği; çektikleri sıkıntı ve cezadan dolayı bitkin bir halde bulunacakları ifade edilmektedir. 4. âyet inkârcıların gireceği cehennemin son derece sıcak ve kızgın olduğunu, 5. âyet ise orada kendilerine serinletici içecek yerine aşırı derecede sıcak sıvılar verileceğini bildirmektedir. 6-7. âyetlerde inkârcılara verilecek yiyeceğin kuru dikenden ibaret olacağı, ihtiyacı karşılamayıp çektikleri elem ve ıstırabın artmasından başka bir şeye yaramayacağı haber verilmektedir. Cehennemliklerin yiyecek ve içecekleri burada anlatılanlardan ibaret değildir. Meselâ Sâffât sûresinin 62, 67. âyetlerinde yiyecek olarak “zakkum ağacı”ndan, içecek olarak kaynar su karışımı bir sıvıdan; Muhammed sûresinin 15. âyetinde bağırsakları parçalayıcı bir içecekten, Hâkka sûresinin 36. âyetinde cehennemde yananların bedenlerinden akan sıvıdan söz edilmiştir. Bu örneklerde de görüldüğü üzere Kur’an’da, genellikle insanlarda belirli bir çağrışım yapması ve sonuçta bir korku ve kaygı uyandırıp günahlardan uzaklaşmaya teşvik etmesi için cehennem ve oradaki şartlar dünya hayatında korku, acı, nefret, tiksinti vb. duygular veren bazı olaylar, durumlar, maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde tasvirler yapılmıştır. Ancak yeri geldikçe ifade edildiği gibi (meselâ bk. Mutaffifîn 83/22-28) âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için orayla ilgili tasvirlerden mutlaka kelime ve sözlerin ifade ettiği dış mânayı anlamak ve böylece oradaki nimet veya sıkıntıların da dünyadakilerin aynısı olduğu gibi bir sonuca varmak gerekmez. Müminler bunlara inanır, mahiyetini ise Allah’ın bilgisine havale ederler; mahiyeti ne şekilde olursa olsun, son derece ağır olacağında kuşku bulunmayan uhrevî cezanın her türlüsünden kendilerini koruyacak olan bir inanç, ibadet ve ahlâka sahip olmak için çalışırlar. Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’deki bu gibi tasvirlerin asıl amacının insanlarda böyle bir dindarlık duyarlılığını geliştirmek olduğu göz ardı edilmemelidir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 608-609
8-11
Ayet
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ
٨
لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ
٩
فٖي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ
١٠
لَا تَسْمَعُ فٖيهَا لَاغِيَةًؕ
١١
Meal
O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar. 8﴿ Yaptıklarından dolayı hoşnutturlar. 9﴿ Yüksek bir cennettedirler. 10﴿ Orada hiçbir boş söz işitmezler. 11﴿

Tefsir

Önceki âyetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra burada da dünyada Allah’ın buyrukları doğrultusunda yaşayan müminler için hazırlanmış olan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. 8. âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen “yüzler”den maksat müminlerdir. Müminler dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak Allah’ın kendileri için hazırlamış olduğu cennet nimetlerine ermeleri sebebiyle sevinçli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yüzleri güleç, parlak ve güzeldir. Nitekim başka bir âyette “ilâhî lütufların sevincini yüzlerinden okursun” (Mutaffifîn 83/24) buyurulmuştur. 9. âyet, müminlerin dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak âhirette eriştikleri nimetlerden hoşnut olduklarını ifade eder. 10. âyette zikredilen cennetin yüksekliği, maddî anlamda olabileceği gibi cennetin yüksek değerini de ifade edebilir. Çünkü bir hadîs-i kudsîde belirtildiği gibi orada canların çektiği, gözlerin zevk aldığı hatta bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece güzel ve değerli nimetler vardır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312; “Cennet”, 2-5). Müminlerin cennette duymayacakları belirtilen “boş söz”ü müfessirler “yalan, iftira, inkâr, küfür, asılsız yemin, çirkin söz vb.” anlamlarda yorumlamışlardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 609-610