Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Âl-i İmrân Suresi

73
4 . Cüz
174
Ayet
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَظٖيمٍ
١٧٤
Meal
Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. 174﴿

Tefsir

Bir kısım müfessirler bu âyetin de Küçük Bedir Gazvesi hakkında indiğini söylemişlerdir; fakat çoğunluk bunun Hamrâülesed takibi hakkında indiği kanaatindedir. Hz. Peygamber’in kumandasındaki müslümanlar, Uhud Savaşı’nın ardından çekilip giden düşmanı takip etmek üzere Hamrâülesed’e kadar gelmişler ve geri dönmesi muhtemel olan düşmanı burada karşılamak için üç gün beklemişlerdir. Düşman geri dönmeye cesaret edemeyip Mekke istikametinde yol alınca müslümanlar da burada alışveriş yaparak hem kazanç sağlamışlar hem bu hareketlerinden dolayı Allah’ın rızâsını kazanmışlardır. Bu seferde herhangi bir çatışma olmadığı için müslümanlar buradan sağ salim Medine’ye dönerken yüce Allah’ın üç ikramına nâil olmuşlardır: a) Savaş ve benzeri her türlü tehlikeden selâmette olarak Medine’ye dönmüşler, b) ticaret yaparak kazanç sağlamışlar, c) cihad ettikleri için sevap kazanmışlar ve Allah’ın rızâsına ermişlerdir. Âyetin sonunda bu kazançlara işaret edilmektedir.

175
Ayet
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُࣕ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
١٧٥
Meal
İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. 175﴿

Tefsir

Kureyş lideri Ebû Süfyân’ın casusu, müşrik ordusunun geri dönüp Medine’ye baskın yapacağı ve müslümanların kökünü kazıyacağı haberini yayarak onları korkutmaya çalışıyordu. Yüce Allah bu şahsı veya onu göndereni “şeytan” olarak nitelendirmekte ve müslümanlara hitap ederek eğer Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorlarsa o casusun veya gönderenin dostları olan müşriklerden korkmamalarını, kendisinden korkmalarını emretmektedir. Buradaki şeytandan maksat “insan şeytanı” olabileceği gibi, insanlara vesvese veren “cin şeytanı” da olabilir (şeytan hakkında bk. Nisâ 4/117-121; En‘âm 6/112). Allah müminlerin dostu olduğu gibi şeytan da müşriklerin dostu olduğu için müminleri Allah’a ve Resûlü’ne itaatsizliğe teşvik eder. Yüce Allah müminleri uyararak bu tür propagandalara aldanmamaları, şeytanın vesvesesine kapılmamaları Allah’a isyan etmekten sakınmaları gerektiğini buyurmaktadır. Çünkü O, her şeye kadirdir, zafer de yenilgi de O’nun elindedir.

“İşte o şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutur” şeklinde tercüme edilen cümleye, “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur” şeklinde mâna vermek de mümkündür. Bu takdirde şeytanın propagandasına aldanarak korkanlar, onun dostları olan münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan imanı zayıf kimselerdir. Yüce Allah bunları uyararak eğer Allah’ın varlığına, kudretine ve müminlere yardım edeceğine inanıyorlarsa insanlardan korkmamaları, ancak kendisinden korkmaları gerektiğini emreder. Çünkü bütün güç ve kuvvet O’nun elindedir. O dilerse sayıca daha az, savaş araç ve gereçleri bakımından daha zayıf olan müslümanları daha güçlü olan müşriklere üstün kılar.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 718-719
176
Ayet
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذٖينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًؕ يُرٖيدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ
١٧٦
Meal
(Resûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır. 176﴿

