Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Âl-i İmrân Suresi

61
3 . Cüz
84
Ayet
قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَعٖيسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْࣕ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْؗ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
٨٤
Meal
De ki: "Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız." 84﴿

Tefsir

Bir taraftan Hz. Muhammed’den kendinden önceki peygamberlerin getirdiklerinin doğruluğunu beyan etmesi, bir taraftan da müslümanlardan ona ve onun onayladıklarına iman etmeleri istenmektedir. Bunun yanı sıra 81. âyetle bu âyet arasında bağ kurularak geçmiş peygamberlere uyanların da Hz. Muhammed’e ve onun getirdiklerine iman etmelerinin istendiği düşünülebilir. Şöyle ki: 81. âyette “nezdinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz, diyerek söz alındığı” belirtilmişti. Bu âyete “de ki” hitabıyla başlanarak önce Resûlullah’tan, geçmiş peygamberlerin getirdiklerini tasdik etmesi istenmekte, böylece alınan sözün kendisine bağlandığı şart gerçekleşmektedir. Bu durumda geçmiş peygamberlere uyanların da Hz. Muhammed’e iman edip ona destek vermeleri gerekmektedir. Bu yorum âyette Allah’a imandan hemen sonra “bize indirilene” buyurularak Hz. Muhammed’e indirilen vahyin temel sayıldığı ve diğer ilâhî kitaplar tahrife uğradığından ona öncelik verildiği yorumuyla (bk. Râzî, VIII, 124) çelişmez. Zira ona iman edip destek verenler de artık İslâm dairesi içine, dolayısıyla anılan ifadenin kapsamına girmiş olacaklardır.

85
Ayet
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دٖيناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
٨٥
Meal
Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. 85﴿

Tefsir

İslâm’dan başka din arama çabası içine girmenin hüsranla sonuçlanacak beyhude bir gayret olduğu belirtilmektedir. 83. âyette kullanılan “begā” fiili normal sınırın üstüne çıkan bir isteği, bu âyette kullanılan “ibtegā” fiili ise arayış çabası içine girmeyi ifade ettiğinden (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bğy” md.), burada âyetin baş kısmına “kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse” şeklinde mâna verilmiştir.

Râzî iman ve islâmın kapsamı konusunda bu âyetten çıkan anlamla Hucurât sûresinin 14. âyetinden anlaşılan mâna arasındaki farklılığa işaret eder ve bunların uzlaştırılması için birini dinî terim diğerini sözlük anlamına göre yorumlamayı önerir. M. Reşîd Rızâ bu yaklaşımı eleştirir ve onun bu konudaki açıklamalarını kapalı ve birbiri ile uyumsuz bulur (krş. Râzî, VIII, 126; Reşîd Rızâ, III, 358-361; bu konuda ayrıca bk. Hucurât 49/14, 17).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 624
86
Ayet
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ اٖيمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُؕ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ
٨٦
Meal
İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkar eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez. 86﴿

Tefsir

Bu âyette Allah’ın hidayetine lâyık olma vasfını bütünüyle yitiren inkârcılar hakkında şu üç özellik bir arada zikredilmiştir: a) İman ettikten sonra, b) bu resulün hak olduğuna şahit olduktan sonra, c) kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra inkâr yolunu seçme. Bu tür inkârcılık tam anlamıyla bir inatlaşma ve hakikatlere karşı bile bile direnme demek olduğundan, müteakip âyetlerde bu davranışın karşılığının da pek ağır olacağı bildirilmiştir. Nitekim bu tür inkârcılardan âyetin sonunda “zalimler” diye söz edilmiştir ki, bu, bilerek kendilerine yazık ettiklerine ve göz göre göre kendilerini uçurumdan aşağıya attıklarına işarettir. Bu âyete şu şekilde de mâna verilmiştir: “Bu resulün hak olduğunu bizzat görerek iman ettikten ve kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez” (Râzî, VIII, 128). Öte yandan âyetin başı sonu dikkate alınarak ve mârife (belirli) olmasına binaen meâlinde “er-resûl” kelimesine “bu resûl” şeklinde mâna verilmiş olmakla beraber, bunu Hz. Muhammed’le sınırlandırmaksızın genel olarak “resul” (elçi) şeklinde anlamak da mümkündür.

Âyetin “bu resulün hak olduğunu gördükten sonra” meâlindeki kıs­mında geçen “şehidû” fiilinden hareketle bazı müfessirler burada “şehâdet”in imana atfedildiğini, dolayısıyla bunların farklı şeyler olduğunu belirtip, imanın kalple tasdik, şehadetin ise dille ikrar olduğu anlayışına destek sağlamaya çalışırlar (meselâ Râzî, VIII, 128).

