Kur'an ,Meal ve Tefsir Okuma Alanı. Seslendirmek istediğiniz ayetin üzerine çift tıklayınız.

Ahzâb Suresi

418
21 . Cüz
Ahzâb Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Nüzûl

Mushaftaki sıralamada otuz üçüncü, iniş sırasına göre doksa­nıncı sûredir. Âl-i İmrân sûresinden sonra, Mümtehine sûresinden önce Medine’de inmiştir. İbn İshak’a göre hicretten sonra nâzil olmuştur; geliş tarihi bakımından Medine’de nâzil olan sûrelerin dördüncüsüdür.

Adı/Ayet Sayısı

         Güvenilir rivayetlerde ve tesbitlerde sûrenin tek adı vardır, o da “grup, bölük, topluluk” mânasında olan hizbin çoğulu olan Ahzâb’dır. Bu sûrenin 20 ve 22. âyetlerinde, İslâm tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden Hendek Savaşı’na (Ahzâb Savaşı) atıf yapılarak ahzâb kelimesine yer verildiği için sûre bu isimle anılmıştır. Açıklamalarda yer verileceği üzere burada geçen “ahzâb”dan maksat, müslümanları yok etmek üzere Mekke ve civarından toplanıp gelen ve Medine’yi kuşatan Kureyş kabilesinin kolları ve bunlara bağlı bulunan diğer gruplar, müttefik güçlerdir.

Bu sûrenin aslında çok daha uzun olduğu, içinde recm âyetinin bulunduğu, sonra bir kısmının kaybolduğu veya neshedildiği konusundaki rivayetler uydurma olarak değerlendirilmiştir (Zemahşerî, III, 410; İbn Âşûr, XXI, 245-247).

Konusu

1. Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine takvâ, tevekkül ve ilâhî emirlere itaat tavsiyesi.

2. Ana baba ve çocuklar arasındaki meşrû ve hukukî bağ, evlât edinme âdeti.

3. Kan hısımlığı dışındaki velâyet bağı.

4. Ahzâb Savaşı, bu savaş vesilesiyle münafıkların psikolojileri ve davranışlarıyla ilgili açıklamalar.

5. Hz. Peygamber’in müstesna şahsiyeti, Allah nezdindeki durumu ve derecesi, aile hayatı; kendisine ve eşlerine mahsus evlenme, boşanma, örtünme, sosyal ilişkiler konularına ait hükümler, onun ailesiyle müminler arasındaki ilişki.

6. Kadın erkek farkı gözetilmeksizin bütün müminlerin ibadet, itaat ve erdemli davranışlara teşvik edilmesi.

7. Kadınların giysileri.

8. Emanet kavramı ve emanete riayet etmenin önemi.

1-3
Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللّٰهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِرٖينَ وَالْمُنَافِقٖينَؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٖيماً حَكٖيماًۙ
١
وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيراًۙ
٢
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلاً
٣
Meal
Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. 1﴿ Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 2﴿ Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter. 3﴿

Tefsir

Bütün peygamberler gibi son peygamber de Allah’a itaatsizlikten sakınır, O’nun vahyettiğine herkesten önce ve en kâmil bir şekilde uyar, yalnızca rabbine güvenir ve dayanır; bunlar Allah Teâlâ’nın peygamberlerinde yarattığı özelliklerdir. Sûrenin bu emir ve tavsiyelerle başlaması, Hz. Peygamber’den, o zamana kadar yapmadıklarını yapmasını istemeye yönelik değildir. Aşağıda gelecek olan Ahzâb Savaşı, bu savaşta münafıkların, meâlindeki çeviriye göre “gizli inkârcılar”ın (münafıklar) kurduğu tuzaklar, yaydıkları yalanlar, karalamalar, Mekkeli müşriklerle yani “açık inkârcılarla” kurdukları iş birliği, oluşturdukları ortak güç, her vesile ile Hz. Peygamber’e verdikleri eza, çektirdikleri mânevî işkence karşısında onu ve ümmetini dayanıp direnmeye hazırlamak, olacaklar konusunda uyarmak maksadıyla sûrenin başında bu emir ve tavsiyelere yer verilmiştir.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 363
4-5
Ayet
مَا جَعَلَ اللّٰهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ فٖي جَوْفِهٖۚ وَمَا جَعَلَ اَزْوَاجَكُمُ الّٰٓئٖ تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ اُمَّهَاتِكُمْۚ وَمَا جَعَلَ اَدْعِيَٓاءَكُمْ اَبْنَٓاءَكُمْؕ ذٰلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِاَفْوَاهِكُمْؕ وَاللّٰهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبٖيلَ
٤
اُدْعُوهُمْ لِاٰبَٓائِهِمْ هُوَ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِۚ فَاِنْ لَمْ تَعْلَمُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ فِي الدّٖينِ وَمَوَالٖيكُمْؕ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فٖيمَٓا اَخْطَأْتُمْ بِهٖۙ وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَحٖيماً
٥
Meal
Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir. 4﴿ Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. 5﴿