Tefsir

“İnkârda yarışanlar”dan maksat küfre iyice dalanlar, küfrünü açığa vurmakta tereddüt etmeyenler, fırsat düştüğünde küfrün gereklerini yerine getirenler, her fırsatta İslâm’a ve müminlere saldırmayı, zarar vermeyi, onları üzmeyi bir yarış konusu haline getirenler, diğer insanların da inkârcı olmaları için gayret gösterenlerdir. Hz. Peygamber, müşriklerin inkârda ısrar etmeleri ve Kur’an’a karşı olumsuz tavır almaları, münafıkların aleyhte propagandaları, İslâm’a tam ısınmamış olanlardan bazı kimselerin dinden dönmeleri ve yahudilerin yıkıcı hareketleri sebebiyle üzülüyordu. Yüce Allah onların bu tutumlarını “inkârda yarışma” olarak değerlendirmekte, bu ve benzeri âyetlerde Hz. Peygamber’i teselli ederek onların bu düşmanca davranmaları karşısında kendini üzmemesini tavsiye etmektedir (krş. Kehf 18/6; Şuarâ 26/3). Çünkü onlar bu davranışlarıyla Allah’a ve O’nun dinine hiçbir zarar veremezler. Onlar istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Onların yaptıklarının vebali kendilerine aittir, hesaplarını Allah’a kendileri vereceklerdir; bu sebeple Peygamber’in üzülmesine gerek yoktur. Onun görevi inanmayanları mutlaka imana getirmek değil, Kur’an’ı tebliğ ederek onları hak yoluna çağırmaktır (Nahl 16/82). İnkâr eden, üstelik müminleri maddî ve psikolojik yönden ezmek için yarışırcasına çaba harcayan zalimler hakkında Allah yasasını uygulayacak, onlara güzel olan hiçbir şey nasip etmeyecek ve onlar âhiret nimetlerinden mahrum kalacaklardır.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 720-721
177
Ayet
اِنَّ الَّذٖينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْاٖيمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ
١٧٧
Meal
Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. 177﴿

Tefsir

Bu âyet bir önceki âyetin hem teyidi hem de daha kapsamlı bir izahı mahiyetindedir. Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre, 176. âyette anlatılanları “münafıklar ve onlarla birlikte küfürde yarışan, bütün inkârcılara öncülük eden kâfirler” olarak yorumlamak; buradakileri ise “imanı küfürle değiştirerek onların ardından giden mürtedler” diye tefsir etmek daha uygundur (II, 1235). Âyetin sonunda bunların da yüce Allah’a ve dinine herhangi bir zarar veremeyecekleri, bilâkis yaptıklarının cezasını kendilerinin çekecekleri ve bunlar için elem verici bir azabın hazır olduğunu haber vermektedir.

Taberî bu âyetin yorumunda şöyle der: Yüce Allah 166. âyetten buraya kadarki bölümde mümin kullarını ihlâslı davranmaya, bütün işlerinde Allah’a dayanıp güvenmeye, yardımcı olarak Allah’ın yarattıklarını değil sadece Allah’ı tanımaya ve O’nun takdirine razı olmaya, kendisinin ve dininin düşmanlarına karşı cihad etmeye teşvik etmiş; onların kalplerini kuvvetlendirmiş ve onlara şunu bildirmiştir: Allah birinin dostu ve yardımcısı olunca ona muhalif olanların hepsi birleşerek o kişiye düşmanlık etseler, yine de Allah onu yardımsız bırakıp onlara ezdirmez. Allah kimi de yardımsız bırakırsa onun destekçileri ve yardımcıları çok dahi olsa onların yardımı hiçbir fayda sağlamaz (IV, 185). Nitekim bu sûrenin 160. âyetinde de şöyle buyurulmuştu: “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur, eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir! Müminler yalnız Allah’a güvensinler.”

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 721
178
Ayet
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْلٖي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْؕ اِنَّمَا نُمْلٖي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهٖينٌ
١٧٨
Meal
İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. 178﴿

Tefsir

Sözlükte “mühlet vermek, hedefine ulaşması için kişiyi yaptığı işte serbest bırakmak, istediği gibi otlaması için atın bağını uzun tutmak” anlamlarına gelen imlâ kelimesi, burada kâfirlerin dünyada iradelerini serbestçe kullanabilmeleri için kendilerine fırsat verildiğini ifade etmektedir. Bu, Allah’ın bütün insanlık için koymuş olduğu değişmez kanunudur (sünnetullah). İnsanlar bu dünyada kendi hür iradeleriyle tercihte bulunurlar, diledikleri gibi yaşarlar. Ancak yüce Allah burada inkârlarına rağmen kâfirlere böyle bir fırsat vererek onları serbest bırakmasının kendileri için hayırlı bir şey olduğunu sanmamaları gerektiğini, onlara sadece günahlarının artması için mühlet verdiğini, dolayısıyla bunun sevinilecek veya övünülecek bir şey olmadığını haber vermekte ve bu suretle onları uyarmaktadır. Çünkü insan kuvvetli bir imana, güzel bir ahlâka ve iyi bir amele sahip ise işte o zaman yüce Allah’ın ona verdiği fırsat, uzun ömür ve bol servet faydalı olur. Oysa inkârcılarda iman ve imana dayalı güzel amel yoktur. Bu sebeple onların ömürlerinin uzun, servetlerinin çok olması günahlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Günahları arttıkça da azapları şiddetlenecektir. Bu sebeple yüce Allah onlar için alçaltıcı bir azap hazırlanmış olduğunu bildirmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 722
179
Ayet
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنٖينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَمٖيزَ الْخَبٖيثَ مِنَ الطَّيِّبِؕ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَبٖي مِنْ رُسُلِهٖ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِهٖۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظٖيمٌ
١٧٩
Meal
Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır. 179﴿