Tefsirlerde âyetin nüzûl sebebiyle ilgili olaylar da zikredilir (meselâ bk. İbn Atıyye, I, 468; Zemahşerî, I, 200; Râzî, VIII, 126-127). Bunları rivayet edenlerin olayla âyetin ana fikri arasında uygun bir bağ bulunduğu kanaatinden hareketle âyetin iniş sebebi olarak aktarmış olmaları da muhtemeldir (Reşîd Rızâ, III, 362). Âyetten tereddüde yer bırakmayacak ve bütün zamanları kapsayacak şekilde anlaşılan mâna ise şudur: İman etme şerefine eriştikten sonra, kendi incelemeleriyle Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini kavradığı ve elçilerinin bildirdiklerinin gerçek olduğunu ayan beyan gördüğü halde inkâr yolunu tercih eden kişi, hidayet yolunu kendi eliyle kendisine kapatmış demektir. Fakat bu bilinçli tercihi yapanlar, bunun acı âkıbetini de iyi bilmelidirler. İşte 87 ve 88. âyetlerde bunun iyice bilinmesini sağlayan bir tasvir yapılmakta, 89. âyette de bu konudaki muhasebesini sağlıklı biçimde yapabilenler için bu kapıyı tekrar aralamanın yine kendi ellerinde olduğu gösterilmekte, 90-91. âyetlerde ise bu tür bir muhasebeye yanaşmayıp inkârı kendileri için bir amaç, bir ideoloji haline getirenler ve bu hal üzere dünya hayatını tamamlayanlar için kurtuluş çarelerinin tükenmiş olacağı haber verilmektedir (“hidayet” hakkında bk. Bakara 2/2; “irtidâd” ve “mürted” hakkında bk. Bakara 2/217).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 624-625
87
Ayet
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعٖينَۙ
٨٧
Meal
İşte onların cezası; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır. 87﴿

Tefsir

“Bütün, hepsi” anlamına gelen ecmaîn kelimesi meâlinde olduğu şekilde “insanlar”a bağlanabileceği gibi “Allah, melekler ve insanlar”a da bağlanabilir. Bu takdirde mâna şöyle olur: “İşte onların cezası hem Allah’ın hem meleklerin hem de insanların lânetine uğramalarıdır.” “Bütün insanların lâneti” şeklindeki mânaya, lânetlenenlerle aynı yolda bulunanları da lânetleyenler arasına kattığı gerekçesiyle itiraz edilmiş ve buna karşı değişik açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, I, 468-469; Râzî, VIII, 129; Reşîd Rızâ, III, 365). Kanaatimizce burada tasvir edilen inkârcılığın “insan olma” sıfatıyla ve insanlığın mâşerî vicdanıyla bağdaşamayacağı vurgulanmaktadır.

Allah’ın lâneti onları rızâsından ve âhiret nimetlerinden yoksun bırakıp ağır cezalara çarptırması, meleklerin ve insanların lâneti ise onları kötülükle anmaları şeklinde açıklanmıştır (Râzî, VIII, 129). Bu ve benzeri âyetlerden bazı Zeydiyye müfessirleri belirli olsun olmasın kâfirlere lânet okunmasının câiz olduğu sonucunu çıkarmış ve Nevevî hadislerin zâhirinden (meselâ Buhârî, “Fezâil”, 12; Tirmizî, “Tefsîr”, 3, 12) bunun haram olmadığı anlamının çıktığını söylemişse de, Gazzalî Allah’ın küfür üzere öldüklerini bildirdikleri dışındaki insanlara kâfir de olsalar insanlara lânet okumanın haram olduğunu belirtir (Kāsımî, IV, 882-883). Bazı hadislerde müminin kimliğini belirleyen özellikler sayılırken, lânetkâr olmanın mümine yaraşmayacağının ifade edilmesi de (Tirmizî, “el-Birr ve’s-sıla”, 48; Buhârî “Edeb”, 44, 45; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 50) bu anlayışı destekler.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 625-626
88
Ayet
خَالِدٖينَ فٖيهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
٨٨
Meal
Onun (lanetin) içinde ebedi kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz. 88﴿