Tefsir

Kalp, mecazi olarak duygu ve düşünce merkezi anlamında da kul­lanılmaktadır. Gelecek âyetlerde bazı Câhiliye âdetleriyle münafıklardan söz edileceği, bu âdetlerin fıtrata ve gerçekliğe ters düştüğü, bir kimsenin iki tanrısı ve iki dini olamayacağı ifade edileceği için bunlara bir giriş ve dayanak olmak üzere vecize değerindeki şu cümleye yer verilmiştir: “Allah bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır.” Evet Allah insanda tek kişilik, tek vicdan ve tek akıl yaratmıştır. İdrak, duygu, karar ve iman bu yeteneklerle elde edilmektedir. İki yüzlüler, inanmış görünen ama içten inanmayanlar, gizli olarak farklı din taşıyanlar iki dinli değillerdir, onların da bir dini vardır, bu din İslâm’a aykırı olduğundan münafıklar da inkârcıdır; üstelik bu durumlarını menfaatleri sebebiyle gizledikleri için müslüman olmayanların en aşağı mertebesinde bulunmaktadırlar (Nisâ 4/145). Kezâ bir insanın karısı ile anasına, başkalarının çocukları ile kendi çocuklarına karşı duyguları farklıdır. Karının aynı zamanda ana, başkalarından olma çocukların öz evlât olabilmesi için insanın iki kalbi, iki kişiliği olması gerekir. Bu da olmadığına göre karısını anasına benzeten, –eski Arap geleneğine göre– “anam olsun, anamdır, bana haramdır” diyerek yemin eden kimsenin eşi onun anası ve dolayısıyla kendisine haram olmaz. İslâm’dan önce Araplar eşlerine, “Sen bana anamın sırtı gibisin” derler ve bu söz ile onları bosamış olur, mağdur ederlerdi. Zıhâr denilen bu boşama âdetini İslâm kınamış, kadınların zarar görmelerini engelleyecek hükümler getirmiştir (bilgi için bk. Mücadele 58/1-4).

Bir başka Câhiliye uygulaması da babası belli olan veya olmayan çocukları evlât edinmek, onların gerçek soylarıyla ilişkilerini keserek kendi soylarına eklemek şeklinde oluyordu. Bir göğüste iki kalbin olmaması nasıl bir tabiat kanunu ise A’nın çocuğunun evlât edinme yoluyla B’nin çocuğu olamayacağı da bir fıtrat ve tabiat kanunudur. Ayrıca İslâm’ın koyduğu örtünme vecibesi, evlenme imkânı veya yasağı, çocuk-ebeveyn ilişkisi, karşılıklı haklar ve ödevler, miras gibi konulara dair kurallar da, çocuklarla gerçek ana babalarının soy bağlarının kesilip değiştirilmesine, başkalarına ait çocukların –yakın akraba olmayan ailelerde– ailenin bir ferdi gibi kalıp yaşamasına ters düşüyordu. Yapılmakta olan sosyal ve ahlâkî ıslahat içinde sıra bu âdetin kaldırılmasına gelmiş, “...babalarının soy adları ile anın” emri ile bu uygulamaya son verilmiştir. Tefsir kitaplarında bu münasebetle Hz. Peygamber’in evlâtlığı Zeyd b. Hârise’den söz edilir ve âyetin inişine onun bu durumunun sebep olduğu söylenir. Zeyd çocuk iken kendi kabilesinden zorla alınmış, köleleştirilerek satılmış, elden ele dolaşarak Hz. Hatice’ye gelmişti. Hatice Hz. Peygamber ile evlenince Zeyd’i de ona vermişti. Peygamberimiz onu âzat etti ve evlât edindi. Zeyd’in ailesi, Mekke’ye gelip çocuklarını bulmuşlardı. Peygamberimiz kendisini seçimde serbest bıraktığı halde Zeyd Allah’ın resulünü tercih etti, ailesi ile memleketine dönmedi. Bu âyet gelinceye kadar kendisine Muhammed oğlu Zeyd derlerdi, âyet gelince kendi babasına nisbet ederek Hârise oğlu Zeyd dediler. Artık o, Peygamber ailesinin bir ferdi değil, müslümanların din kardeşi, Hz. Peygamber’in sâdık bir bağlısı idi (İbn Kesîr, VI, 377; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1504 vd.).

İslâm’a göre himayeye muhtaç çocuklara bakmak, onları beslemek, büyütmek sevaptır ve şerefli bir insanlık ödevidir. Sevgili Peygamberimiz “Kimsesiz çocukları koruması altına alan kimse ile ben, cennette yan yana iki parmak gibi beraber olacağım” buyurmuştur (Müslim, “Zühd”, 42). Ancak bunu yapmak için çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesmek, öz ana babasını unutturmak kimsenin hakkı olmadığı gibi kanunî mirasçıların arasına katmak, aile içinde mahremiyet bakımından öz evlât gibi davranmak da doğru ve gerekli değildir. Bunun yerine İslâm’ın tavsiyesi, koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak; hukuk ve helâl-haram kuralları bakımından ona öz çocuk gibi değil, bir din kardeşi gibi muamele etmektir (ayrıca bk. Şûrâ 42/49-50).