Tefsir

Bu âyet müslümanların Uhud Savaşı’ndaki yenilgilerinin hikmetlerinden birini daha ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber’in Mekke’deki müslümanlarla birlikte Medine’ye göç edip de orada bir devlet kurması üzerine gerek Medine’de gerekse çevresindeki bölgelerde İslâm’ı kabul edenler hızla çoğalmaya başladı. Bu durum karşısında İslâm’a inanmadığı halde çeşitli nedenlerle müslüman görünenlerin sayısı da arttı. Nitekim Uhud Savaşı’na giderken 1000 kişilik bir İslâm ordusu içinden 300 kişilik münafık bir grubun ayrılmış olması o gün müslümanlar arasında münafıkların ne derece kalabalık olduklarını göstermektedir. İşte yüce Allah bu karışık durumun devam etmesini istemediği için samimi müminleri münafıklardan ayırt edecek bir sebep meydana getirdi ki o da Uhud Savaşı’dır. Hicretin ilk yıllarında müslümanlar henüz toparlanmış ve güçlenmiş olmadıkları, yeni müslüman olanların da kalplerine iman henüz iyice yerleşmiş olmadığı için yüce Allah onları böyle bir imtihana tâbi tutmadı. Çünkü o dönemde böyle bir imtihan müslümanları sarsabilir, aralarında ayrılığın çıkmasına neden olabilirdi. Bedir Savaşı’nda müslümanların bütün zayıflığına ve güçsüzlüğüne rağmen yüce Allah –melekleri yardıma göndererek– onlara zafer kazandırdı. Böylece müminlerin durumu iyiye giderken münafıklar da kimliklerini gizliyorlardı. Fakat samimi müminlerin münafıklarla bu derecede karışık olmaları onlara zarar verebilirdi. Uhud imtihanı münafıkların kendilerini ele vermelerini de sağlamış oldu, âyetin ilk cümlesi buna işaret etmektedir.

“Allah müminleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir” meâlindeki cümle şöyle de yorumlanabilir: Allah sizleri yani müminleri hep bulunduğunuz durumda bırakmaz; bazan da böyle Uhud’da olduğu gibi savaş, şehitlik ve diğer sıkıntılarla imtihan eder ki iyi ile kötünün (münafıkla müminin) özelliklerini ortaya çıkarsın ve aralarındaki farkı göstersin.

Yüce Allah dileseydi müminlere gayb bilgisi vererek onları münafıkların kalplerinden haberdar ederdi. Ancak bu O’nun kanununa aykırıdır. Çünkü O, evrendeki her şeyi bir sebebe bağlamış, gayb bilgisini ise sadece peygamberlerinden dilediğine vahyetmiştir. Bu sebeple müminlerin görevi Allah’a ve peygamberlerine iman ve itaat etmek, dünyadaki olayları değerlendirirken de sebep-sonuç ilişkilerini daima göz önünde bulundurmaktır. Eğer bunu yapar ve karşı gelmekten sakınırlarsa bunun mükâfatını görecekleri haber verilmiştir.

Gerek bu âyette gerekse Cin sûresinin 26-27. âyetlerinde Allah gayb bilgisinin kendisine mahsus olduğunu, sadece peygamber olarak seçtiği bazı kullarını bu tür bilgilerden vahiy yoluyla haberdar ettiğini bildirmektedir. Buradan anlaşıldığına göre peygamberler de dahil olmak üzere hiçbir insan veya cin gayb bilgisine sahip değildir. Ancak Allah, dilediği peygamberlere uygun gördüğü gayb bilgilerini vahiy yoluyla bildirmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/44; Hûd 11/49; Yûsuf 12/102; En‘âm 6/50; A‘râf 7/188). Ahkāf sûresinin 9. âyetinde Hz. Peygamber’e, “kendisine neler yapılacağını bilmediğini, sadece kendisine vahyedilene uyduğunu” söylemesi emredilmiştir. Sebe’ sûresinin 14. âyetinde de cinlerin gaybı bilmedikleri haber verilmiştir. Şu halde Allah’tan başka gaybı bilen yoktur (En‘âm 6/59), O her şeyi bilir, hiçbir şey O’na gizli değildir. O, bu gizli bilgilerden dilediği kadarını kendi seçtiği kullarına bildirir (gayb âlemi hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 722-723
180
Ayet
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ هُوَ خَيْراً لَهُمْؕ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْؕ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِهٖ يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ وَلِلّٰهِ مٖيرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌࣖ
١٨٠
Meal
Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 180﴿