Tefsir

İlk cümlede (“hâlidîne fîhâ”) geçen “hâ” zamirinin “lânet” kelimesinin yerine kullanıldığı anlayışından hareketle meâlinde bu cümle “Ebedî olarak bu lânetin içine gömülüp gideceklerdir” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu zamirin daha önce geçmemiş olmasına rağmen “cehennem”i belirttiği veya “lânet”i belirtmekle beraber onun sonucunun yani yine cehennemin kastedildiği görüşü esas alınırsa bu cümleye “Ebedî olarak cehennemde kalacaklardır” şeklinde mâna vermek gerekir (krş. İbn Atıyye, I, 469; Râzî, VIII, 128-129).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 624
89
Ayet
اِلَّا الَّذٖينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
٨٩
Meal
Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 89﴿

Tefsir

İslâm’da günah işleyenlere bir daha dönüşü olmayan bir yola girmiş ve tamamıyla dışlanmış insanlar olarak bakılmadığı ve yüce Allah’ın –işledikleri günahın ağırlığı ne olursa olsun– kullarına karşı ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğu bu âyette çok açık bir biçimde ifade edilmiştir. 86-88. âyetlerde tasvir edilen günah ve cezadan sonra “tövbe” kapısının hâlâ açık olduğunun belirtilmesi, müslümanlara insanlar arası ilişkilerde de bağışlama ve hoşgörünün yaygınlaştırılmasında başkalarına örnek olma ödevini yüklemektedir. Şu var ki büyük günahı işleyen kişilere tövbe kapısının açılması zâhiren pişmanlık belirtmelerinin istenmesi demek değildir. Nitekim âyette “Ama bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler başka” buyurulmuş ve tövbenin samimi olduğunun iyi davranışlarla ortaya konması istenmiştir. Buna göre beşerî ilişkilerde de kusurlu tarafın bağışlanma ve hoşgörülme beklentisi içine girerken kendisine düşen vecîbeleri ihmal etmemesi, kuru kuruya bir özür dileme ile yetinmeyip duyduğu üzüntü ve pişmanlığı hal ve hareketleriyle ortaya koyması gerekir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 626-627
90
Ayet
اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا بَعْدَ اٖيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ
٩٠
Meal
Şüphesiz iman ettikten sonra inkar eden, sonra da inkarda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir. 90﴿

Tefsir

“İnkârcılığa sapıp sonra inkârlarını daha da arttıranlar” diye söz edilen kişilerin kimler olduğu hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bir anlayışa göre maksat, genel olarak iman ettikten sonra küfre dönenlerdir (mürtedler), çünkü mürtedin bu hal üzere kalması, küfürde ısrar etmesi yani inkârcılığa inkârcılık eklemesi demektir. Diğer anlayışa göre burada kastedilenler, küfrüne yeni bir çeşit küfür ekleyenlerdir. Bu anlayıştan hareketle âyetin iniş sebebi hakkında şu açıklamalar getirilmiştir: a) Ehl-i kitap Hz. Muhammed’in peygamber olarak geleceğine inanıyorlardı, fakat o Allah’ın elçisi olduğunu açıklayınca onu inkâr ettiler; daha sonra da her fırsatta ona saygısızlıkta bulunarak, getirdiği mûcizeleri inkâr ederek verdikleri sözü bozarak ve müminlere tuzak kurarak küfürlerine küfür kattılar. b) Yahudiler Hz. Mûsâ’ya iman ediyorlardı, fakat Hz. Îsâ’yı ve İncil’i inkâr ederek küfre düştüler; daha sonra da Hz. Muhammed’i ve Kur’an’ı inkâr ederek küfürlerine küfür eklediler. c) İman edenlerden bazıları dinden dönüp Mekke’ye gittiler; sonra orada kalıp Hz. Muhammed’in hezimetini bekleyeceklerini açıklayarak küfürlerini daha da arttırdılar. d) Bir grup irtidad etti, sonra samimi olmadıkları halde İslâm’a dönme isteğinde olduklarını açıkladılar, yüce Allah onların bu ikiyüzlülüğünü küfür olarak niteledi (Zemahşerî, I, 200; Râzî, VIII, 130-131). Taberî’ye göre âyetin başı ve sonu dikkate alındığında, burada kastedilenlerin yahudiler olduğu yorumunun daha kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır (III, 342).