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 365-366
6
Ayet
اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِنٖينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْؕ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ فٖي كِتَابِ اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُهَاجِرٖينَ اِلَّٓا اَنْ تَفْعَلُٓوا اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِكُمْ مَعْرُوفاًؕ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
٦
Meal
Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bunlar Kitap'ta yazılı bulunmaktadır. 6﴿

Tefsir

Hz. Peygamber ile müminler arasındaki yakınlık, sevgi, bağlılık, itaat, korumada öncelik –hukukî uzantıları olsa da– daha ziyade hissî yakınlıktır. Aile fertlerinin birbirlerine diğer müminlere nisbetle daha yakın olmaları ise –hissî tarafı olsa da– daha çok hukukî yakınlıktır; miras, nafaka, diyet gibi konularda kendini gösteren “hak ve borç yükümlülüğü açısından öncelik”tir.

Hz. Peygamber’in niteliklerinden ve vasıflarından birini de bu âyetten öğreniyoruz; o, müminlere kendilerinden daha yakındır. Burada geçen “kendilerinden” iki şekilde anlaşılmaya müsaittir: a) Her bir müminin kendinden, b) Bir müminin diğer herhangi bir mümine yakınlığından. Resûlullah bu yakınlığın hissî ve hukukî boyutlarını bazı hadislerde kısmen açıklamışlardır:

“Hiçbir mümin yoktur ki, ben ona, dünyada ve âhirette insanların en yakını olmayayım. İsterseniz ‘Peygamber müminlere kendilerinden daha yakındır...’ âyetini okuyunuz. Kim bir mal bırakırsa onu, vârisleri kimler ise alsınlar, eğer geride bir borç veya korunmaya muhtaç çoluk çocuk bırakırsa bana gelsin, ben onun yakınıyım” (Müslim, “Ferâiz”, 14-15).

“Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben bir kimseye kendinden, servetinden ve çocuğundan daha sevgili olmadığım sürece o, gerçek mânada inanmış olmaz” (Müslim, “Îmân”, 69-70).

Kur’an’da ve Sünnet’te peygamber sevgisinin bu kadar vurgulanma­sının birçok sebep ve dayanağı vardır: Onu Allah sevmiştir, bu sebeple kendisine “habîbullah” (Allah’ın sevgilisi) denilmiştir. Müminler Allah sevgisine mazhar olabilmek için onun yolundan gitmek durumundadırlar. O, insanlık için kurtuluş reçetesi gibi olan bir dini tebliğ etmiş, insanlara olan sevgisi ve şefkati sebebiyle onu benimsesinler diye kendini helâk edercesine gayret sarfetmiştir. Hem şekli, sureti, fiziği hem de ahlâkı emsalsiz güzellikte ve mükemmelliktedir. Âhirette ümmetine şefaat edeceğine dair sahih hadisler vardır. Bu nitelikleri taşıyan bir kimseyi herkesten ve her şeyden çok sevmeyen kimsenin ilim, irfan ve imanında eksiklik bulunduğunda şüphe yoktur.

İleride gelecek olan 53. âyete göre Hz. Peygamber’den sonra da onun eşleri ile evlenmek müminlere haram kılınmıştır. Bunun ötesinde “Peygamber hanımlarının annelik vasıfları”, hukuk ve haram-helâl hükümleri bakımından bir anneliği değil, anne mesabesinde saygınlığı ifade etmektedir.

Müslümanlar Mekke’de her şeylerini bırakarak Medine’ye göçtüler. Peygamberimiz hem ensarla muhacirlerin kaynaşmaları hem de ikincilerin âcil ihtiyaçlarının karşılanması için her bir muhaciri bir Medineli ile kardeş yaptı. Bir süre bu kardeşlik mal ortaklığını ve karşılıklı vâris olma hakkını da kapsadı. Miras âyetleri ile burada geçen ilgili cümle nâzil olunca yapay kardeşliğin miras hakkına dayanak olması hükmü kaldırılmış oldu. Artık müminlerin birbirlerine vâris olabilmeleri için akraba olmaları ve başkaca bir engelin bulunmaması gerekiyordu. Mâkul ve meşrû gerekçelere dayalı olan geçici hüküm kalkmış, kitapta yer almış bulunan aslî ve devamlı hüküm yürürlüğe konmuştu. Ancak müminler birbirinin mânevî kardeşleri olduğundan, miras dışında karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme, vasiyet yoluyla mal bırakma gibi ilişki ve lutuflara da bir engel yoktu.

Dipnot

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 367-368