Tefsir

“Allah’ın lutfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler”den maksadın kimler olduğuna dair farklı rivayetler ve değerlendirmeler vardır. Meselâ buradaki cimriliğin “ilmi ve gerçeği gizlemek” anlamında mecaz olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi malî tasarruflardaki cimrilik anlamında değerlendirenler de vardır. Birincilere göre âyet, Hz. Peygamber’in özelliklerini ve peygamberliğini bildikleri halde bu bilgileri gizleyen Ehl-i kitap hakkında inmiştir. Daha güçlü görünen ikinci değerlendirmeye göre ise âyet, malını Allah yolunda cihad için harcamayanlar veya malının zekâtını vermede cimrilik gösterenler hakkında inmiştir (Reşîd Rızâ, IV, 257).

Allah’ın insana lutfundan vermiş olduğu nimetleri, malı ve serveti yaratılış gayesine uygun bir şekilde harcamayıp cimrilik edenler ve onu sımsıkı tutanlar güzel ve yararlı bir şey yaptıklarını sanırlar. Oysa yaptıkları kendileri için kötülüğün ta kendisidir. Çünkü bu davranışları hem dünyada hem de âhirette onları küçük düşürecek, alçaltacaktır. Cimrilik kişiyi ailesi, eşi-dostu ve toplum karşısında küçük düşürücü kötü bir huydur. Nitekim Hz. Peygamber insanlar hakkında düşünülebilen en kötü ve alçaltıcı huyun, “cimrilik ve korkaklık” olduğunu söylemiştir (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 22; Müsned, II, 302, 320). Önde gelen âlimlerden İmam Mâverdî’ye göre de cimrilik haksızlıkların, sürtüşme ve çatışmaların ana sebeplerindendir; insanın başkaları karşısında alçalmasına ve kınanmasına yol açan kötü sıfatların başında yer alır (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1978, s. 221-222). Hatta çok zaman cimri kişinin kendisi dahi bu davranışından rahatsız olur. Çünkü toplum içerisinde muhtaç ve yoksul kimseler varken onun Allah’ın lutfettiği nimetlerden kimseyi yararlandırmaması, vicdanını rahatsız eder; Allah’ın, kulları için yaratmış olduğu nimetleri onlardan esirgemek, malın zekâtını ve sadakasını vermemek, yoksula yardım etmemek bir yandan ahlâkî ve psikolojik bakımdan mal sahibine zarar verirken bir yandan da sosyal patlamalara sebep olabilir, ayrıca âhirette de sahibinin azap çekmesine neden olur. Nitekim âyet-i kerîmede, “Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır” buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Her kime Allah mal verir de o kimse malının zekâtını vermezse kıyamet gününde onun malı, gözlerinin üstünde birer siyah nokta bulunan çok zehirli bir yılan şekline sokulur ve öylece sahibinin boynuna dolanır. Bu yılan ağzıyla adamın çenesini iki tarafından yakalar, ‘Ben senin malınım, ben senin hazinenim’ der.” Hz. Peygamber bu hadisi söyledikten sonra ardından bu âyeti okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 3/14; cimrilik hakkında ayrıca bk. Nisâ 4/37).

Göklerin ve yerin yaratıcısı da sahibi de Allah’tır. İnsanlar yeryüzünde yaşadıkları sürece bu mülkün emanetçileridirler; bu emaneti birbirlerinden miras yoluyla, geçici olarak alırlar ve nimetlerinden faydalanırlar. Ancak mülkün asıl sahibi Allah olduğu için gerçek ve kalıcı anlamda miras da O’na aittir. Bin bir sıkıntı çekerek mal ve servet biriktirenler bir gün bunları bırakıp gitmek zorunda kalacaklardır; arkalarında bırakacakları miras ise mülkün gerçek sahibi olan Allah’a kalacaktır. O halde doğru olan, malı, sahibinin istediği yerde ve yaratılış gayesine uygun olarak harcamaktır. Allah’ın bu emanetini kendinin sanarak onu sahibinin istediği yerde harcamamak büyük bir gaflettir. Çünkü kişi ne kadar mal biriktirirse biriktirsin onu ahirete götüremeyecektir. Âhirete ancak yaratılış gayesine uygun olarak Allah’ın istediği yerlere harcanan malların sevapları götürülmektedir. Şüphesiz Allah kimin ne yaptığını ve nerelere, hangi maksatla ne harcadığını çok iyi bilmektedir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 724-725