Önceki âyette imandan sonra küfre dönenlerin tövbe edip yola gelmeleri halinde tövbelerinin kabul edileceğinin bildirilmesine ve İslâm âlimleri arasında defalarca küfre dönülmüş olsa da şartlarına uygun tövbenin kabul edileceği görüşünün hâkim olmasına karşılık, bu âyette küfürlerini arttıranların tövbelerinin asla kabul edilmeyeceğinin ifade edilmiş olması müfessirleri değişik yorumlara yöneltmiştir: a) Bu âyette ve 86. âyette İslâm dinine düşmanlıkta aşırı gitmeleri sebebiyle kalplerine küfür mührü vurulmuş muayyen bir mürtedler topluluğu kastedilmiş olup, bunlara tövbe nasip olmayacağı anlaşılmaktadır. b) İnkârda ileri gidenler zaman zaman hakikate karşı direnmelerinden ötürü bir rahatsızlık duyarlar ve bu his onları bazı günahlardan ve kötülüklerden kaçınmaya sevkeder. İşte âyet Allah’a içtenlikle inanıp hak yola girmedikleri sürece, ruhu inkârdan arındırmayan bu tür pişmanlıklarının onları kurtaran bir tövbe yerine geçmeyeceğini haber vermektedir. c) İnkâr bataklığında ısrarla ilerleyen bazı insanların yanlış tutum ve davranışları ruhlarını öylesine kuşatır ki, Kur’an’ın kalbin mühürlenmesi diye ifade ettiği noktaya varırlar; işte bu durumda tövbeye yönelmek isteseler de psikolojik engeller sebebiyle hakkı kabule yanaşmazlar ve kabule lâyık bir tövbede bulunamazlar.

d) Burada maksat yürekten değil sadece sözle tövbe edenlerdir. e) Burada kastedilenler önceki âyetin kapsamına girdikten, yani inkâra dönüşünden ötürü tövbe ettikten sonra tekrar küfre dönenler, kabul edilmeyecek olan tövbe de önceki aşamada yapılan tövbedir. Bir başka anlatımla tekrar inkârcılığa dönüş daha evvel yapılan tövbeyi iptal etmektedir.

f) Burada “küfür” kelimesi “ölüm”den kinayedir, dolayısıyla tövbelerinin kabul edilmeyeceği bildirilenlerden maksat kâfir olarak ölenlerdir. g) Bu âyette kendilerinden söz edilenler küfürlerinde ısrar edip ancak ölümle yüz yüze gelince tövbeye kalkışanlardır, ki bu tür tövbenin kabul edilmeyeceği başka bir âyette de açıkça belirtilmiştir (bk. Nisâ 4/18). h) Burada daha önce zikri geçen Ehl-i kitap’tan söz edilmektedir; “tövbe”den maksat günahlardan tövbedir; âyet onların Resûlullah’ın peygamber olduğunu inkârda ısrar ettikleri sürece günahlardan tövbe etmelerinin bir yarar sağlamayacağını bildirmektedir (İbn Atıyye, I, 469-471; Zemahşerî, I, 201; Râzî, VIII, 131-132; Kurtubî, IV, 130-131; Reşîd Rızâ, III, 366-369; tövbe konusunda bk. Nisâ 4/17-18; Furkān 25/70-71). Bize göre bu yorumların ilk ikisi daha makul görünmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 627-628
91
Ayet
اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِهٖؕ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرٖينَࣖ
٩١
Meal
Şüphesiz inkar edip kafir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur. 91﴿

Tefsir

İnkâr edip kâfir olarak ölenlerin, fidye olarak (kendilerini kurtarmak için) dünya dolusu altın verecek olsalar dahi böyle bir talebin kabul edilmeyeceği bildirilmektedir. Âhirette dünya malı kalmamış olacağını, ayrıca altına ve harcanmasına da ihtiyaç duyulmayacağını dikkate alan müfessirler âyeti daha çok şu iki yaklaşımdan birine göre açıklamışlardır: a) Bu kimseler dünyada iken çok büyük hayırlar yapmış olsalar ve onların sevabını karşılık göstererek kendilerini kurtarmak isteseler bile bunun yararı olmayacaktır, çünkü inkâr üzere ölmeleri onların sevaplarını iptal etmiştir. b) Bu bir temsildir, burada kurtuluş için verebilecekleri ve bilfiil sahip oldukları bir karşılıktan söz edilmemekte, böyle bir imkânları olsaydı dahi şeklinde bir var sayıma göre âkıbetlerinin ne kadar kötü olacağı ve hiçbir kurtuluş çaresi bulamayacakları anlatılmaktadır (İbn Atıyye, I, 470-471; Râzî, VIII, 131-133; Âlûsî, III 351-356; Reşîd Rızâ, III, 370). Bu anlayıştan hareketle âyete şöyle mâna verilebilir: “… yeryüzünün bütün altınları bile onların fidyelerini karşılayamaz” (Muhammed Esed, I, 107).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 628